Uzun yıllardan beri Türkiye'nin girmeye çalıştığı Avrupa Birliği konusunda nihayet bazı adımlar atıldı ve önemli yapısal reformlar, belli bir kesimin muhalefeti dışında büyük bir çoğunlukla gerçekleştirildi. Ağustos 2002 ayı içerisinde toplanan TBMM, bu konuda gerçekten takdire şayan bir çalışma ile önemli yasal değişikler gerçekleştirdi. Bu değişimlerin ardından ise Türkiye'nin gündemine 3 Kasım'da yapılacak genel seçimler girdi ve maalesef gerçekleştirilen yapısal reformlar seçim gündeminin içinde kaybolup gitti. Bunun neticesinde adaylık için gereken kesin tarih alınamadı. Şu an için bazı yetkililer bu konuda çalışmalar yürütmektedirler ama kesin tarih konusunda net bir açıklık yoktur. Basından takip edebildiğimiz kadarıyla AB, 3 Kasım genel seçimlerinin sonucu beklemektedir.
AB Komisyonu ilerleme raporunda ise Türkiye'nin siyasi, ekonomik üyelik kıstasları ve AB müktesebatına uyum alanlarında ilerleme kaydettiği vurgulanmaktadır.Bilindiği üzere AB, aday ülkeleri incelemeye alırken siyasi ve ekonomik kriterleri göz önünde bulundurmaktadır. Siyasi kriterler ise istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, azınlıkların korunması esas alınarak tespit edilmektedir. Özellikle son ilerleme raporunda siyasi kriterler çercevesinde bazı eksiklikler tespit edilmiş ve bu nedenle üyelik müzakereleri için kesin bir tarih verilmemiştir. İlerleme raporunda ''azınlık vakıfları'' konusundaki değişikliklere rağmen dini azınlıklar, tüzel kişilik, mal edinme hakkı, din adamlarının eğitilmesi konusunda kısıtlamaların bulunduğu tespit edilmiştir.
Sitemizde yer verdiğimiz ''azınlık vakıfları''nın mal edinmesi konusundaki yasa da gerçekten büyük kısıtlamalar ve engellemeler bulunmaktadır. Bu yasanın iptal edilmesi için bazı hukukçular harekete geçmiştir.Site ekibi olarak azınlık vakıflarının mal edinmelerinin daha da zorlaştırıldığına inanıyoruz. Tartışmalardan takip edebildiğimiz kadarıyla azınlık tanımlaması içinde sadece Ermeni, Rum ve Yahudilerin yer aldığı genel bir yaygın görüş olarak kabul görmektedir. Bu konuda basındaki yazarların birçoğu bu görüşü paylaşmaktadır. Süryaniler azınlık tanımlamasının dışında bırakılmaktadır. Oysaki pratikteki uygulamaların daha değişik olduğunu gözlemlemekteyiz.
Türkiye Cumhuriyetinin en önemli temel hukuki düzenlemelerinden biri olan Lozan Antlaşmasının 37 ile 45.inci maddelerinde geçen azınlıkları belirleyen kıstas ülkede yaşayan ve müslüman olmayan Türk vatandaşlarıdır. Bu maddelerde Ermeni, Rum ve Musevi gibi bir isimlendirme yoktur. Lozan Antlaşmasının azınlıklarla ilgili bu madde hükümlerinin Süryanileri de kapsadığı aşağıda vereceğimiz örneklerle de kendini göstermektedir;
1-28/01/2002 tarihinde İDİL Süryani Kilisesi Vakfının yapacağı başkanlık seçimi için, Vakıflar Bölge Müdürlüğünden bir temsilci gönderilmesi talebiyle yapılan başvuruya karşılık, 05/02/2002 tarih, B.02.1.YGM.1.06.00.07/163 sayılı Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğünün yazılı cevabında şunlar belirtilmiştir;
"Bilindiği üzere cemaat vakıfları olarak, Lozan Barışında kabul edilen gayri müslim Rum, Ermeni, Musevi, Bulgar, Gürcü, Süryani ve Keldanilere ait vakıflardır.
04/06/1949 tarihinde çıkan 5404 sayılı kanun ile yöneticilerin seçiminde bu vakıflara serbestlik tanınmıştır. Söz konusu tüzel kişilere haiz cemaat vakıflarının yöneticileri, çevresinde ikamet eden Türk vatandaşlarının oyları ile seçilmektedir.
Bu nedenle Bölge Müdürlüğümüzce temsilci gönderilmemiştir".
2-Süryani dili ve alfabesi ile yayınlanan bir takvim ve tebrik kartı için, daha sonra 3713 sayılı Terör ile Mücadele Kanunu'nun 23.maddesi ile yürürlükten kaldırılan 2932 sayılı Türkçe'den Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun Hükümlerine göre yayıncı hakkında ceza davası açılmış, Beyoğlu Asliye 2.Ceza Mahkemesinin 24/12 1985 gün, esas 1984/237, karar 1985/1055 sayılı kararı ile "Süryanice Yayınlar, Lozan Antlaşmasının 38, 39, 40.ıncı maddelerindeki hükümler çerçevesine girmekte olduğu" gerekçesi ile yayıncının beraatine hükmolunmuştur.
3-1799 yılında açılan ve eğitim öğretimini 1928 yılına kadar devam ettiren Mardin'deki Süryani Okulu. Osmanlı Devleti döneminde yüksek dereceli okullar seviyesinde resmi olarak açılan bu okul, Cumhuriyet döneminde de eğitimine devam etmiş ve 1928 yılında okul müdürünün istek ve müracaatı sonrası kapanmıştır. (KAYNAK: Mardin ilinin merkezinde, Civar köylerinde ve ilçelerinde bulunan kiliselerin ve Manastırların Tarihi, P.Gabriyel Akyüz.1998)
Bu saydığımız örnekler Süryanilerin hukuksal anlamda Lozan Antlaşmasının ''azınlıklar''la ilgili maddeler kapsamında değerlendirildiğini gösterilmektedir. Bu nedenle yapılan tartışmalarda ve öne sürülen görüşlerde Süryanilerin azınlık sınıfları içine sokulmaması ve bu konuda kamuoyu yaratılması büyük bir hatadır.
Son söz olarak Avrupa Birliği yolunda gerçekleştirilen yasal düzenlemelerin seçimlerden sonra işbaşına gelecek hükümet tarafından hukuksal normlara daha uygun hale getirilmesini talep ediyor ve seçimlerin Türkiye için iyi sonuçlar getirlmesini diliyoruz.
Yeni bir yazıda buluşmak dileğiyle hoşçakalın.
NOT: Bu yazının hazırlanması esnasında yardımlarını esirgemeyen ve bilgilerini benle paylaşan dostum Josef Atuğ'a teşekkürü bir borç biliyorum.
Ayrıca Akşam gazetesinin haberinin tekzip edilmesi konusunda hukuksal mücadele yürüten sayın Avukat Erol Dora'ya sitemiz adına teşekkür ediyoruz.