Dut ağaçlarından yere düşen dutları ezip geçenimiz ne çoktur. Hele zaten Mezopotamya’nın her şey gibi dut açısından da bereketli coğrafyasında yaşıyorsan, dut her yerdedir. Yerlerde, sokaklarda, üstümüzdeki lekede…
Havalar ısındı mı dut lekesi kaplar her yanı, hele kırmızı dutsa tadına doyum olmaz ama lekesi de çıkmaz. Çocukluğumda her Diyarbakır evinde bahçeye önce bir dut ağacı ekilirdi. Yaşamımızın bir parçasıydı dut. Artık sinek geliyor diye ekilmiyor bu güzelim ağaçlar.
Dut bizim dışımızda başka yaşamların da bir parçasıydı…
Süryanilerin geçtiğimiz yüzyılın başlarında yaşadıklarına verilen adla yani Sayfo’dan bir gün önce bir resim ve kısa bir mesaj aldım. 32 yıldır sürgünde olan bir Süryani’den, ismi Ferit Sağ. Bir avuç dut resmi paylaşmıştı ve kısa bir not:
“Bizler Mezopotamya’nın üzüm, incir, dut yiyerek büyüdüğümüz toprağımızdan, soğuk kuzey ülkelerine savrulduk. Çoğunuz için sıradan ve önemsiz olabilir bu, siz hiç bir avuç duta hasret kaldınız mı?”
Hani sokaklarda üstüne basıp geçtiğimiz, sinek yapıyor diye kesip attığımız dut ağacı meyvesi. Çoğumuz için ne kadar sıradan değil mi? Ama ya gidenler için, gitmek zorunda kalanlar için ve dönemeyecek olanlar için?
Yurtdışına her çıkışımda, Mezopotamya’nın sıcak topraklarında incir, üzüm, dut yiyerek büyüyenlerin, güneş yüzü görmedikleri ülkelerde tutunma hikâyelerine tanıklık ediyorum. Valizim hep dolu. Kimi incir getirmemi istiyor, kimi isot, kimi cevizli sucuk, kimi kavrulmuş kavun çekirdeği, kimi Diyarbakır ekmeği! Burada bizler için önemli olmayan birçok şey, gidenler için özlem, acı ve hasret demek.
Süryaniler gibi kırıma uğramış halklar için anılar da çok acı…
104 yıl önce, tam da bu zamanlarda Ermeniler gibi onlar da yürüyorlardı. Mezopotamya’nın kadim evlatları nereye gidecekleri söylenmeksizin yola koyulmuşlardı. 15 Haziran 1915’te başlayan bu yürüyüş, kimse kalmayıncaya dek sürecekti…
Kalan erkeklerin bir kısmı kurşunlarla katledilecek, kadınlar satılacaktı. Çocuklar, din değiştirecek, iyi birer “Müslüman Türk” olmak üzere yetimhanelere verilecekti. Süryanilerin Seyfo (Sayfo) (Kılıç/ Kılıçtan Geçirme) adını verdikleri 1915 olaylarında yüzbinlerce Süryani böyle katledildi. Yüzlerce Süryani köyü yakıldı, yıkıldı. Süryanilerin yurduna ıssızlık çöktü. 700.000 olan Süryani nüfusundan bugün yaklaşık 20 bin kişi kalmış durumda.
Bir zamanlar Süryanilerin yaşadığı illerin çoğunda bugün tek bir Süryani bile bulmak mümkün değil. “Gâvurun malı helaldir” yaklaşımı bugün de devam ediyor. Kalan bir avuç Süryani’ye her türlü zorluk çıkarılıyor, kalmanın bedeli burunlarından getiriliyor.
Dut resmini sosyal medyada paylaşınca, “kafamızı kıra kıra çıkardılar bizi köyümüzden” diye yazmış bir Süryani. Başka biri “Kaldı işte; Çayımız bardakta… Çocukluğumuz sokaklarda... Sevdiklerimiz uzaklarda... Gülüşlerimiz fotoğraflarda” diye yazmış. “Benim için incir” demiş bir başkası. “Ülkeleri ikiye ayırırım” diye eklemiş. “İnciri olan ülkeler ve inciri olmayan ülkeler.”
Bu yorumları okurken aklıma Naze düşüyor ve tüm bu kadim halkların dostu, avukatı Tahir Elçi düşüyor. 2014 Mayısında tanışmıştım Naze ve ailesi ile. Keldaniydiler. 13 Haziran 1993’te Görümlü köyünü basan jandarma, Naze’nin kayınbabası Hamdo Şimşek ve eşi Hükmet Şimşek ile aralarında köy imamının da olduğu 6 kişiyi evlerinden zorla çıkararak gözaltına aldı. Askerler, Naze’nin evindeki haçı köy imamının boynuna takarak, bu 6 kişiyi köy meydanında sürükleyerek götürdüler. Bir daha onları gören olmadı.
Naze bir sürü çocukla, Belçika’ya mülteci olarak gitmek zorunda kalmıştı. Rahmetli Tahir Abi yıllarca davalarına gönüllü bakmıştı. O Mayıs günü, Tahir Abi yoğundu, yıllar sonra ilk defa bu topraklara ayak basan Naze ve ailesini alıp kahvaltıya götürmüş, Tahir Abi’yi beklemiştik orada. Naze ile Tahir Abinin ölümünden birkaç gün sonra da Brüksel’de buluştuk. Bu onu son görüşüm oldu.
Tahir Abi’nin katledilmesinden dolayı çok üzgündü; “Keşke dönmeseydim, o topraklara hiç gelmeseydim. Hâlbuki bu ülkeden tek isteğim bir özür ve bir avuç kemik” demişti.
Bu insanlara bir avuç kemiği çok gördük bu ülkede, ölüleri için bir avuç toprağı, bir tabak aşı, bir yudum suyu, bir inciri, bir salkım üzümü, bir avuç dutu… Sonu gelmez bir sürgünler ülkesindeyiz. Bu ülke yüz binlerce mülteci yarattı, kendi evlatlarını bir avuç duta hasret bıraktı.
Hiç dut özlemek zorunda kaldınız mı?
Kaynak ve Fotoğraf: Nurcan Baysal, Ahvalnews ; Güncelleme Tarihi: 29 Haziran 2019