Kuzey Mezopotamya’nın ve Güneydoğu Anadolu’nun kadim halklarından biri olan Süryaniler, yaklaşık dört bin yıldır yaşadıkları ve ürettikleri bu coğrafyadan çok uzaklara, dünyanın dört bir yanına dağılmış durumda. Günümüzde kendi coğrafyalarında yeterince bilinmeyen, tanınmayan ya da unutulmak istenen bu halk, Kuzey Mezopotamya’nın
ilk Hıristiyan halklarından. Hatta İsa’ya Kudüs’ten sonra kavim halinde ilk inananlar olarak da anılıyorlar. Bu halkın
Arami ya da
Asuri kökenini öne çıkartan bir dizi tartışma süre dursun, binlerce yıldır bu bölgede yaşayan, arkaik dinlerden İsa’nın öğretisine dek geniş bir yelpazede izler taşıyan bu halk, 20. yüzyılın başlarından itibaren paylaşımcı savaşların, kıyımların, baskıların ve en az bu faktörler kadar modernizmin “mihmandar”lığında artık bir
diaspora halkı. Türkçe sözlüklerde “
diaspora” sözcüğü için önerilen “
kopuntu” sözcüğünün en azından bizim coğrafyamız açısından “hakkı”nı veriyorlar adeta. Toprağından kopmuş, kopartılmış bir halk
Süryaniler…
Sayılar yeterince berrak değil. Çokluk duygusu yaratma isteğinin öne çıktığını düşündüren sayılara bakılırsa bugün dünyada altı milyon Süryani yaşıyor. Kendisi de Bitlis’ten göçmüş Ermeni bir ailenin diasporada, ABD’de doğmuş bir bireyi olan William Saroyan’ın1 bir öyküsünde de dile getirdiği gibi bu sayılar çok abartılı. Çünkü bu kültürü kendi coğrafyasında sürdüremeyen bir halkın diasporada niceliği öne çıkartma eğilimi, niteliğin önemini perdeliyor. Çok olmanın “olmak” anlamına gelmesi bir yanılsama sayılabilir. Türkiye’de yaşayan Süryanilerin sayısının on beş bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Süryani kültürünün en az bozulmuş haline rastlayabileceğimiz Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Mardin ve Midyat çevresindeki Süryani nüfusu ise yaklaşık iki bin.
Uzaktalar… Çok çok uzakta… Akılları burada, gövdeleri orada… Doğdukları coğrafya çoğu için ve çoğu zaman bir düş ülkesi. Bu düş ülkesine yapılacak bir yolculuk ise hemen hepsinin düşlerini süslüyor. Kendisi de bugün diasporanın bir parçası olan, Hollanda’da yaşayan İsa Bakır’ın deyişiyle; “dönme isteği yüzde yüz, ama dönme olanağı yüzde kırk dokuz” çoğunun…
Midyatlı Cercis Şüşe’nin oğlu Bıtrıs Öğünç de bugün doğduğu topraklardan binlerce kilometre uzakta, Almanya’da yaşıyor. Oysa bir zamanlar, 1954-1969 yılları arasında Midyat'taki Mort (Azize) Şmuni Kilisesi'nde hem cemaate ibadet yaptırıyor hem de kilise bünyesindeki medresede eğitim veriyordu. Dilin ve dinin aktarımında önemli bir isimdi, Cercis Şüşe’nin oğlu. Onun eğitmenliği altında 60'dan fazla sınıf düzenlenmiş, kızlı-erkekli farklı seviyelerde öğrenciler din, Süryanice dili, tarih ve İngilizce dersleri görmüştü. O dönemde Bıtrıs’ın uğraşlarından biri de el yazmacılığı yöntemiyle kilise bünyesindeki kitapları kopyalayıp gelecek kuşaklara aktarmaktı. Onu tanıyanlar ve el yazmacılığı geleneğini iyi bilenlere göre, Bıtrıs eli iyi kalem tutan bir hattattı. Fırsat buldukça yazıyordu, tıpkı kendisinden önce, yaklaşık 2000 yıldır yazarak geleneği geleceğe aktaranlar gibi… Adet olduğu üzere, bu tür kitapların sonunda bir tür tarih düşülür, dönemin önemli olaylarına değinilirdi. Onun elinden çıkan bir “fanqitho” * nun son sayfasının satırlarına da bazı notlar düşülmüştü:
“Ey kardeşlerim,
Bilmenizi isterim ki, Pazar akşamı çok kar yağdı ve kimse kar yüzünden kiliseye gelemedi. 40 gün boyunca kar yağdı. Tüm araba ve yaya yolları kapandı…
Bu kitap 13 Nisan 1967’de yazıldı. Büyük Oruç’un beşinci haftasının Perşembe gününde bitirildi. Midyat’taki Mort Şmuni Kilisesi’nin batı yönünde bulunan odada tamamlandı. Bu odada dönemin medrese çocuklarını eğitiyordum.”
Şu mukaddes kitabı yazan Midyatlı Cercis Şüşe oğlu Bıtrıs Öğünç, 13.4.1967
Kim bilir kaç kitabı böyle kopyaladı, o yıllarda... Ve nice küçük ayrıntıyı tarih düştü, sivil tarihin farkına varılmayı bekleyen bu incelikli satırlarına…
“Fanqitho”daki bu satırların yazımından 40 yıl sonra, 21 Nisan 2006 tarihinde Midyatlı Cercis Şüşe oğlu Bıtrıs Öğünç’ün yolu yine Midyat’a düştü. Yine Büyük Oruç dönemiydi. Bu kez Mort Şmuni’de olmasa da, güzel bir rastlantı ona aynı “fanqitho”yla cemaati ibadet ettirme fırsatı yaratmıştı. Kırk yıl önce yazdığı fanqitho kürsüde duruyordu. Muhtemelen çocuğunu sever gibi açtı bu “fanqitho”nun sayfalarını. Satırları okumaktan çok sanki çocuğun gözlerinin içini okudu. İbadetten sonra Bıtrıs, kırmızı bir kalemle yeni bir not düştü, kırk yıl önce kendi elinden çıkma bu “fanqitho”nun tükenmiş satırlarının altına:
“ Kırk sene sonra, Çarmıha Geriliş Cuması’nda, kendi yazdığım bu fanqitho’ya rastladım ve onda dua ettim. Papaz Fetrus Öğünç Şüşe”, 21.04.2006
İsa’nın Çarmıha Gerilişi Haftası ya da Süryaniler arasındaki daha yaygın ifadeyle “Elem Haftası”nda kendi yazdığı “fanqitho”yla kırk yıl sonra karşılaşmak tıpkı İsa’nın yeniden doğuşu, göğe yükselişi gibi bir duygu yaratmış olmalı papaz Fetros (Bıtrıs) Öğünç’te… Ya da bizde en azından böyle bir duygu uyandırıyor. Dışarıdan bakan belki kolaycı bir yorumla…
Bugün Bıtrıs Öğünç gibi, Mort Şmuni Medresesi’nde onun tedrisinden geçmiş olan şanslı öğrencilerin çoğu diasporada yaşıyor… Turabdin dışında Avrupa, Kuzey Amerika ve Avustralya'da belki Süryaniceyi daha iyi bilerek, daha iyi konuşarak yaşıyorlar ama asla coğrafyalarının kültürel nefesini solumadan.
Oralarda anne, baba hatta büyükanne, büyükbaba oldular; zaman içinde mekânları, yaşları, bedenlerindeki çizgileri değişti… Değişmeyen, ortak kalan tek şey belki düşleri… Bir gün doğdukları topraklara geri dönebilmek... Midyat yakınlarındaki köylerine Mzizah (Doğançay), Aynvert (Gülgöze), Salah (Barıştepe), Kfarbe (Güngören), Habsus (Mercimekli) Anhel (Yemişli) gibi onlarca köye tekrar dönebilmek… Hem de yaşarken dönebilmek... Dönememek ise en büyük düş kırıklığı olacaktır. Böylesi bir düşü düşünmek bile ölümcül geliyor, korkuyla öteleniyordur bu düş (kırıklığı)… Toprağı soğuk bedeninde değil de, Mezopotamya’nın sıcağında terlemiş avuçlarında hissedebilmek göç edenlerin en büyük düşü olmalı. Değilse öldükten sonra toprağına kavuşmak işten değil… Kimi zaman, geride kalanın yakınları insanın cansız bedenine bu son fırsatı sunuyor zira!
Geçtiğimiz günlerde, Midyatlı Bıtrıs’ın öğrencilerinden oluşan bir komite, onu eğittiği öğrencileri yeniden bir araya getirmek için bir girişimde bulundu. Komite bu düşlerini 24-30 Eylül 2008 tarihleri arasında, Turabdin'deki Mor Gabriel Manastırı'nda gerçekleştirmeyi hedefledi. Yeniden bir araya gelme düşünün amacını da şöyle belirlemişler:
- Turabdin’de bir araya gelmek ve anavatanı yeniden keşfetmek,
- Canlı yaşam hikâyelerini birbirlerine anlatmak ve bu medresede eğitim gören insanların gelişimlerini takip etmek,
- Gençlik ve medrese anılarını tazelemek,
- Yeniden iletişim kurmak…
Mevsim hazan mevsimi…
Bıtrıs’ın kaleme aldığı “fanqitho”nun son sayfasının yazıldığı günlerdeki gibi kırk gün kar yağmayacak bir mevsim… Ama bilinmez gönüllere ne karlar yağar. Bıtrıs’ın kırk yıl önceki öğrencilerinin önünü keser…
Umarız bu düşün peşine düşenler düşlerinden düşmezler…
Umarız, Bıtrıs Öğünç yeni bir not daha düşer, bu kırk yıllık kitaba…
Umarız, kitabın son sayfasının yazıldığı günlerdeki gibi ne kırk gün kar yağar, ne de bu düşün peşine düşenler düşlerinden vazgeçer…
1 William Saroyan, Yetmiş Bin Süryani, çev. Ohannes Kılıçdağı-Aziz Gökdemir, Aras Yayınevi, İstanbul, Ekim 2004.
* Fanqitho: Süryani litürjisinde yıllık ibadet dört döneme ayrılmıştır ve her dönemin ayrı bir fanqitho’su vardır. İbadet sırasında okunacak dualar o dönemin fanqitho’sundan ve orada yazılı olan sırayla okunur.
Bıtrıs Öğünç Haberi : http://www.suryaniler.com/haberler.asp?id=441
Güncelleme tarihi : 12 Eylül 2008