Geride bıraktığımız Mart ayı içerisinde Sabro (Umut) dergisi yayın hayatına başladı. Türkiye’deki Süryanilerin sesi olma iddiasıyla yola çıkan Sabro’ya hoş geldin deyip ilk sayısı ile ilgili bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle bir yanlışlığın altını çizelim. Sabro’nun ilk sayısının okurlarla buluşmasıyla birlikte bazı internet sitelerinde ve yayın organlarında “İlk Süryani Gazetesi Yayın Hayatına Başladı” başlıklı haberler yapıldı. Lakin Sabro, sahibi ve genel yayın yönetmeni Tuma Çelik’in de ilk sayı için verdiği röportajda belirttiği üzere (şu an için aylık çıkan) bir dergi, gazete değil.
Bu kısa düzeltmeden sonra dönelim Sabro’nun içeriğine. Derginin üst manşetinde “Tanımlanmak İstiyoruz” başlıklı bir habere yer veriliyor. Haberin içeriğinde yurtiçi ve yurtdışındaki bazı Süryani sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan heyetin TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu ile yaptığı görüşme hakkında bilgi veriliyor. Buna göre, aralarında Tuma Çelik’in de bulunduğu heyet üyeleri, uzlaşma komisyonuna Türkiye’deki Süryanilerin en büyük sorununun “
tanımlanmak” olduğunu söyleyip bu sorunun çözülmesini istemiş. Yani başlıktan da anlaşılacağı üzere “
tanımlanmak istiyoruz,” gelin bizi tanımlayın denilmiş. TBMM’ye böyle bir taleple giden heyet üyeleri kanımca adlarına konuştukları insanların kendi kendilerini tanımlayabilecek özneler olduğunu yadsımış ve onları edilgen bir konuma sokmuştur.
Aynı haberle devam edelim. Süryanilerin anayasa çalışmalarına yaptığı katkılar hakkında okuyucuya detaylı bilgi verilirken “ufak” bir nokta gözden kaçırılıyor. O da yeni anayasa çalışmalarına müdahil olan cemaat vakıfları ve sivil toplum kuruluşlarından hiçbirinin, taleplerinin hazırlanması sürecinde Süryani bireylerin kendilerini ifade edebileceği
geniş tabanlı bir tartışma platformu oluşturmadığıdır. Diğer bir ifadeyle, tabanın sesine/seslerine kulak verilmediğidir. Bu noktada Süryaniler adına söylem üreten birey ve kurumların dikkate alması gereken nokta ahalinin kendileri adına konuşacak ağızlar kadar, düşünce ve taleplerini dinleyecek (ve ciddiye alacak) kulaklara ihtiyacı olduğudur.
Sabro’da üzerinde fazlasıyla durulan konulardan biri de Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Süryanilerin yaşadığı sıkıntılar ve karşılaştıkları zorluklar. Örneğin Şabo Boyacı “
Turabdin Güneşi Solmasın” başlıklı yazısında Süryanilerin tarihsel süreçte önemli sıkıntılar ve ağır travmalar yaşadığını belirtip ötekileştirilmiş diğer halklar ile dayanışmanın önemine değiniyor. “
Saldırıların Hedefinde Bir Halk” başlıklı yazıda ise Suriye’de son bir yıl içinde yaşanan olaylar sırasında Süryanilerin maruz kaldığı baskılar anlatılıyor. Ancak bu yazının giriş bölümünde, bir adım öteye gidilip “
en mağdur hep biz olduk” vurgusu yapılıyor: “Süryani halkı Ortadoğu’da egemen güçler için her zaman kolay bir hedef olmuştur. Bölgede meydana gelen çatışmalara ve savaşlara bakıldığında en çok zarar görenin Süryaniler olduğu ortaya çıkmaktadır.” Acılar arasında hiyerarşi gözeten bu anlayışın, özellikle Ortadoğu gibi bir coğrafyada, anlamsız ve sorunlu olduğunun altını çizelim.
Son olarak Sabro’nun yakın geçmişi nasıl kurguladığına değinmek istiyorum.
Tuma Çelik dergiye verdiği röportajda Türkiye’deki Süryanilerin sorun ve taleplerini dillendirmek için yıllardır hiç kimsenin çalışma yürütmediğini belirtmiş. Benzer bir yaklaşım “
Süryaniler; Biz de Varız” başlıklı yazıda da mevcut: “[Süryanilerin] yaşadıkları sorunlar, Mor Gabriel davasında olduğu gibi, dünyanın birçok yerinde gündeme otururken; Ankara, İstanbul gibi yerlerde kimsenin umurunda olmadı.” Sabro öncesini atıl bir dönem olarak gören bu anlayış yıllardır Süryanileri ve onların yaşadıkları sıkıntıları kamusal alanda daha görünür kılmak için mücadele veren, tabir yerindeyse iğne ile kuyu kazan, birey ve kurumların –ki bunların arasında Süryaniler kadar Süryani olmayanlar da vardır- emeğine haksızlık ve saygısızlık etmektedir.
Güncelleme Tarihi: 9 Nisan 2012