Ben
sonbaharı çok severim. En çok üretken olduğum mevsimdir sonbahar. Duygularıma duygu, duygusallığıma duygusallık katar.
Kendimi bir ağaç gibi his ederim kısacası, hazan vurmuş yapraklarımla, inme değmiş dallarımla, sonbahar ortasında!
Bu mevsim bana çok şey hatırlatır. Memleket insanları, ayrılıkları, akşam fırtınaları, gül kurusu peyzajları, sirrusları!
Mesela, bir şımarık köylü kızıyla, saçak bulutlar altında derviş dansına durduğumuzu, park ortasında!
!....
Bir hazan hatırlarım, bir hüzün! Bir de ağaç olmuş bir halk hatırlarım; adını koyamadığım, Ve rüzgara tempo tutan mevsim yaprakları; meçhule giden...
Oldum olası etkiledi beni bu mevsim, bu pastel renkleri!
..............
Bir halk düşünün; mevsim ortasında, ancak içindeki kurtçuklarıyla, kırık, köhne dallarıyla, hasta filizleriyle baş edemeyen bir ağaç.
Bu benzetme, bu tasvir yeterli olmayabilir belki bu halkı tarif etmek için, ancak buna doğru önemli bir adım. Böyle bir yaklaşım karamsar / olumsuz olsa da maalesef gerçek bu!
Bir ressam düşünün ve kara, kapkara tuvalını.
Natürmort...
Bu halk ancak bir natürmorta benzetilebilir. Peki bu halkın bu gidişata karşı olan insanları yokmu? Var elbette! Ancak bunlar da kişisel / bireysel faaliyetleriyle / etkinlikleriyle, çaba ve teşebbüsleriyle, yakma ve yanmalarıyla uzun vadeli ve semereli olamıyor.
Uzun uzun oturup, Uzun uzun düşünce ve tartışmalardan / mülakatlardan sonra çözümün birleşmede, birliktelikte, bir araya gelmekte, yakınlaşmada kısacası uzlaşmada olduğu keşf edildi. Hemen ardından lokaller / dernekler, televizyon kanalları açıldı, federasyonlar kuruldu. Lokaller / dernekler özellikle kültürümüzle yani iskambil illetiyle uğraşırken, federasyonlar dünya çapında birbirlerini kötülemekte, aşağılamakta, birbirlerine düşman gözüyle bakmakta, birbirlerine hasım / rakip kesilmekte geri kalmadılar. Televizyon kanalları ise ayakta uyuklayan bu halkı tamamen uyutmaya çalıştılar/ çalışmaktalar. Başlar, cenneti parselleyip satmaya kalkıştılar. Bir halk şayet Orta Çağ’ın izlerini halen üzerinde taşıyorsa ve günümüz imkan ve nimetlerinden nasibini alamiyorsa, yıkılış ve yok oluşa mahkum olacaktır. Bu hususta kahin olmak, kehanet getirmek gerektirmez.
Zaman içinde kurum ve kuruluşlarımız çağaldıkça bu halkın sorunları da çoğaldı. Dün bir halk iken bugün binbir halk olduk, bir ismimiz varken binbir ismimiz oldu. Bir halkın isimleri / milliyetleri çoğaldı lakin hedefleri, gayeleri hiç olmadı. Yıllardır yerinde saydı bu halk. Avrupa diasporasında yarım asra yakın ömründe henüz kendi köyünün sınırlarını, komplekslerini aşamamış bu halk! Paranoyası / megalomanisi yüzünden bir çıkmazın içinde...
Bu gidişin / gidişatın sonu hayra alamet değil! Oysa bu zenginliği bir arada tutmak / toplamak bu halkın lehinedir.
En büyük hazinemiz, isimlerimiz, milliyetlerimiz ve kültürlerimiz olmalı. Bu zenginliğe sahip çıkılması gerek.
........
Ben her sonbaharda ağaç olamamış bir halk düşünürüm; adını veremediğim.
Ben her sonbaharda kendimi İthaka’yı arayan bir Odysseüs, ateşi çalan bir Prometeüs gibi his ederim.
Ben her sonbaharda kendimi bir ağaç gibi his ederim!
Ya siz...kendinizi ağaç gibi his ettiniz mi hiç, benim gibi hazan ortasında! Kendinizi ağaç olmuş bir halk gibi his ettiniz mi hiç, dünya ortasında! Kendinizi gurbet olmuş gibi his ettiniz mi hiç, memleket ortasında!
Yalnız...
Yapayalnız...
Hep yalnız...
HİÇLER BENİM
Bugün bütün park;
Enine-boyuna sessizliğiyle,
Çimenleriyle, kanapeleriyle,
Kulvarlarıyla-bulvarlarıyla bana ait.
Uğursuz bir rüzgar esiyor başımda...
Ipıssız kanapeler, ıpıssız çisentiden.
Kuşburnu toplayan ülkemin insanları yok bugün.
Ayaksız bulvarları yürüyorum.
Başım-üstüm tenha, kavaklara değin.
Kuşların düşünde bronz bir İdil akşamı.
Yüreğime yine hatırasız bir mevsim düştü;
Aklımı bozuyor, dilim susuyor.
Bugün bütün park bana ait; yeriyle-göğüyle.
Saçak bulutlar geçiyor üstümden,
Uçarı sağanaklardayım!
Güvercinler yükselse de yüreğimden
Kuşkonmazlar gibi kırılganım...
Bugün bütün park bana ait; tüm hiçleriyle!