“Kendi içinde bölünen ülke yıkılır. Kendi içinde bölünen kent ya da ev ayakta kalamaz.” Matta 12: 25
Çoculuğumu Samatya’da yaşadım.Gerek okul öncesi , gerekse okul döneminde zamanımın büyük kısmı dışarda, arkadaşlarımla sokakta geçerdi.Sokakta oynadığımız çeşitli oyunlarla akşamı eder ,eve ; ancak annelerimizin birkaç seslenmesi sonrası oda yorgun argın bir şekilde dönerdik. Bostanlar,Samatya sahili,Yedikule surları,Çukurbostan ise sokağımız dışında geçirdiğimiz mekanların başında gelirdi. Sokak köpekleri ve kedileri ile arkadaş gibiydik.Ağaçları,çiçekleri,bir çok sebze ve meyveyi yakından tanırdık.O kadar çok farklı şeylerle uğraşırdık ki sıkılmak nedir bilmezdik.
Yeri gelir köpeklerin,kedilerin vücudunda ki keneleri çıkarır, yeri gelir kertenkelelerin yumurtalarından çıkmasını günlerce takip ederdik. Hiç unutamadığım bir uğraşımız ise Pehlivan Böceği yakalamak idi. Tarantulanın minyatür boyutunda olan Pehlivan Böceği aslında bir tür örümcektir.Fakat onu örümceklerden ayıran özelliği ağ örmemesi ve toprağın altındaki yuvalarında yaşamalarıdır.Bu böcekleri yaklamamazın ilk aşaması yaşadıkları yuvaları bulmak idi. Toprak üzerinde yuvaların delikleri yaklaşık bir santimetre çapında ipeksi bir kapakla korunurdu.Salgılarıyla oluşturdukları bu kapakları bulunca sıra onları yakalamaya gelirdi.Ucuna ip sarıp ve tükürüğümüzle ıslattığımız süpürge otunu delikten aşağı sarkıtıp böceği uyarırdık.
Rahatsız ettiğimiz böcek bir süre sonra kıskaçlarıyla bunu ısırır ve bir balık gibi ip sardığımız kısma takılırdı.Bizde süpürge otunu yukarı çekip böceği bir kutuya koyardık. Daha sonra yakaladığımız böcekleri birbirlerine dalaştırır, kendi böceğimizin üstün gelmesini bekleyerek onların dövüşünü izlerdik.Hiç unutmam bir keresinde konuşmaya dalıp süpürge otunu yuvanın içinde unutmuş , yuvadan çıkan böcekte bacağımı ısırmıştı.Acı ve kanama nedeniyle çok korkmuş,zehirleneceğimi düşünmüştüm.
Toprağın altında ki yuvalarında kendi hallerinde yaşayan bu böcekleri yakalayarak birbirleriyle dalaşmaları için çabalardık.Hepimiz kendi böceğimizin kavgada üstün gelmesini isterdik.Aslında birbirleriyle bir dertleri olmayan bu böcekleri birbirlerine karşı düşmanlaştırmış olurduk.
Süryani halkında yaşanan bölünmelerle ilgili ne zaman bir yazı okusam veya bir konuşma dinlesem aklıma çocukluğumun bu pehlivan böceği hikayesi gelir. Aynı yuvadan çıkan böceklerin dalaşmasından pek farklı olmadığını düşünürüm yaşanan bu ayrılıkları.
Tarihsel süreçte yaşanan dinsel tartışmalar ve siyasi baskılar Süryanilerin sürekli bölünmeleri ile sonuçlanmıştır.Bu bölünmeler beraberinde yeni adlandırmalara ve buna bağlı birbirinden farklı gruplarmış gibi algılanan toplumların oluşmalarına neden olmuştur.Bu adlandırmalarda yeri gelmiş Nasturi, Yakubi, Maruni gibi din adamların isimlerinden esinlenmiş, yeri gelmiş Keldani gibi tarihsel bir mirastan yararlanılmıştır. Ama konulan her isim onu diğerinden farklı görmesine ve uzaklaşmasına neden olmuştur. Öyle ki önceleri Nasturi olan ama bir şekilde Roma’ya bağlananlar Keldani diye adlandırılmış ve kendini Nasturiler’den ayrı görmeye başlamıştır. Yine aynı şekilde önceleri Melkit olup sonraları Katolik Kilisesi’ne bağlananlar Maruni olarak adlandırılmış ve kendini Melkit tanımlamasından tümüyle koparmıştır.
Aynı yuvadan çıkıp diğeriyle dalaşan Pehlivan Böceği misali kendini farklı görme olgusu dinsel temelli tartışmalarla sınırlı kalmamış ve bunu sosyal,kültürel,ekonomik ve siyasi faklılıklar takip etmiştir.Kentte yaşayan kasabada yaşayana , köyde yaşayan kasabada yaşayana faklı gözlerle bakmıştır.Süryanice bilenler ile Süryanice bilmeyenler tanımı ortaya çıkmış ve birbirlerini farklı yorumlamalarına neden olmuştur.Toplumda yöneten ve yönetilenler kavramı oluşmuş ,yönetimde söz sahibi olmanın kıstası bilgi,kültürden çok maddiyata dayalı güç olmuştur. Diasporadaki sosyal ve siyasi çalışmalar sonucu ortaya atılan tezler toplumsal tartışmalar yaratmıştır.Bu tartışmalar beraberinde Asuri ve Arami adıyla bölünmelere neden olmuştur.
Yaşanan göçler sonucu oluşan cemaatler arasındaki yetersiz iletişim beraberinde benim cemaatim senin cemaatin olgusunu yaratmıştır.
Aslında bir toplumu zenginleştirmenin ötesine geçmemesi gereken bu farklılıklar nedense sürekli toplumsal erozyonlar yaratmıştır. Bu farklılıklar dinsel bağlamda oluşunca din adamları ,siyasal ve sosyal bağlamda oluşunca da söz sahibi sivil bireyler bu anlaşmazlıkları giderme gayretine pek girişmemişlerdir.Az olsun ama benim olsun düşüncesi sonucu ayrılmalar ve kopmalar süreklilik kazanmıştır.
Sen batılısın ben doğuluyum İle başlayıp sen Asurisin ben Aramiyim şeklinde devam eden dalaşmanın sonucu nereye varır pek kestiremiyorum ama bildiğim şu: Dalaşan pehlivan böceğinden biri diğerini öldürürdü. Diğeri ise aldığı yaralardan dolayı bir daha kendine gelemez ya bir süre sonra ölür yada biz orayı terk etmiş olurduk.
Yazı ve Fotoğraflar: Yusuf Atuğ; Güncelleme Tarihi: 9 Mart 2020