Bilgi Üniversite'sinde 19-20 Kasım 2011 tarihlerinde, Irkçılığa Dur De girişimi ve Sosyal Değişim Derneği’nce "
Nefretin Sesini Birlikte Kısalım Mı ?" etkinlikleri kapsamında bir panel düzenlendi. Panelin, Din ve Vicdan Özgürlüğü başlıklı oturumuna davet edilen sitemiz yazarlarından
Şabo Boyacı sözkonusu etkinlikte, Süryaniler açısından din ve vicdan özgürlüğü konusunda yaşanan sıkıntıları dile getirdi. Kendisinin panelde yaptığı konuşmanın tam metnini aşağıda sunuyoruz.
Din ve vicdan özgürlüğü, bireylerin vazgeçemeyeceği temel hak ve hürriyetler arasında önemli bir yere sahiptir. Fakat bu özgürlük, sadece bireyler için değil aynı zamanda dini azınlık mensupları için de hayatî öneme sahiptir. Ülkemizde din ve vicdan özgürlüğünü ifade eden laiklik ilkesi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak algısal düzeyde
yanlış bir şekilde tanımlanmış; bireylere bütün toplumsal alanlarda ve eğitimde bu düşünce empoze edilmiştir. Oysa ki gerçek anlamda din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan laiklik ilkesi devletin bütün inanç gruplarına
eşit mesafede durması ve onlara
adaletle yaklaşması demektir. Devletin inanan inanmayan tüm görüşlere eşit mesafede durması, hiçbirini öncelememesi ve diğerine müdahale etmemesi, şeklinde tarafsızlık ilkesi din ve vicdan özgürlüğünü sağlayacaktır. Din özgürlüğüne müdahale değil koruma olmalıdır.
Laiklik ilkesinin sorunlu tanımlanması nedeniyle Türkiye’nin gerçek anlamda bir inanç politikası olmamıştır. Ne yazık ki bu ülkede inanç politikaları siyasilerin ikili ilişkileri ile yürütülmektedir. Oysa Avrupa’yı incelediğimizde her alanda kuralların hakim olduğunu görüyoruz ve bu kurallardan bütün gruplar eşit oranda faydalanıyor. Maalesef ülkemizde sağlıklı kurallar olmadığından eşit haklar bir türlü gündeme gelmiyor ve varolan sorunlar yukarıda belirtildiği gibi siyasi ikili ilişkilerle çözülmeye çalışılıyor.
Süryaniler, bu toprakların yerleşik en eski halklarından biridir. Geçmişi Mezopotamya’nın beş bin yıl öncesine kadar giden Süryaniler medeniyete ve insanlığa çok önemli katkılar sunmuş bir halktır. Hammurabi’nin Kanunları, İsa’dan önceki Latin Felsefesini yaptıkları çevirilerle Arap dünyasına tanıtmaları, Anadolu'da kurulan ilk üniversiteler, köklü dilleri , Dünyanın yedi harikasından biri olan Babilin Asma Bahçeleri insanlığa sundukları katkılardan bazılarıdır. İsa Mesih’in yolunda Hristiyanlığı kabul eden ilk kavimdir. Hristiyan dünyasındaki dinsel tartışmalardan oldukça etkilenen bu kadim halk, tarihsel süreçte dinsel tartışmalar nedeniyle bölünmeler yaşamış ve bugün yeryüzünde yedi farklı isimle anılan gruplar haline gelmiştir. Tarihsel süreçte bu kadar önemli bir role sahip olan Süryaniler ne yazık ki cumhuriyet öncesi ve sonrası uğradıkları çeşitli ayrımcılıklar ve gördükleri haksız muameleler yüzünden bu topraklardaki sayıları, yaşanılan göçler nedeniyle hızla azalmış bulunmaktadır.
Türkiye cumhuriyetinin kurucu antlaşması olan Lozan’da gayrimüslim halkların hukuki statüsünü düzenleyen 37.nci ile 44. maddelerinden genellikle Türkiye’de bilinen Ermeni, Rum ve Yahudi toplumları faydalanmıştır. Oysa ki kendileri de gayrimüslim olan Süryani halkı nedense bu saydığımız maddelerden faydalandırılmamıştır. Bugün bile bu konuda kafa karışıklığı devam etmektedir. Hukukî statüsünün belirsizliği bir çok haktan mahrum kalmalarına sebep olmuştur. Öncelikle diğer gayrimüslim unsurlara tanınan okul açabilme ve kendi dillerinde eğitim görebilme şansları hiç olmamıştır. Yakın zamandaki iyileştirmelerin de uygulamadaki zorlukları ortadadır. Bu durum sahip oldukları dillerini yaşatabilme olanaklarını sınırlamıştır. Günümüzde Süryaniceyi bu ülkede eksiksiz konuşabilenlerin sayısı toplum içinde yaklaşık yüzde 5’tir. Hem konuşup hem de yazabilenlerin oranı ise maalesef yüzde 1’i geçmemektedir. Netice itibarıyla Süryaniler dini azınlık gruplarının sahip olması gereken kendi anadilinde öğrenim görebilme hak ve hürriyetinden mahrum kalmıştır.
Tabiatıyla Lozan’ın 37 ve 44.üncü maddeleri içerisine dahil edilmeyen Süryaniler vakıf kurma ve kurdukları vakfa bağış yapabilme özgürlüklerinden de yoksun kalmışlardır. 1936 Vakıf Beyyanamesi kararından sonra diğer dini azınlık gruplarının vakıfları da günümüze değin büyük sıkıntılar yaşamışlar ve vakıf mallarının büyük bir kısmını kaybetmek durumunda kalmışlardır. 1936 Beyannamesi ile vakıflar kendilerine vakf edilmiş gayrimenkulleri tapuda tescil ettirmeleri istenmiştir. Bu şarta uyamayan vakıfların ellerindeki vakıf malları hazineye geçirilmiştir. 1974 yılında ise Yargıtay aldığı bir kararla dini azınlık grubu mensuplarını yabancı saymış ve mülk vakf edebilme ve mülk edinebilme haklarını ellerinden almıştır.
2002 ve 2007 yılında vakıflar yasasının yeniden düzenlenmesi ile azınlık vakıfları bir nebze olsun rahatlamışlardır. 2011 yılında çıkartılan kanun hükmündeki kararname ile azınlık vakıflarına ait olan devletin kamulaştırdığı veya üçüncü şahısların eline geçen taşınmazların iadesi için bir olanak sağlanmıştır. Ne yazık ki basında okuduğumuz haberlere göre bu taşınmazların sadece yüzde 10 gibi bir kısmı vakıflara iade edilmiştir. Geriye kalan yüzde doksanlık taşınmaz ise iade edilmemiş ve bir şekilde azınlık vakıfları mağdur edilmişlerdir. Bu taşınmazların çok büyük bir kısmı Ermeni, Rum ve Yahudi gruplarına ait iken Süryanilere ait bir taşınmazın olmaması dikkat çekicidir. Bunun en büyük nedeni de Süryanilerin vakıf kurabilme konusunda hukuksal statü dolayısıyla çektikleri sıkıntılardır. Örneğin, Süryanilerin İstanbul’da şu anda sahip oldukları tek vakıf Tarlabaşında bulunan Meryem Ana Kilisesi Vakfı'dır ve vakfiyesi de Osmanlı imparatorluğu zamanından kalmadır.
Vakıflara herhangi bir azınlık mensubu tarafından taşınmaz bağışı yapılamamasından ötürü Süryani toplumu, bu konuda kendilerince bir çözüm örneği bulmuşlardır. Kiliselere bağışlanan taşınmazları, vakıf yönetimlerinde görev yapan kişilerin adlarına tapulara kaydetmişlerdir ve kaydetmeye devam ettirmektedirler. Vakıflar konusundaki bu tür sıkıntılar tartışmamızın konusu olan din ve vicdan özgürlüğünün dini azınlık grupları tarafından nasıl engellendiğinin somut birer örneğidir.
Süryani vatandaşlarının çoğunlukla yaşadığı güneydoğudan göç etmesinden sonra terk ettikleri malk ve mülkleri haksızca ve adaletsiz bir şekilde başkaları tarafından gasp edilmesine göz yumulmuştur. Bugün Güneydoğu’da Süryanilere ait bir çok taşınmazın kadastro ve tapu sorunu vardır. Adaleti ve hukuku sağlaması gereken mahkemeler ise çoğunlukla taşınmazların ilk sahiplerini değil son olarak kullananları haklı görmekte böylece bir çok mağduriyete yol açmaktadır. Bu şekilde bölgede sorunlu bir çok emsal vardır ve Süryaniler kendilerine adaletli ve eşit bir biçimde yaklaşacak hukuksal bir anlayışı beklemektedirler.
Son zamanlarda farklı inanç gruplarının yaşadıkları sıkıntıları gideren düzenlemeler olsa da ne yazık ki yeni sorunlar yaşanmaktadır. Bunlardan en tazesi Midyat’a 30 km uzaklıkta bulunan Mor Gabriel Manastırı'nın yaşadığı hukuksal sorunlardır. Bir dönem önceki iktidar parti hükümetinde bulunan bir milletvekiline bağlı bulunan köylüler, manastır aleyhine 2008 yılında dava açmış ve manastırı çevreleyen toprakların manastırdan alınarak kendilerine verilmesini talep etmişlerdir. 3 yıldır süren dava sonucunda mahkeme köylüleri haklı bularak manastırın sahip olduğu toprakların bir kısmının köylülere verilmesine hükmetmiştir. Yıllardır manastırın sahip olduğu ve vergisini ödediği topraklar bu şekilde din ve vicdan özgürlüğüne rahmet okutacak şekilde devletin de göz yummasıyla manastırın elinden alınmıştır. Bu karar Süryani toplumunda büyük bir öfkeyle karşılanmış ve kaybedilen toprakları hukuksal yollarla geri alabilmek için büyük bir mücadele başlatılmıştır. Şu anda iç hukuk yolları tükenmek üzere olduğu için Süryaniler, bu konudaki hakları maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde aramaya mecbur bırakılmışlardır.
Geçtiğimiz seçim öncesi şu anki iktidar ve cumhurbaşkanı Süryani heyetini konuyla ilgili görüşmek üzere Ankara’ya davet etmişlerdi. Görüşmede devlet ve hükümet yetkilileri, manastırın kaybettiği toprakları 99 yıllığına kiralama teklifi sunmuş fakat bu öneri Süryani din adamları ve yöneticileri tarafından kabul edilmemiştir.
Ayrıca Süryanilerin yıllardır İstanbul’da kendilerine ait bir kilise inşaa edebilme çabaları hala sonuçlandırılamamıştır. İstanbul’da yaşayan Süryanilerine kendilerine ait sadece bir kiliseleri bulunmaktadır ve bu kilise binası için inşaa izni Osmanlı padişahı tarafından 1890 yılında Süryanilere verilmiştir. Nedense aradan 120 sene geçmesine karşın Süryaniler İstanbul’da ikinci bir kiliseye sahip olamamışlardır. Bu olumsuzlukda Süryanilerin din ve vicdan özgürlüğü kapsamında diledikleri ibadethaneyi yapabilme özgürlüklerine engel olmaktadır.
Son zamanlarda Süryanilerin tepkisini çeken ve nefret söylemlerinin üzerlerine çekilmesine neden olacak diğer bir gelişme de Milli Eğitim 10.Sınıf tarih kitaplarında Süryanileri hain olarak gösteren ifadelerdir. Kamuoyu ve Süryaniler tarafından şiddetle protesto edilen bu ifadeler ne yazık lise eğitim kitabı olarak genç beyinlere okutulmaya devam edilmektedir. Bu şekilde farklı inanç grupları üzerinde nefret oluşturacak söylemlerin rahatça kullanabilmesi coğrafyamızda özlenen barış ve kardeşlik içinde bir arada yaşayabilme duygusunu zedelemektedir.
Oysa ki İsa Mesih’in dili olan Aramiceyi konuşan Süryani halkı bu ülkenin kültür hayatına oldukça önemli katkılar sunmuş bir halktır. Bu toprakların Süryani kültüründen mahrum kalması gelecekte ülkenin kültür hayatının daha da fakirleşmesine neden olacaktır.
TÜRKİYE’DE GAYRİMÜSLİMLERE RUM/ ERMENİ/SÜRYANİ/ TÜRK PROTESTAN- KATOLİK PROTESTAN HIRİSTİYAN, MUSEVİ, YEZİDİ, BAHAİ, YEHOVA ŞAHİTLERİNİN UĞRADIĞI DİNİ AYRIMCILIK VE MÜDAHALELER
n 1-Gayrimüslim kimliklere devletin bakış ve müdahalesi, Lozan antlaşması ve tüm gayrimüslim azınlıkların tanınması sorunu,
n 2-Gayrimüslim kimliklere karşı yapılan şiddet baskıya dair bazı uygulamalar,
n 3-Vakıflar kanununu, gayrimüslimlerin el konulan mallarının iadesi sorunu,
n 4-Heybeliada ruhban okulunun açılmaması ve ruhban okulları yasağı sorunu,
n 5-Devletin gayrimüslimlere karşı ayrımcılık ve hoşgörüsüzlüğü beslemesi,
n 6-Devletin gayrimüslimlere müdahale için kilise kurdurmaması,
n 7-Gayrimüslim cemaatlerin mülk edinmelerindeki sorunlar,
n 8-Ekümenik Sıfatını kullanamama,
n 8-Kiliselerin / Havra ve diğer ibadethanelerin sahipsiz bırakılması yağma ve talan edilmesi,
n 9-Din insanı yetiştirememe sorunu,
n 10-Gayrimüslimlere “gavur” “dönme” şeklinde hakaret edilmesi,
n 11-Gayrimüslim din insanlarının eleştiri hakkının engellenmesi,
n 12-Gayrimüslimlerin isim ve soyadlarını değiştirmek zorunda bıraktırmak, mahalle ve yer adlarının değiştirilmesi ihlali
n 13-Gayrimüslim azınlığın uğradığı mağduriyetler de etkin soruşturmama ve cezasızlık,
n 14-Eğitimde düşman tanımı Ermeniler, Rumlar, Süryaniler vd.,
n 15-Gayrimüslimlere ait basın yayın kuruluşlarına soruşturmalar ve akredite sorunu,
n 16-Gayrimüslimlere ait mezarlıkların tahrip edilmesi,
n 17-Türkiye’de bazı gayrimüslimler kendi dini liderlerini seçememektedirler.
n 18-Zorunlu din dersi,
n 19-Devletlerarası sorunların gayrimüslimlere de yansıması,
n 20-Gayrimüslimlerin bazı devlet memurluklarına alınmamaları
n 31-Gayrimüslimlerin kendilerine ait gayrimenkulleri restore edememe sorunu,
n 32-İbadethane sorunu: Türkiyelilerin açtığı Protestan kilisesinin ibadethanelerin faydalandığı desteklerden faydalanamaması ve çıkarılan engeller.
n 33-Eğitimde anne babanın çocuğuna tercih ettiği dini eğitimin yapılamaması,
n 34-Din hanesine dini/ inancını yazma/yazamama sorunu,
n 35-Siyasi Partiler Kanununda Din Özgürlüğüne Müdahale edilmesi ve siyasi partilerin kanuni sıkıntılar nedeniyle gayrimüslimlerin yaşayabileceği sıkıntılar
Güncelleme Tarihi: 28 Kasım 2011, Fotoğraf: Hakan Aytekin Arşivi