Sitemizin yayın hayatına atıldığı ilk zamanlarda, okur mektupları köşemizde sevgili yönetmen dostumuz Hakan Aytekin'in gurbette yaşayan bir Süryani olan İsa Bakır'a hitaben yazdığı bir
mektubu yayınlamıştık.
Hollanda'da da yaşayan İsa Bakır, 1992 yılında TRT-INT'teki "İstekler" programına yazdığı bir mektupta, yapımcılardan Orhan Gencebay'ın "Hasret Rüzgarı" adlı bir parçasını çalmalarını istiyordu. Rastlantı sonucu Hakan Aytekin'in eline geçen bu istek mektubu, birbirini tanımayan iki kişi arasında bir mektup trafiği oluşmasına neden olur. Fakat Hakan Aytekin'in yazdığı mektuplar bir türlü İsa Bakır'a ulaşmaz. Güneydoğu Anadolu'daki Süryani kültürünü konu edinen bir belgesel film çekmeye hazırlanan Hakan Aytekin ,bu sırada site ekibi ile tanışır ve onlara bu olaydan bahseder. Kısa bir araştırmadan sonra İsa Bakır'ın yeni adresini bulan site ekibi, Hakan Aytekin'in bu zor serüvendeki işini biraz daha kolaylaştırır. Hakan Aytekin en son yazdığı mektubu, bulunan yeni adrese gönderir. Bu arada söz konusu mektup, yeni mecralarda da dolaşmaya başlar.
Hayalet Gemi adlı derginin 62.sayısında,
www.suryaniler.com ve
www.minidev.com adlı sitelerde bu mektup yayınlanır. Mektubun yayınlanmasından sonra sessiz bir bekleyiş içine girilir.
"Sevgili Hakan Aytekin,
...
Gururdan tiksindiğim kadar beni gururlandırdın.
Bu demek oluyor ki, O yaratıcı Aydınlatıcı Yaşatıcı Işık, sevgi ile seni bir potada erittiğini gösteriyor. Bu nurlu kelimelerle süslenmiş mektubunu okurken, kelimesi kelimesine beni büyüledi. Heyecanla doyumsuz bir zevkle tek nefesle okumaya çalıştımsada o büyük ustalıkla güzel Türkçeyle kurulmuş cümlelerle, abartmadan söylüyorum beynimde ani bir duraksama oldu. (Zaten Türkçe yazılmış mektupleri okumayı uzun bir zamandır özlemiştim.)
Sanki o ışık gözlerime tüm gücüyle vurmuştu yolumda rehber olacak yerde bana kör bir kişinin halini yaşatmıştı ve içimde bir ürküntü salmıştı ve aynı anda O sevgiyi hissetmiştim.
Artık hangi güçle, hangi zekayla ve kuvvetli kalemle bu sevgi dolu mektubunun sahibine caizle bir şekilde cevap yazacağımı diye acizlik yaşadım.
Bu güzel içerikli, yakınlıkla yazılmış, öğretici, ve samimiyet dolu mektubundan dolayı beni mahcup bıraktın. Mektup aracılığıyla olsa da öyle biri tanıdığım olduğu için kendimi bahtiyar sayıyorum. En önemlisi ise seni Mesihte kardeş bildiğim için keyiften göğsüm kabardı.
Haklısın mektubumdan farkettiğin gibi yanlış yapmaktan çok korkuyorum bundan dolayı bu konuda hassas biriyim. Çünkü 21 yıldır muntazam bir şekilde ne yazıyor ne konuşuyorum. Çok seyrek bir şekilde Türkçeyle ilişkim var. Türkçeyi sadece okuyor ve duyuyorum. Ve böylece mektubundan belli oluyor ki, mektubumun her bir kelimenin ağırlığını, manasını tartmışsın ve böylece huyumun derinliklerine inip, bir Ruhbilim doktoru gibi beni tanımış oldun.
Ey sevgi dolu insan, çok kıymetli mektubunu 23 Temmuz 2001 tarihinde aldığım halde maalesef istediğim gibi cevabını zamanında yazamadım. Sebebi de iyi ve geniş bir cevap yazmak için sabıra aldım, gene de sabır dışı oldu. Lütfen bağışla.
Amacım benim noksanlıklarımı senin tarafından düzeltilmesidir, çünkü ben gerçekten artık Türkçe yazmayı cesaret etmiyorum. Ama, neyse önemi az olan bir konuyla başını ağırtmayayım.
Mektubunun cevabını Doğuş bayramından önce, Bayram ve Yeni yıl havasında eline zamanında geçebilmesi ve onu yazmak için masaya oturduğumda televizyon açıktı ve TRT-int dalgasını yarım gözle seyrediyordum. Ama, kulaklarımı iyice kabartmıştım. Baktımki, televizyonda Ebru Keser Erdanın sunduğu "VER ELİNİ ANADOLU" adlı programı çıktı ve başlangıcında Mardin sözcüğü düştüğünde dikkate kesildim ve hemen kalemi bırakıp izledim. Bunda dolayı mektuba ayırmış olduğum zamanı kullanmamış oldum ve sonra ha bugün ha yarın derken tahammül edilmeyecek anlamda mektubunun cevabı geç kaldı.
Bu izlenim beni gene hasrete boğdu ve o eski hatıralarımı ve yaralarımı tazeledi.Filmin büyük bir kısmı, Süryanileri içeriyordu. Seyrede seyrede insanı küçük düşürecek anlamda kahrediyordu. İnsanın canını bezdiriyordu çünkü içimde hep: Hani nerede? O Süryaniler inşa ettikleri Köy ve Vilayetleri. Neden bomboştur, neden içinde oturmuyorlar bu ne biçim kabustur YARABBİM.
Sunucu, bir ihtiyara taş yontarken şu soruyu soruyor: Kimden aldınız bu sanatı, kimden öğrendiniz? İhtiyar cevap veriyor: Eski Hıristiyanlardan, Eski Süryani Kadimlerden aldık diye cevap veriyor. Soru: Peki hala Süryani ustat var mı burda? Diye gene soru soruyor. Cevap: Var, daha var ama şurda Midyatta yok. Hep Almanyaya sağa sola gitmişler.
Evet Mardin'de 35 cami 18 kilise 8 medrese var diye söylüyor. Ve sunucu ekliyor şimdi bütün dünyada 15 bin Süryani yaşıyor diye söylüyor. Ama, öyle olsun demek ki bilgileri bu kadarmış. Sonra Mardindeki Deyrulzafaran Manastırını gösterirken insanın içinde bir heybet uyandırıyor, böylece gittikçe hüzüne kaplamama sebep oldu. Sonra Savura gidiyor sonra ise Midyata. Malum Midyat'ın uzaktan çekilmiş genel görüntüsünü bazende kısa olarak yakından çekilmiş görüntüler yayıldı ve Süryani kuyumcuların telker işini ve Dayrulummur Mor Gabrieli gösterdiler...
Sayın Hakan, 20 yıl sonra ilk kez 2000 yılı yaz tatilinde Türkiye'yi ve 26 yıldan fazla Midyat'ı görebilme şansına sahip olabildim. O Midyat, hafızamdaki Midyat deyildi artık. Süryanilerden boşalmış sokakları, bozulmuş evleri taşları alt üst olmuş adeta bir harabe oldu o Midyat.
O Süryani taşlar turist Süryanilere sitemde bulundukları gibi bir nevi hal taşıyorlardı, sanki ızdırap kusuyorlardı, acıdan yağmur olupta başımıza yağıp kendilerini hatırlatmak istiyorlardı. Ya evler, sokaklar bağırıp çığlıklar atıyor, "bizleri artık tanımıyorsunul?" gibi fakirce, miskince sorular soruyorlar gibiydiler. Bir bakımdan bezmiş, hallerinden dolayı güzellikleri Süryanilikleri tükenmişti ama gene de uzaktan yakından umutlanıyorlardı. Onlar hep konuştu, ricalarda bulundu ama Avrupalılaşmış kulaklar onları duymuyorlardı.
O tatilde, o yöreleri gezip tekrar yaşadığım halde yine büyük bir hasreti içimde taşıyarak Avrupa yaşamına geri dönmek zorunda kaldım. Çünkü, o mektupta okuduğun ve özlediğim içinde doğup büyüdüğüm köyümü görme nasibim olmamıştı.
Bazen yaşamak insana bela bile olabiliyor.
O köyüm, Dağiçi Harapmişki köyüm yasak bölge içinde kaldığı için onun kokusunu ancak Mor Malke damından sezebildim. Yanıp tutuşarak o damdan arada bulunan o iki tepeyi açasım geliyordu. Ama neçare şansım rüyalara kaldı.
Evet yirmi yıl sonra yöremi ziyaret ettiğim halde bir bakımdan gene boş döndüm sayılır. Eski adı Harapmişke olup manası da Fareler harabesi olduğu halde, adi öyle güzel öyle tatlıdır ki sanki ona ana baba diyesim geliyor.
Demek gülmek bize yasakmış. Evet iyi okumuşsun, o köyümü kalbimin en derin köşelerinde hem yaşıyor hem yaşatıyorum. Ve özlemimi elimde olmadan satırlara sindiriyor, satırlarla avunuyorum ama başka dermanı varmıdır ki?
Saygı değer sevgi dolu Mesihte kardeş, sende mektubunda değindiğin gibi gurbette yaşamak, kırılmak bizim Süryanilerin bir yaşam tarzı haline geldiğini kabul etmek artık boyun eğmekle kendimizi memnun kılmak kaldı. Sanırım haklısın. Dahası fazlasındandır galiba.
Mektubumun çöp kutusunda bulunması ve senin gibi bir kişinin eline geçmesi şans eserinden başka ne olabilir ki?..Mektubun TRT-ye gönderilmesi ve yıllar sonra büyük bir metropol şehrinde 10-12 milyon içinden senin eline geçmesi sevinçten uçasım geldi. Gerçekten akıl almaz bir mucize gibi olaydır. Demek ki insan herşeye rağmen gene de ummadığını bulabiliyormuş. İstekte bulunduğum Hasret Rüzgarı şarkıyı çalmadılar ama onun yerinde Belkis Akkale'nin "Bugün Bayram Günüdür" derler adlı şarkısını çalmışlardı. Ve bir akrabamın tarafından Almanya'da video kasedine kaydedilmişti ama işte yine bir darbe. Yani, sonra bir şanssızlık zincirine bir halka daha eklendi ve band yanlışlıkla silindi.
Ama daha silinmeden evvel bandı seyretme şansım olmuştu. Evet maalesef mektup açacağından hiç bahsetmemişlerdi ve yürütme gereğince kurallara uydular. Malum ya karanlık işçileri işlerini yapıyorlar. Görevlerini yerine getirmek zorundalar ya.
O yaşlı teyzeden almış olduğun ev şarabından yuvarlamış olduğun iki kadehten afiyet olsun, sağlık versin diyorum.
ÖZELLİKLE: PASKALYA DENİLEN BAYRAMINI BİR DAHA MÜBAREK OLSUN DİYORUM
Saygılarımla
İsa Bakır
NOT: Hakan Aytekin, on yıla yayılan bu mektup trafiğini "Bir İletişim Serüveni" adı altında, kitap büyüklüğünde bir dosyaya dönüştürdü. Basım olanağı bulunabilirse bu çalışmanın bir kitap olarak basılması mümkün görünüyor. İlgi duyan arkadaşlarımız varsa bize yazabilirler.