Mozaiğin uyum süreci
zorluklarla da olsa
devam ederken, toplumun ve bireylerinin
uyum sürecinin biraz zaman alacağı gözüküyor. Durduk yerde çıkarılan
suni gündem maddeleri, taban baskısı diye bizlere sunulan yasa tasarıları ve oluşan baskılar sonucu
geri adım atmalar
Avrupa Birliği yolunda, zaman zaman başımızı ağrıtacağa benziyor. Son olarak
Türk Ceza Kanunu'nda söz edilen zina maddesi epey fırtınalar koparttı. Oysa ki çok önemli değişiklikler getirmesi beklenen
bu tasarı, sadece zinaya ceza
müeyyidesi ve aile kurumunun korunacağı iddiası nedeniyle Avrupa Birliği ile
ipleri kopma noktasına kadar getirdi.
Avrupa Birliği için
40 yıldır uğraşan Türkiye, bu sürecin sonucunda yaptığı önemli yapısal değişikliklerle Avrupa Birliği'nden
üyelik için müzakere tarihi alma noktasına kadar gelmiş bulunmaktayken, bu tip zorlamalar Avrupa Birliği nezdinde
inandırıcılığımızı etkilemektedir. Başbakan'ın Brüksel'de genişlemeden sorumlu üye Verheugen ile yaptığı son görüşmede zina maddesinin
Türk Ceza Kanunu'nda yer almayacağını söylemesi,
müzakare tarihleri için umutları arttırsa da inandırıcılığımızın zedelenmesi uluslararası platformda değerlendirilmiştir. Başbakan, baştaki ısrarcı tutumundan uzaklaşmış görünse de, Avrupa çevrelerinde yaratılan tablo önümüzdeki dönemde tamamlanması gereken kriterler göz önüne alındığında çok da
iç açıcı değildir.
Avrupa Birliği'ne
tam üye olma yolunda müzakere tarihi almaya çalışan Türkiye, gerçekten de anayasasındaki bir çok antidemokratik öğeyi kaldırdı ve uyum yasaları altında
bir çok değişikliğe imza attı. Bu olumlu çabalar Türkiye'nin Avrupa Birliği nezdindeki imajını
olumlu bir şekilde değiştirmiş ve
sonuç almaya yaklaşan bir görüntü oluşturmuştu.
Aralık ayı öncesinde ve tarih alınması sonrasında bu olumlu politikanın devamlılığı, yarım asıra yakın gösterilen mücadele sürecinin dönüm noktasının gelindiği bilincine bağlı kalarak sürdürülmelidir. Bu hususta toplum olarak elele vermenin , çıkar çatışmalarından sıyrılıp geleceği kazanmanın yollarını açmak hedeflenmelidir.
Atatürk döneminde başlayan cumhuriyet devrimlerinden sonra hedef alınan
çağdaşlaşma yolundaki açılımlara sahip çıkılmasının hayati önem taşıdığının
farkındalığında olmak gerekmekte.
Türkiye,
Osmanlı zamanından başlayarak günümüze kadar kendisine hedef olarak belirlediği çağdaşlaşma normlarında zaman zaman
tıkanmalar yaşasa da sonuçta bir çok olumlu değişiklikleri hayata geçirmeyi başarmıştır. Bu çağdaşlaşma çabalarına Türkiye'de yaşayan
Süryaniler de her zaman için
destek vermiştir ve verecektir de. Örneğin bundan
70 sene önce cumhuriyetin ilk yıllarında hayata geçirilen kılık kıyafet kanuna ilk destek verenlerden biri de
Süryani patrik vekili Abdülahat olmuştur. Ruhanilerin
ibadethaneler dışında dini kıyafetle gezmesinin kanunla men edilmesi üzerine Süryani patrik vekili Abdülahat din adamlarına verilen
6 aylık süreyi de beklemeden
cübbesini,
kalpağını atmış ve tamamen
sivil giyinmiştir.
* Bu davranış biçimi, bugün için bazı çevrelere ve görüşlere
ters gelse de o gün için yapılmış yapısal bir değişikliğe
Süryanilerin verdiği desteği göstermektedir. O zamanlar Avrupa Birliği denen bir oluşum yoktu fakat memleketin
ileriye gitmesi ve
çağdaşlaşması adına yapılan olumlu adımlar vardı. Bugün gelinen noktada ülkeye egemen olan muhafazakar anlayışın yarattığı bir çok olumsuz görüntüler gözlemlemekte ve üzülmekteyiz. Oysa ki reformlara yüzyıllar önce başlayan ülkemizin çok
daha ileri noktalarda olması gerekirdi. Olumsuzluklardan yılmayıp gerçek anlamda
demokrasiye uyum sağlamaya çalışmak bu ülkede yaşayan her bireyin üzerine düşen görev olmalıdır.
Heybeli Ada Ruhban Okulu'nun açılması isteği bile bir çok kesimin yüreğini hoplatmakta hatta daha da ileriye gidilerek bu isteği dillendiren Fener Rum Patrikhanesi'nin önünde tehlikeli protesto gösterileri yapılarak, Türkiye'de yapılan ilerlemelerin her zaman destekçikleri olan azınlıklara göz dağı verilmek istenmektedir. Her ne kadar uyum yasaları adı altında bir çok değişiklik yapıldıysa da toplumun belli bir kesimini farklı gruplara karşı kışkırtma çabalarının varlığı biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Süryaniler'i ve sağduyulu tüm vatandaşları tedirgin etmektedir. Zaten sayıları giderek azalan azınlık mensubu vatandaşlarının bazı haklı ve doğal taleplerini bile içine sindiremeyen bir kesimin yarattığı tablonun, ülkemize yakışmadığı ortada.
Türkiye'de oluşan olumlu hava ve demokratikleşme konusunda atılan adımlar, yurtdışında yaşayan Süryaniler'in ülkeye geri dönüşlerinde bir umut yaratmış bulunmakta. Mardin ve çevresinde yaşayıp sonra göç eden Süryaniler'in bazıları dile getirdikleri geri dönüş özlemlerini fiilayata geçirmekte. Son olarak Sareköy'e (Gavayto) dönmek isteyen Süryaniler'in, korucular tarafından işgal edilen köylerine dönmeleri bu konudaki umutları daha da artmıştır. Devlet yetkililerin geri dönüşler konusunda takındıkları olumlu tavır bizleri daha da sevindirmektedir. Bu konudaki devlet politikalarının çok kültürlü yaşamı destekleme çekirdek bilincine sahip olması gerekmektedir. Bölgeye hayat veren bir kültürün temsilcilerin oradaki varlığı, Türkiye'nin zenginliğini daha da arttıracak ve birlikte yaşamanın güzelliğini bütün dünyaya gösterecektir. Bir sonraki yazıda görüşebilmek dileğiyle...
* , Haber ve resimler için Can NACAR'a teşekkür ederiz.