İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin ikinci maddesinde, hak ve özgürlüklerin kullanılmasında herkesin eşit olduğunu; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal yada toplumsal köken, milliyet, doğum ya da benzeri bir statünün bir ayrım temeli olmayacağını açıklamaktadır.
Bu bir temel ilkedir ve bu temel ilkeye göre insanlar eşit doğarlar, temel hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanırlar.
Peki "
azınlık" nedir?
Azınlık tarifine "Uluslar arası anlaşmalarla ezilmeleri yada asimile edilmeleri önlenmeye çalışılan küçük etnik grup" diyebiliriz.
Bu durumda insan haklarının uygulandığı bir yerde (Ki bu anlaşmanın altına imza atılmışsa uygulanması da gerekir.) azınlık haklarının da rahat, özgür ve hiçbir engellemeye veya yasaklamaya maruz kalmadan uygulanması gerekmektedir. Engellemelerin tam aksine devletin gereken destekleri vermesi bir zorunluluk olmalıdır. Gerçi Süryani olarak bizim durumumuz diğer gayrimüslim cemaatlere göre (Ermeni, Rum ve Musevi) daha farklıdır. Şöyle ki Lozan'a göre bizim azınlık olmamız gerekirken azınlık olarak kabul edilmiyoruz ve azınlık olmanın avantajlarından yararlanamıyoruz. Fazla sıkıştırmıyorlar da bizi ama kafamızı kaldırsak, biraz sesimizi çıkarsak, küt diye iniyorlar tepemize oturuyoruz yerimize (şiir gibi oldu galiba).
Azınlık hakları çok mu önemlidir, olmazsa olmaz bir şey midir, bize ne faydası vardır gibi sorular gelebilir aklımıza. Azınlıklara tanınan haklardan birkaç örnek verirsek eğer durumu daha açık görebiliriz.
- Temel Haklardan Eşit Yararlanma
- Kültürel Özgürlükler
- Dil Özgürlüğü
- Özel Eğitim ve Öğretim Hakkı
Sırayla inceleyelim. İlk önce "Temel Haklardan Eşit Yararlanma"yı ele alalım. Bundan açıkça anlaşıldığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan her bireyin ve bu bireylerin oluşturduğu azınlık guruplarının temel hak ve özgürlükleri hiçbir kısıtlama olmadan eşit şekilde kullanabilmeleridir. Bu ne yazık ki tam anlamıyla uygulanmayan bir durumdur. Örneğin bizler de postaneye gidip mektup yollayabiliyoruz, cep telefonu alabiliyoruz veya normal devlet okullarında okuyabiliyoruz, zamanı geldiğinde askere gidip askerlik görevimizi de yapıyoruz. Fakat, askeri okullara girip hayatımızı asker olarak devam ettirmek istersek (Ki yasal olarak hiçbir engel olmamasına rağmen) kesinlikle hiçbir şansımız yoktur. Veya polis olmak istedik yada devlet kademesinde memur olmak istedik. Sonuç aynı olacaktır (Bir örnek dahi gösteremezsiniz).
Şahsi olarak asker, polis veya devlet memuru olmak gibi bir düşüncem olmadı ama bu gizli engellemenin beni rahatsız ettiği de bir gerçektir. Gençlerimiz asker veya polis olma özlemi içinde olabilirler.Bu gayet normaldir. Şık üniformalar ve güç onları etkileyebilir . Ama bunun daha en başından, sadece müslüman olmadığı için engellenmesi, "Dur! , Sen olamazsın" (Hatta ağzınla kuş tutsan bile) denmesi o genç insanın hayallerini nasıl yıkar, geleceğe bakışını nasıl değiştirir (Bu sorunu azınlık olarak da çözemeyiz gerçi)... Bu bireylere uygulanan bir engel. Bir de azınlık kurumlarına bakalım. Bunlar genelde vakıflar olarak kurulmuşlardır. Biz azınlık sayılmadığımız için vakıf olarak mal edinebilme (Satın alma veya hibe) hakkı zaten yok. Bu çok garip bir sonucu ortaya çıkarmaktadır. Eğer biz azınlık sayılmıyorsak bu durumda azınlık vakıfları dışındaki vakıfların statüsünden yararlanarak mal edinebilme hakkına sahip olmamız gerekir.Yok eğer biz azınlık olarak kabul ediliyorsak o halde azınlık vakıflarının statülerine göre mal edinebilme hakkının verilmesi gerekmektedir. Gerçi azınlık vakıflarının mal edinebilmeleri tam bir yılan hikayesi, bakanlar kurulunun iznine kadar uzanan bir prosedürler silsilesi (Bu duruma kısaca "ölme eşeğim yaz gelecek" de diyebiliriz). Biz bu tablonun nerdeyiz bilemiyorum. Azınlık desen değiliz, çoğunluk desen değiliz; azınlık hakları desen uymuyor, insan hakları desen uymuyor.
Şimdi de "Kültürel Özgürlükler" i ele alalım. Bu kavram da diğerleri gibi temelde insan haklarına dayanan bir kavram olup etnik bir gurubun kendi kültürünü yaşatması, geliştirmesi, tanıtması ve geleceğe taşıması özgürlüğüdür. Eğer bu faaliyetleri sadece kendine yönelik ve kısıtlı yapabiliyorsan "Kültürel Özgürlükler" den bahsedilebilmesi mümkün değildir. Biz Süryaniler, azınlık haklarımız da olmadığı için, özellikle bu konuda tamamen idari gücün (Devletin) inisiyatifine ve insafına kalmışız. Bazen "yapın canım size kim karışıyor" dediklerinde yapabilelim, "hop! Dur bakalım! Ne yapıyorsun sen! Kulaklarını çekerim ha!" dedikleri zaman ise kuyruğu bacaklarımızın arasına sıkıştırıp kös kös yerimize oturalım. Bu durumda "Kültürel özgürlükler" den bahsedilebilir mi. Örneğin Diyarbakır'da Süryanilerle ilgili açılan bir resim sergisinin* kapanmasından sonra sergiyi gerçekleştirenler hakkında soruşturma açılması. Bu nasıl bir özgürlüktür anlamak mümkün değil. Bunun gibi adı özgürlük olup, tamamen baskıya dayanan bir özgürlük olabilir mi. Hem doğal olarak hakkımız olan şeylerde hangi sebeple başkaları bizim yerimize karar versin.Biz kurallar çerçevesinde kendi kendimize karar verme yetisine sahip değil miyiz. Ve bu bizim hakkımız ise bunu neden kullanamıyoruz... Buna "Düdük bizim ama başkası üflüyor" diyebiliriz...
Gelelim "Dil Özgürlüğü, Özel eğitim ve Öğretim Hakkı" kavramlarına. Bu kavramlar bir etnik gurubun asla vazgeçemeyeceği haklardır. "Bir toplum kendini nasıl geliştirebilir? " veya "bir toplum nasıl yok olmaz? " sorularının cevabı "Dil Özgürlüğü, Özel Eğitim ve Öğretim hakkı"ndan geçer. Bu haklarımız varsa ve kullanabiliyorsak o zaman bir etnik grup olarak geleceğe güvenle bakabiliriz. Böyle bir hakkımız yok veya var ama kullanma şansımız yok ise neler olur.
İlk olarak okul açamayız (Şimdi bizde olduğu gibi). Okul açamadığımız için dilimizi ve kültürümüzü öğretmek, geliştirmek ve akademik bir seviyeye taşımak gibi bir şansımız olmaz. Kültürümüz yaptığımız yemeklerle sınırlı kalır ki o bile zamanla dejenere olur. Dilimiz ise sadece bir gurup arasında, aileden öğrenilen, gelişme şansı olmadığı için sadece bir "dilcik" halini alan, yozlaşan bir dil haline gelir. Zamanla da kaybolur gider. Eğer bir toplum dilini kaybederse benliğini de kaybeder, yozlaşır ve yaşadığı çoğunluğun içinde erir gider; yani assimile olur. Çoğunluğun azınlığı assimile etmesinin en garanti yolu budur. Bu nedenle bizler dilimize, inançlarımıza ve kültürümüze sahip çıkmak zorundayız ki geçmişi beş bin yıla dayanan bu uygarlığı yaşatıp gelecek nesillere ulaştırabilelim. Bunun için mutlaka okul açmalıyız ve bunu üniversitelerde Süryani kürsüleri oluşturacak akademik seviyeye kadar taşımalıyız. Dergi, gazete,radyo ve hatta televizyon gibi medya araçlarını kullanarak kendimizi tanıtmalı ve geliştirmeliyiz (Neyse ki internette sitelerimiz var). Bunları yapabilmenin ilk adımı ise azınlık haklarını resmen elde etmektir...
Sonuç olarak, yeni nesillere aktarabilecek bir şeyler bırakmak suretiyle, beş bin yıllık Süryani kültürünü devam ettirmek bizler için zorunluluktur. Bu uzun soluklu bir bayrak yarışıdır ve şimdi bayrak bizde. Bu bayrağı bizden sonra gelenlere ulaştırmak zorundayız. Eğer ulaştıramazsak, yarış bizler için biter ve diskalifiye oluruz...