Donald Quataert, 19. yüzyıl boyunca Osmanlı imalat sektörünün geçirdiği dönüşümleri incelediği çalışmasının elit dünyası –bürokratlar, aydınlar ve politika üretenlerin dünyası- üzerinde yoğunlaşan Osmanlı tarih yazıcılığı geleneğinden bir sapmayı temsil ettiğini yazmaktadır. (1) Quataert’in çalışması, söz konusu egemen yaklaşımın aksine, Osmanlı tarihine sıradan halkı, daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse sıradan köylü, zanaatçı ve imalatçıları, katma çabasıdır. Son on beş yıl içerisinde yayınlanan ve Süryanilerin tarihini inceleyen Türkçe kitapların bir çoğunda var olan kilise elitleri merkezli anlatı göz önüne alındığında Quataert’in altını çizdiği türden bir sapma ve katkının Süryaniler ile ilgili –en azından Türkçe- tarih yazımı için gerekli olduğu kanısındayım.(2)
Osmanlı İmparatorluğu’nun taşra vilayetlerinde yaşayan toplumsal aktörlerin sosyal, ekonomik, politik ve kültürel faaliyetlerini inceleyen kimi yeni çalışmalar dolaylı olarak da olsa Süryani tarihini “sıradan” insanlarla doldurma yönünde önemli katkılar sunmaktadır. Bu noktada referans yapabileceğimiz çalışmalardan biri Dina Rizk Khoury’nin “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Taşra Toplumu: Musul, 1540-1834” adlı kitabı.(3) Khoury büyük ölçüde 18. yüzyıla odaklanarak değişen toplumsal ve ekonomik dinamiklerin ışığında Musul kent merkezi ve taşrasındaki toplumsal mücadeleleri ve bu mücadeleler sonucunda ortaya çıkan yeni siyasi elitleri incelemektedir. Yazarın Musul taşrasındaki toplumsal dönüşüm ve mücadeleleri anlatırken sıklıkta referans yaptığı köylerden biri de Süryani Ortodoks cemaatinin önemli dinsel merkezlerinden biri olan Karakuş’tur.(4) Kitapta Karakuşlu Süryani köylülerin toplumsal örgütlenmesi ve ekonomik faaliyetleri, kentli elitlerden Celili ailesinin köy üzerinde tesis ettiği egemenlik, köylülerin toprağı kullanma hakları için Celililer ile yaptığı mücadele detaylı olarak incelenmektedir.(5)
Bu kısa makale zaman odağını bir yüzyıl öteye, 19. yüzyıla, taşımaktadır. Dünya çapında yaşanan baş döndürücü gelişmelerin etkisiyle bu yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda sanayileşme çabalarının, kitlesel göçlerin; ulaşım, haberleşme ve kentsel hizmetleri kapsayan yoğun altyapı yatırımlarının ve devletin taşradaki nüfuzunu arttırmak için girişilen yasal ve idari düzenlemelerin çağı olmuştur. Çoğunlukla imparatorluğun taşra vilayetlerinde yaşayan Süryani köylü, işçi, zanaatçı ve tüccarların bu gelişmelerden bağımsız kalabildiklerini düşünmek pek mümkün görünmüyor. Avrupa ülkelerinden artan tekstil ürünleri ithalatına karşı varoluş mücadelesi veren ve yeni üretim stratejileri geliştiren zanaatçıların, buharlı gemilere binerek yeni dünyaya adım atmaya hazırlanan binlerce göçmenin yada açılan modern okullarda eğitim görmeye başlayan çocuk ve gençlerin arasında azımsanmayacak sayıda Süryani de vardı.(6) Bu makalenin amacı Süryanileri homojen ve çevrelerinde yaşayan halklardan izole bir grup olarak kurgulamadan onların yukarıda altı çizilen toplumsal dönüşümleri nasıl deneyimlemiş olabileceklerine dair bir takım ipuçları yakalamaya çalışmaktır. Makalenin bağlamı ise 1860’lı yıllarda yapılan vilayet reformudur.
Salıh Köylüleri Osman Timur Ağa Karşısında
1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi, merkezi otoritenin taşradaki nüfuzunu ve gelirlerini arttırmaya hedefleyen Tanzimat Dönemi yasal ve idari reformları arasında önemli bir yer tutmaktadır. Nizamname ile vilayetler idari olarak yeniden örgütlenmiş, yerel hükümetin işleyişini kolaylaştırmayı amaçlayan yerel meclisler kurulmuş, merkezden atanan vali ve diğer bürokratların görev ve yetkileri belirlenmiş ve konumuz için en önemlisi nizami mahkemeler kurulmuştur. Nizami mahkemeler atanmış hükümet görevlileri ile seçilmiş yerel üyelerin oluşturduğu meclislerdir ve 1858 tarihli Ceza Kanunu uygulamak ile yükümlüdür.
Mezkur vilayet sisteminin Diyarbakır’da uygulanmaya başlanmasıyla yeni kurulan nizami mahkemelerin önüne Süryani nüfusun yoğun olarak yaşadığı köyleri ilgilendiren davalar gelmeye başlar. Bu davalardan biri Midyat kazasına bağlı Salhe (Salıh/Barıştepe) köyüne Midyat ahalisinden Osman Timur tarafından yapılan saldırılar hakkındadır. Mahkeme, olayların sebep ve faillerini açığa çıkarmak için 13 Mart 1869 tarihinde saldırının gerçekleştiği tarihteki Midyat Kaymakamı Süleyman Ağa ile Kercevs (Kercos) Nahiyesi Müdürü Emin Ağa’nın ifadelerine başvurur. Sözlü ifadesi alınırken, olaylar hakkında hazırladıkları mazbatayı hatırlamadığını söyleyen Emin Ağa daha sonra gönderdiği yazılı ifadede ise Salıh ve Bote (Bardakçı) köylerinde Osman Timur ve Ömerzadeler arasında ağalık mücadelesi bulunduğunu ancak tarafların daha sonra mezkur köyler ahalisi ve kendisinin araya girmesiyle barıştırıldığını beyan eder.(7) Mamafih, ağaların barıştırılması köylülerin üzerindeki baskıyı azaltmayacaktır.
Sabık Midyat Kaymakamı Süleyman Ağa ise ifadesinde köylülerin eylemlerine dair bir takım önemli ipuçları sunmaktadır. Olaylar olduğu vakit Mardin’de olduğunu söyleyen Süleyman Ağa Salıh ve sair köylerin Hristiyan ve Müslüman ahalisinin de Osman Timur’un zulmünden şikayette bulunmak maksadıyla Mardin’e gelmiş olduğunu bildirir. Köylüler üzerlerindeki zulüm kaldırıldığı takdirde köylerinin aşar vergisini zammıyla birlikte kendilerinin toplamasını talep ederler. Lakin, yine Süleyman Ağa’nın ifadesine göre, köylerin aşarının Osman Timur ve Ömer Hacı’ya verilmesi için Süryani Patriği Yakup araya girer ve köylüler geri dönerler.(8) Bu noktada şunu vurgulamak gerekir ki patriğin Osman Timur lehine aracılık yapıp yapmadığına dair, bu kısa çalışmamızda kullanılan belgede, sabık kaymakamın ifadesi dışında başka bir veri bulunmamakta. Diyarbakır vilayetindeki toplumsal mücadeleleri sosyal, ekonomik ve kültürel bağlamlarıyla inceleyecek bilimsel çalışmalar eğer gerçekleşmişse patriğin söz konusu arabuluculuğunun nedenleri anlayabilmemiz konusunda bizlere önemli katkılar sağlayacaktır.(9)
Şikayetçilerin köylerine geri dönmesinden bir müddet sonra Osman Timur’un adamları Salıh Köyü’ne gelerek şikayetçileri darp etmiş ve cezalandırmıştır. Salıh’a yapılan bu saldırı hakkında 7 Mayıs 1869’da hazırlanan fezlekeye göre haylice tetkikat yapılmasına ve ifadelere başvurulmasına rağmen Osman Tümur’un adamları tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen fiiller ispat edilememiş ve vukuatın tetkiki ileri götürülememiştir.(10) Şikayetçilerin başına gelenler düşünüldüğünde ifadelerine muhtemelen başvurulmuş olan diğer köylülerin neden fiillerin ispatını sağlayacak ve tetkikatı ileri götürecek ifadeler ver(e)mediği anlaşılabilir.
Mardin’e ağaları şikayete giden Hristiyan ve İslam köylülerin başlarına daha sonra neler gelebileceğini bilmemeleri, özelikle de Osman Timur ve Ömerzadeler arasındaki ağalık mücadelesine de tanıklık etmiş olmaları göz önüne alındığında, pek mümkün görünmüyor. Buna karşın kaza merkezine gidip Osman Timur’u şikayet etmekten sakınmamış ve taleplerini ortaya koymuşlardır. Köylülerin, aşarı zammıyla birlikte kendilerinin toplayabileceklerine dair vurguları, Tanzimat reformları ile gelirlerini arttırmaya çalışan merkezi yönetim ve onun taşradaki temsilcileri olan bürokratlar ile bir ittifak kurma çabası olarak yorumlanabilir. Daha sonra yaşananlar göz önüne alındığında köylülerin bu stratejilerinin başarılı olduğunu söylemek güç görünüyor. Lakin, sonuç bölümünde biraz daha detaylı tartışacağımız üzere, sonu yenilgiyle bitmiş olsa dahi köylülerin bu türden mücadele ve taleplerini hatırlamanın bugün için daha adil bir dünya tahayyül eden insanlar için önemli olduğu kanısındayım.
Aynverd’de Bir Adavet-i Kadime
1869 yılında Diyarbakır vilayetindeki mahkemeleri meşgul eden köyler sadece Salıh ve Bote değildir. Diyarbakır Valisi İsmail Hakkı 13 Mayıs 1869’da Dahiliye Nezareti’ne yazdığı bir yazıda 1285 (1868-1869) senesi içinde Midyat Hristiyanları’ndan Şabo’nun bir takım Ekrad (Kürtler) ile birlikte Aynverd (Gülgöze) köyüne hücum edip katl ve yağmaya cüret ettiğini bildirmektedir. Valinin ifadesine göre olayla ilgili tetkikat sonrasında hazırlanan mazbata ve istintakname zarflanarak bakanlığa gönderilmiştir.(11) Ne yazık ki, Aynverd olayı hakkında bilgi edindiğimiz belge dosyasında, Salıh ve Bote örneğindeki türden, istintakname ve raporlar bulunmamakta. Bu sınırlamaya rağmen söz konusu belge bizlere en azından Midyat kazası ve köylerinde yaşayan Süryanilerin homojen bir toplum olmadığını aksine yerel güç mücadelelerinde farklı saflar içerisinde yer alabildiklerini göstermektedir.
Bu noktada önemle belirtmek gerekir ki söz konusu, belge toplumun heterojen yapısına gönderme yapan tek emsal değildir. Örneğin, Aynverd Köyü’nde yaşanan bir çatışma 1883 yılı Ocak ayında Diyarbakır vilayeti ile Dahiliye Nezareti arasındaki yazışmalara yine konu olur. Vilayetten nezarete gönderilen bir telgrafta yazıldığına göre, “Aynverd karyesi Hristiyanları’nın münazaa-i (çekişme) maruzası bir kızın tezvicine (evlendirme) zaten aralarında adavet-i (düşmanlık) kadime olan iki taraftan talip çıkmasından” ileri gelmektedir.(12) Yine vilayetten gönderilen bir diğer telgrafa göre bir kişinin öldürülmesi ve iki kişinin yaralanmasına neden olan olaylar ancak Midyat kaymakamı ve bir bölük askerin köye varmasıyla bastırılabilmiştir.(13)
Elimizdeki belge, Aynverd’deki taraflar arasındaki adavet-i kadimenin olası toplumsal, ekonomik ve kültürel nedenleri hakkında sessiz kalmaktadır. Buna karşın Aynverd’e dair bu ve bir önceki belgelenin bizlere sunduğu bilgi kırıntıları, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’deki azınlık toplumlarını homojen gruplar olarak kurgulayan egemen tarih yazımının ve popüler inanışın ciddi bir eleştirel süzgeçten geçirilmesi gerektiğine dair önemli ipuçları sunmaktadır.
Sonuç Yerine
Bu kısa yazı, konusu Süryanilerle ilgili olmayan bir doktora tez çalışması sırasında, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan belgeler ile hazırlanmıştır. Osmanlı Arşivi, anlatısının merkezine Süryanileri ve/veya onların yoğun olarak yaşadıkları bölgeleri alacak çalışmalar için oldukça önemli kaynaklar sunmakta. Bunlar ve diğer tarihsel kaynaklar –kilise kayıtları, vilayet salnameleri, hatıralar, süreli yayınlar, konsolosluk raporları - detaylı bir şekilde incelendiğinde ve eleştirel bir okumaya tabi tutulduğunda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “sıradan” Süryanilerin gündelik yaşamlarına dair bir anlatı ortaya çıkarmak çok zor olmayabilir. Böyle bir anlatı milliyetçi tarih yazımlarının çok fazla problematize etmediği yenilmiş ve unutulmaya terk edilmiş tarihsel alternatifleri –örneğin sosyal eşitsizliklere karşı geliştirilen talepleri ve direniş stratejilerini- de tekrar hatırlamamıza vesile olabilir. Böyle bir hatırlama deneyimi ise, bugün için daha demokratik(14)bir dünya arzulayan insanlara umut ışığı verebilir. Salıh ve sair köylerin Hristiyan ve İslam ahalisinin ağalara karşı verdiği mücadele bu satırların yazarına o ışığı vermektedir.
Can Nacar, Güncelleme Tarihi: 13 Mart 2009