"Hiyye ceye mil-liksor
Fi zahra türüt accor
Citu te-büse biz-zor
İl-kas me- ata destur;
Aş meseri lel-zaor!..."
"Bahçedeki evlerden gelirken
Sırtında acurla yaklaşırken
Onu öpmeye kalkışırken,
Keşiş izin vermeyince
Zaor'a, on para düşündüm..."
Bu kısa şarkı sözlerinin açıklanmasından sonra Arapça tadında Türkçe'ye çeviremediğimin acizliğinde bile, içimden kahkahalarla gülmeye, gülerken düşünmeye yöneliyorum. Tekrar etrafıma bakarak; etrafımdakilerin de bana bakarak birlikte duygulu anlar yaşayarak, bir daha gülerek sınır tanımayan eğlencelerden biri oluyor Mihail'in şarkıları…Şarkılarından yüreklerimize, yüreklerimizden beynimize yönelen, eğlenirken düşündüren sorulara dönüşüyor.
Mihail, Mardin'de bizler gibi ''savl'' (ayakkabının her iki çiftinin arkasındaki sabit deri çekecekli kundura) giyerdi. Çok mutluymuş gibi dişlerini göstererek tebessüm ederdi. Tanımayanlar bu gülümsemenin burukluğunu anlamazlardı ta ki O'nu tanıyana kadar. Düğünlerdeki şarkılarında, yalnızlıklarında ve bitkinliklerinde ya da kafasının hoşluklarında tanıdığım gibi...
Sevgilisini öpmeye izin vermeyen keşiş yerine kilise hizmetlisine (zaor) on para vererek duygularını ifade etmeye kararlı bir aşıktı. Bu yüzden aşkı için kural tanımazdı. Maalesef tabular soyutladı onu, ötekileştirildi. Sanatçı olmanın yüklediği sıkıntılara rağmen duygularını kaybetmeden tadında bırakarak şarkılarını sevenlerine servis yapmaya çalıştı, emek vermeye devam etti. Mardin'in sevgili yerel sanatçısı düğünlerin vazgeçilmezi oldu ''Miğe ''.
Çok iyi bir aile babasıydı. Çocukları için alın terinin onurunu duyarak işine, üretimine devam ederdi. Geleneksel Mardin evlerinin yapım ve onarımında taş işçisi olarak Kerim'in, İsmail'in ve İbrahim'in babaları olan rahmetli Davut Usta'nın yanında uzun yıllar çalıştı. Çimento ve kireçten elleri önce beyazlaşmış sonraları nasırlaşarak, yarıklar oluşturarak sararmıştı. Düğünlerde elleri görülmesin diye ceketin kollarını sarkıtırdı. Çok zor günler geçirdi. O da tıpkı diğer emek veren her dilden, her dinden ya da her renkteki inşaat emekçileri gibi sırt ağrılarından doğrulamaz, inşaat malzemelerini taşıyamaz oldu. Sonrasında bel fıtığı...
Bu kolay geçmeyen zor yıllara rağmen, düğünlerde yerel sanatçılara verilen ücretle geçimini sağlamaya çalıştı. Bestelerini bir tarihçi gibi yıllarca yaralar açmış sosyal sorunlara,bir sosyolog gibi de sorunların teşhisini yaparak taraflara mesajını vermeye çalışırdı Süryani Mihail...
Koca ağaçlar sonbaharda çok hareketli, çok dağınık gibi görünür; oysa yavaş yavaş tıkanmaya, her rüzgarın savrulmasında kuru yapraklarını 'yaz' sıcaklığına özlem duyarak, savurup toprağa karıştırırlar. İçilenlerin ne kadarının kendi isteği ile içtiğinin farkında değildi ki bizler farkında olalım. Hal hatır için başkasını kırmamak, ya da hava atanların sunumlarına saygı diye çevirmeyince; içkidir bu boşuna ''Şişede durduğu gibi durmaz!'' dememişler. Kimi zaman gecenin yorgunluğunu Ayn Teht-İl-Sur'da ( çeşmesinde ) atıyordu. Bir gün kendisini orada gördüğümde yanına gittim. Cebinden hiç eksik etmediği çoban mendiliyle ıslak yüzünü sildi ve benden çiğ kahve istedi. Gelen çiğ kahveyi ağzında eriterek yuttu. Bir süre sonra bana bakarak dişlerini sıkmadan gülümseyerek birşeyler mırıdanmaya başladı :
"İl yevm il-ğemis / Te-niğsil hevis / Tar-roh le Bedlis / Vış-şığıl la-vis..."
"Günlerden bugün perşembe / çamaşır yıkamaya / Bitlis'e gitmeye; / Her şeyi karman,çormanlamaya."
Adeta şarkısını bulmuş, sözlerini yerli yerine uyarlamanın, doğacak bir başka şarkının sancılarıydı belki de. Anlam kazandırarak, yaşadıklarıyla ilişkilendirip, bütünleştirmeye çalıştı bir süre. Haksızlıklara sitemkârlığını ilk defa bu beste ile cevabını vermişti belki de. Ancak kendine de bakarak, yaşlanıp işe yaramadığının mısralarını oluşturduğunun farkında değildim çünkü ikide bir ''Meyme acuz '' diyerek :
*"Meyme acüz /Felsi bizir,/ Karti kadame./ Yalla seleme..."
"Yaşlı nine / Çekirdek çıtlat, / Leblebi kırtlat,/ Hadi selametle!..."
İlk kez bu bestenin sözlerini duyan şanslı biri olarak, düğünlerde müzik eşliğinde zevkle dinlemenin doruğuna erişmiştim.
Mihail kardeşim,
İnançlarımız ya da konuştuğumuz dillerde farklılıklarımız olmasına rağmen bizlerle bu anlamlı sözleri, güzel halk şarkılarını ve yüreğini bizlere açıp, paylaştığın için; insan sevgisi taşıyan herkesin sana minnettâr olduğunu itiraf etmek zorundayım.Yaşıyorsan bu yazıyı torunlarına okutarak, nerede eksik bıraktığımı lütfen yakınlarına ya da değerli yazar Özcan Geçer kardeşime ilet de, ben de bu değerlerden payıma düşeni alıp buluşabilmenin zevkini birlikte anarak yaşayalım...
"Allel kamar u-alle / Min birç le birç ıt-hevvel / Nisi zemen il- evvel..."
"Ay yükseldi de yükseldi, /bir burçtan ötekine göç etti. / Eski zamanı unuttu!..."
Bir başka güzel insan meşhûr, süryani kökenli Halil Cibran’ın söylemiyle:
''Bir ağaç, bir kuşa '' Nerelisin?'' diye sormaz, sadece kuşun söylediği şarkıyı dinler.''
Seni kendi sesinden tekrar dinlemek umuduyla...
BİRKAÇ SEANSTA REHABİLİTE
Mardin'de halkımızın, halklarımızın gönlünü fetheden en renkli kişiliğe sahip nadir sanatçılardan biriydi. Karşılaştığı herkesle selamlaşır, hatır sorar, gönül alır gülümseyerek, etrafına pozitif enerji vererek gönüllerde taht kurardı. Sevdikleri elbette çoktu lakin, onun da bir nebze daha ağırlıkta sevdikleri yok değildi. Görünce sevdiklerini ilk sorduğu hep sağlık olurdu. Karşındakini dakikalarca dinler, deneyimlerinden birkaç sözcükle finale giderdi. Bazen kendine göre takıldığı birine ''Ye mit verde...'' derken ciddiye aldığının verilerindendi. Yok ses tonundaki yapmacıklarda ise, aynı deyimi farklı ''Yeee miit veerdee''(yüz gül) dediği olurdu. Bu davranışının bile farkında olmayan ya da ne anlamlar yüklendiğinin bilincinde olamayan birçok kişinin hak ettikleri bir cevap olurdu. Olaya tanıklık ettiysek: ''Ağzına sağlık Mihail Amca.'' diyen çok olurdu.
Halkıyla içiçe kaynaşan nadir sanatçılardan biriydi. Yerelliği çoktan aşmış olmasına rağmen çevresi, mahallesi veya sokağından kolay kolay vazgeçmezdi. Yanından geçen küçük çocuklara cebinden çerez çıkarıp dağıtırdı. Gençlerle selamlaşırken ağzından hiç düşürmediği ''Merhaba ibniğti'' ya da ''İbneğuy'' (yeğenim) diyerek sosyal bir insanın bütün özelliklerinden örnekler sunardı.
Müziğin evrenselliğini çağımızda tartışmak kadar tutuculuk olabilir mi? Hala tartışanların olduğunu, "Def değil arabana (arbane)'' veya ''Cümbüş, ud değil saz'' diyenler yok değil. Tüm bunlara bir de müzik türü eklendiğinde ''Bizim müziğimiz değil.'' diyerek birçok kabiliyet daha müziğe ilgi aşamasındayken körelip kalıyor. Cümbüşünü alan Nezo'nun aklî dengesini nasıl kaybettiğini Mardinliler olarak az çok biliriz. Zaman zaman Mihail Amcayla karşılaştığında birinin cümbüşünden diğerinin sesinin ahenginden yükselen seslerle, ortalık bizim de katıldığımız sokak şenliğine dönüşürdü. Bu sokak şenliği uzun sürmezdi. Bir bakarsınız on yaşlarındaki çocukların elinde direksiyon varmış gibi taklitlerin Nezo'ya karşı yapılmasıyla cümbüş kenarda tutularak sürücü sayıları ikiler, üçlerdi. Az önce o cümbüşüyle Miğail Amcaya eşlik eden Nezo muydu? deyip şaşılırdı. Bizlerle başbaşa kalan Mihail Amcanın kahkasından şarkılarına devam etmesi mümkün olamazdı. O sıralarda Nezo, elindeki direksiyon hayaliyle kim bilir?...taklidini yapan kaç kişiyi sollamıştır. Arayı iyice açınca da "fitez" küçülte küçülte geriye bakarak yoluna devam ederdi.
''Ne olur beni rahat bırakın! Mihail'le seansımı bitireyim.'' dercesine sitem ettiğinden emindim. Nezo'ya benzer çok sanatçılar yitirdik, bugün de yitirmek üzere olduğumuz birçok yerel sanatçı vardır sanatını sürdüremeyen Hasan Köle gibi. ''Nerde mi?'' evet, Mardin Yeniyol'da bir dükkanda karın tokluğuna çalışıyor. Böylece gözlerine baka baka harcadığımız, harcayacağımız ilk yerel sanatçılar değiller bu kültürel zenginlikler. Nasıl da farkında değiliz, bugüne kadar bu değerlerin? Taa ki bir hafta sonra yapılacak düğüne kadar ya da kış bitene kadar. Bahar gelir de doğa, gelinler gibi süslenince; işte o zaman aklımıza Mihail Amca gelir:
"İl-kinne il-kinne/ Te-nihrık imme/Ağ ale-lisen le-fi -sim-me."
"O gelini o gelini/yakalım annesini/Ağzındaki dilini"
Gelinlere seslenirken, kaynanaları unutmazdı. Onlara da anne olduklarını hatırlatmaktan geri kalmazdı. Sanki okulun ya da üniversitenin yapması gereken davranış biçimini, eğitimini sorumluluk taşıyarak (dert edinerek ) vermeye çalışan aktivist bir sanatçıydı.
"Ken lihi fisten çıt u-bıt / Min ıstoh les-toh i-nıt./Şabatu Hıdır ıl-kıt / Huvve şıbbat ğalaki / İl may safi ezreki."
"Çıt-bıtlı fistanım vardı / Damdan dama atlayan /Hıdır ıl-kıttır çalan / Odur fistanımın hırsızı /Mavidir kalan suyun rengi"
Gerçek yaşamdan, yakın çevreden,yaşın gereği olan davranışlardan örnekler verirdi; sanatını icra ederken 'Kim hırsız, kim haksız? ' misali tüm olmsuzluklara da göbek attırırdı. Tıpkı çabuk soyulan çabuk giyilen çıt-bıtlı fistanlardan anlatmak istediğini gizler gibi...Bu nedenle damdan dama atlayanlar (olumsuzlar,olumsuzluklar) fistan olurdu şarkılarında...'' Özgürlük benim yaşamım, vazgeçilmezlerim, herşeyim!'' diyerek şarkılarını ve anlamlı sözlerini edebiyat derslerinde derinleştirilerek okutulmasını isterdim. Çünkü her yaştaki insanın duygularını olumlu anlamda etkilerdi. Evinden, işinden ya da çevresinden bir şekilde hoşnut olmayan, gerginlik yaşayan; stresli bir ortamdan düğüne gelenleri, birkaç seansta rehabilite etmesini sağlardı.
Bizim yöremizin duyulmamış, duyulmuş da pek konuşulmayan, ön yargılarla değerlendir-ilmeye çalışılan; bir takım farklılıklarından dolayı yitirdiğimiz düşünürlerimiz, yerel sanatçılarımız, zenginliklerimiz...Süryani Kadim olduğu halde şarkılarını Mardin Arapçasıyla (ağzıyla) üreten, yüreğinden duygular katarak, düğün öncesi ya da düğün gününde veya sonrasında söylediği şarkılarla tarafları birbirleriyle kaynaştıran barıştan, kardeşlikten başka ve en önemlisi "SEVGİ"yi sele dönüştürmeye çalışan biri, bir Süryaniydi, bir evrensel değerdi Mihail:
"Medehuli il-arus ıksir /Şara erkak min tak-ıl harir /Ayn-ımme mil bağğir /Lezke firasa min-kir.''
"Çok övdüler bana gelini /İpekten de ince saçlarının her teli /Üzerinde annesinin kem gözleri / Ziftten yakı başındaki ".
Mardin'li kızlarımızın güzelliği gerçekten ''dillere destan'' güzel olduğu kadar maharetli; el emeği göz nuru güzelim oya işleri, kaneviçe (ğerc ibre) ya da biraz daha gerilere gidersek yünü, pamuğu önce ipliğe sonra örgü şişleriyle çoraba, kazağa veya şala dönüştürürlerdi kızlarımız. Köyden gelen kızlarımızın güzelliği bir başka; biraz ürkek, biraz çekingen ya da utangaç. Güzel kızlarımızın saçları uzun ve arkaya atılan iki örgüden ibaretti. Bu saçların temizliği kolay değildi, emek isterdi. İşte tam da bu noktada Mihail'in şarkılarındaki gelinlerin güzelliklerini anlatmak için birazcık olsun katkı sunmak kolay değil. Mihail, güzellikleri sıralarken gelinlerin iyice tanınması, anlatılanlara bakmadan, abartılardan uzak; başında yakıyla (kel) gelebileceğinin işaretini veriyordu. Başka uyarıların satır aralarındaki varlığı apaçık ortadaydı Miğail'in.Gelinin güzelliğinin pek de önemli olmadığını, birbirlerini yakından tanıyarak mutluluğun olabileceğini vurgulardı. Bu nedenle gelinin başındaki yakının ilerisi için çözümü güç sorunlar yaratacağını ifade ederdi Mihail.
Çocuklarının yuva kurmasında anne ve babanın, küçümsenmeyecek kadar etkisi vardı.Gelinde karar kılıcı rolü anneler üstlenmişse, baba tarafı gelini, ''Başa bela'' anlamında ''Lezke fır-ras'' diye tanımlayarak otoriteyi eleştirir, her an evde bir ''çıngar'' çıkmaya hazırdı. Bu kavgaların azalmasında eğitimin önemini görmemezlikten gelmek mümkün değildir. Eğitimin, halka doğrudan yansımasında sanatçılarımızın, yerel sanatçılarımızın emeğini inkar etmek; halkın anlayacağı dille,şarkılarıyla eğlendirerek bir o kadar da düşündürerek sosyal anlamdaki sorunların çözümlerine katkıda bulunmuşlardır.
Yerelimde ilk etkilendiğim sanatçılardandın sen. Çocukken radyolarda konuşan sunucularla konuşturulurduk hayali olarak. Bugün de radyo dinlemeyi çok severim. Oğlunla tanıştıktan sonra üzüntümün biraz olsun hafiflediğinin farkındayım. Senin o rehabilite eden sesini "bir gün radyoda" dinlemek umuduyla...
Miğail Kırılmaz'a ait bir şarkının kısa örneğini buradan dinleyebilirsiniz
Güncelleme Tarihi: 27 Ocak 2010, A. Vahap Omuzlar