20-22 Nisan tarihleri arasında Mardin Artuklu Üniversitesi’nce düzenlenmiş olan I. Uluslararası Süryaniler ve Diğer Kültürlerle Etkileşimi *Sempozyumu’na katılmak için bu efsunlu kente yolumuzu düşürdük. Süryanilerle ilgili en geniş kapsamlı ve katılımlı bu etkinlikte, dile kolay
16 ülkeden
73 akademisyenin bildirisi yer alacaktı.
Etkinliğin düzenlendiği otelin lobisi, ilk oturum öncesinde Birleşmiş Milletleri andırıyordu. Birbirleri ile akademik dünyada tanışık olanlar ve yeni tanışıklıklarla sıcaklaşan ortam sempozyumun renkli ve verimli geçeceğinin işaretini veriyordu. İlk oturumda Rektör Serdar Bedii Omay ve Yaşayan Diller Enstitüsü Başkanı Kadri Yıldırım’ın konuşmaları, Süryani Araştırmaları Konusu’ndaki büyük eksikliği kapatmaya dair inanç temelindeydi. Organizasyonun amaçlardan birinin de seneye Artuklu Üniversitesi Süryani Dili ve Kültürü Bölümü'nde açılacak yüksek lisans eğitimi için kaynak oluşturmak olduğu da belirtildi.
Oturumlara geçildiğinde iki güne sığacak maraton da başlamış oldu. Aynı anda farklı salonlardaki sunumlar, ilgililer için susuzluğu gideren yağmur gibi akarken, aralarda da sorular bitmek bilmiyordu. Bu yağmur, 16. Yüzyıl'dan bu yana dünyanın saygın üniversitelerindeki Süryani Araştırmaları Kürsüleri'nden, kendi yurdunda henüz bir tanesinin bile yokluğuna ve bastırılmışlık duygusuna da mesaj gönderiyordu. Yaşayan en eski üç dilden biri olan Süryanice ve lehçeleri üzerine kapsamlı makaleler, Süryanilerin diğer toplumlarla tarihsel ilişkileri, 7. Yüzyılda Çin’deki Süryanice anıtlar , 2. yüzyıl Urfa’sında Süryanice mozaikler, Antik Dönem büyü kaseleri ve muskalar, sözlü ve yazılı tarih karşılaştırmaları , kiliseler , müzikle ilgili bildiriler , el yazmaları ve süslemeler, globalleşen araştırma yöntemleri ve günümüz sorunları gibi çok çeşitli alanlardaki sunumlarla sempozyum başarılı bir şekilde tamamlanmış oldu.
Tempolu etkinlik ertesinde, herkesin kafasındaki düşünce bu alanda daha yapılacak çok şeyin olduğu ve devletin Anadolu’nun zengin kültürlerine uzatmayı ihmal ettiği elini artık daha güçlü göstermesi gereğiydi. Orada yükselen umut ışığı , temkinli olanlarda bile kendini gösteriyordu. Üniversite’nin cefakar düzenleyicileri de amaçlarına ulaşmanın huzurunu yaşıyordu.
Sempozyum ertesinde, katılımcılar için bir şehir turu da düzenlendi. Yaşayan Diller Enstitüsü, Mardin Kırklar Kilisesi , Kasımiye ve Zinciriye Medreseleri gezildi. Kasımiye’nin terasına her çıkan Mardin siluetine hayran kalıyordu. Yüzümüzü okşayan meltem hafifliğinde esen rüzgar ve sınırsızmış gibi serili yemyeşil ova ruhumuza akıyordu. Ardından Ulu Cami, Mardin ve Sabancı Müzeleri ziyaret edildi. Mardin Müzesi’nin bahçesinde ve arakatlarında sıralı antik dönemden kalma mozaikler, taşlar ve yazıtlar teker teker incelendi. Süryanice yazıtlar konusunda dünyaca ünlü bir hocamızı, mezar taşı olduğunu öğrendiğim birini okumaya çalışırken görünce hemen yanına sokuldum. Etrafında konuyla ilgili kümelenen hocalarla beraber üzerinde tartışıyorlardı. Kafamı aralarına sokmuş izlerken, birden farklı ırklardan insanların benim anadilim üzerine tartışırken, sadece bir turist gibi kalakaldığımı düşünüp hayıflandım. Çözülmesi gereken zorlu bir şifreye bakıyor gibiydim. Gezimiz süresince bu hocalar, birbirinden değerli ve bir o kadar da mütevazi olduklarından sorularımı zevkle cevaplandırıyor, araştırılacak daha ne kadar çok konu olduğunu belirterek bizim gibi araştırmacıları teşvik ediyorlardı.
Mardin’in sokaklarını turlarken fırından yeni çıkmış çörek kokusunun peşine takılıyorum. Baharatçıların ve kuruyemişçilerin dükkanından dağılan cezbedici kokulara Arapça nağmeler eşlik ediyor. Böylesine bir atmosferde kalabalık grubun kaybolmaması için çalışan Artuklu Üniversitesi’ndeki dostlarımıza da epey iş düşüyor. Deyr-Zafaran Manastırı’na gitmek üzere toplaşılan otobüsün hareketi ile beraber bir fire verdiğimiz ortaya çıkıyor. Kentin büyüsüne kapılmış ve kamerası ile etrafı fotoğraflayan Türkoloji Bölümü profesörü sevimli Japon hocamızdı o isim. Sokak içinde, estetiğiyle hayran bıraktıran çift gözlü Babıs-Sor çeşmesi etrafında görülmüştü en son. Labirent sokaklarının çağrısına kapılıp kendini kaybettiğine (!) kanaat getirilip yola devam ediliyor.
1500 yıllık manastıra girdiğimizin ertesinde, bir kısmımız serin avlusunda yorgunluk çaylarını içiyor. Bazı hocalarımız da manastırın yazıtları, sütun işlemleri, mimarisi üzerine incelemeler yapıyor, okumalarını not ediyor. Ben de güneşin dokunduğu kadim duvarların taze gölgesinde soluklanıyorum. Sırtımı dayadığım işlemeli taşta yaşayan tarihi duyumsuyorum. Ardından, kalabalıktan uzaklaşıp, ziyaretçilere kapalı olan üst avluya çıkmak için usulca merdivenleri tırmanıyorum.
Annemin daha önce tarif ettiği duvara yöneliyorum. Birkaç yıl önce kendisiyle son defa burayı ziyaret etmiş babam, kendisine ondan kalan bir şey göstermek istemişti. Henüz 12 yaşındayken, manastırda yazın kaldığı bir aylık dönemde isminin ve soyisminin baş harflerini işlemiş. İçice, belirgin ve yaşına göre oldukça estetikti . Muhtemelen gizlice ve günlerce çalışarak bıraktığı bu iz, sonradan estetik bakış gerektiren diş hekimi mesleğininin bir ipucu olarak işte oradaydı. Bu duvarın önünde tek başına çektirdiği muzipçe gülerkenki siyah beyaz fotoğrafın şifresi de çözülüyordu artık. Onu kaybetmemizin üzerinden henüz bir yıl geçmemiş... Duvara eğilip ‘eserinin’ girintilerine dokunuyorum, çocukluğunun o minik ellerini tutuyorum. Beraber tozunu alıyoruz harflerin, biraz da dertleşiyoruz...Aşağıda binlerce yıllık, yarına ulaştırmak için taşa yazılı mektuplar, yukarıda ise kendi sivil tarihimin 52 yıllık ve artık çok daha anlamlı izleri...Hepsi de benim için kıymetli olan atalarımın, babamın bu söyleyen ve susan mektuplarına ve eserlerine sahip çıkacağımın inancını yükleniyorum bir daha.
Nereden geldiğimizin ve nereye gittiğimizin sorgulamalarıyla o eşsiz günü tamamlıyorum. Kültürümüzün ve kimliğimizin geleceğine dair umudu yeniden aşıladığı için araştırmacılara şükranlarımı sunarken, varlığımın sebebi, kimliğimin mimarı olan babamı da özlemle ve minnetle anıyorum.
*Sempozyum’daki bildiri listesinin linki:
http://www.suryaniler.com/haberler.asp?id=863
Yazı ve Fotoğraflar: Özcan GEÇER , twitter.com/ozcangecer
Güncelleme Tarihi : 28/04/2012