Sabah kahvaltıdan sonra Mor Gabriel Manastırına doğru yola çıkacakken, dostlarla karşılaştık. Bilmiyordum, Kıyam bayramının bir hafta sonrasın da, yeni haftanın ilk pazartesi günü ''Mor Aho'' günü olarak kutlanır. ''Biz gidiyoruz, sen de gel'' dediler. Üç gün önceki resametten sonra bir ilki daha yaşayacağım için teklifi hemen kabul ettim. Atladık arabaya, yakın bir mesafeye bazen bozuk, bazen taşlı kayalı ve bazen de lastiklerin açtığı iki yol çizgisinin ip gibi uzandığı, sizi papatyalarla kucaklayan bir yoldan Mor Aho manastırına ulaştık. Pazartesi olmasına rağmen kalabalık Süryani gruplar piknik için gelmiş, göz alabildiğine uzanan doğal güzelliklerin tadını çıkarıyordu.
Yaşlılar yıkıntıların arasında zar zor seçilen medbaha karşı dua ediyor, artık bir çukurdan ibaret kalan mumluğa dileklerini dileyip mum dikiyorlardı. Biz de duamızı edip mum dikmeyi ihmal etmedik. Fakat her nedense zemin ve duvarda ki bazı kırıkların doğal olmadığını hissediyordum. Sanki insan eliyle ve yeni yapılmış gibiydiler. Dostlarım buradaki bir çok manastırda define avcılığı yapıldığını, yüz yıllardır hizmet veren manastırın sırf bir kaç parça altın ya da gümüş uğruna harabeye çevrildiğini söyledi. Hoş bu güne kadar bulunmuş bir şey de yoktu, fakat üretim ve planlamanın yapılmadığı topraklarda ancak bir başkasının malını gasp etme yoluyla zenginlik hayalleri kurulabilirdi.
Tabii Mor Aho manastırının başına gelenler bununla bitmiyor. Manastırın hemen yanı başında henüz bitmemiş bir bina kondurulmuş. Dahası manastırı da içine alacak şekilde çit çekilmiş. Bildiğimiz kadarıyla bin yıldan fazladır papatyalarla döşeli yollardan yürüyerek, Mor Aho'ya ibadet etmeye gelen Süryaniler, bu manastırın birine tapu edildiğinin farkında değillermiş!!! Tapu memurlarının zamanda yolculuk yaparak, bin sene öncesinde işlem yapabilme yetenekleri yoksa tabii...
Aslında bu durum bizim pekte yabancısı olduğumuz bir şey değil. Van'da ki Yedi Kilisenin, editör ve köşe yazarı Fatih Altaylı'ya ait olduğu açıklanmıştı. Yani vakfa ait olması geren kilise ve civarındaki toprağın bir kişiye tapulanmış olması garabeti çokta yeni değil.
Neden böyle bir çaba içinde bu çitleri çeken kişiler? Neden, yılda sadece bir gün gelinen harabe bir manastırı kapatmak derdindeler? Size söyleyeyim. Temel amaç Süryanilerin dini hassasiyetleri üzerinden bir ''rant'' oluşturmak. Zaten bir teklif de söz konusu. Fatih Altaylı'ya benzer tavırla, ''satın derlerse satarız'' cümlesiyle özdeş duygular içinde o çitlerin sahibi.
Güney doğu bölgesinde, mesela benim birinci vitesle ve ancak uzun sürede gidebildiğim Mor Aho manastırına gelene kadar gördüğüm, uçsuz bucaksız topraklar kimin? Neden bir ekim yapılmıyor buralarda? Neden bu kadar az yapılıyor hayvancılık? Bunca toprak, geniş yaylalar, iş bulamayan o kadar insan varken, neden? Neden saf ve temiz bir dini inancın yarattığı rantı gasp ediyor bu insanlar?
Zaten bir avuç kalmış Hristiyan halkın elindeki, son yıkıntılar mı zengin edecek onları ? Farklılıklar kaybolduğundan beri ne kadar fakirleştiklerinin farkında değiller mi? Demir ustaları gitti, dokuma ustaları gitti, tarımla uğraşanlar yok artık. Telkari de olmasa Midyat ne üretebilir? Ne satabilir, manastırı görmeye gelen bu gurbet kuşlarına? Neyle anılır Midyat Süryaniler olmadan?
Bu topraklar bir şeyler üretmeli artık. Tarımla üretmeli, hayvancılıkla üretmeli, sanayi ile üretmeli ama üretmeli. Hayat, buradaki organizasyon eksikliğini hissettiriyor bize. Yıllardır yönetilemeyen bu topraklarda her şey var. Toprak, insan, doğa. Eğer üretmeyi beceremezsek, çocuklar okula gitmek yerine turistlerin peşinde dolanmaya devam edecek. Azınlığın elindeki, çoğunluğa ''çok'' görünecek. Eğer yönetmeyi beceremezsek birbirimizden yiyip, birbirimizi yiyeceğiz. İçinde yaşadığımız zenginliği, fark etmeden öleceğiz...
Yazı ve Fotoğraflar: Faruk Kahraman , Güncelleme Tarihi: 29 Nisan 2014