Son yıllarda çarpıcı biçimde artarak gündeme gelen “Dillerin ve Dinlerin Şehri” söylemi, Mardin’i tarihsel geçmişinden arındırmaya çalışan bir alternatif kimlik siyaseti olduğu hiç şüphesiz açıkça ortadadır.
İlk başta bu söylemin kent kimliği açısından önemli olduğunu, turizme ve yerel-kültürel çekiciliklerin şehre kazandıracağı ekonomik verimlilik üzerine kurgulandığını düşünmek gerekir. Bu bir bakıma doğrudur. Nitekim bu durumu destekleyecek nitelikteki ibadethane görselleri, göçler sonrası sahipsiz kalan evler gibi algısal yöntemler turizm şirketleri tarafından son derece değer taşımaktadır.
Bu yönüyle turistik değer kazanan Mardin, aynı zamanda bilimsel literatüre inanç ve kültür turizmi adı altında yeni bir başlık da kazandırmaktadır: Süryani İnanç Turizmi (!).
Kimliğini büyük ölçüde bu unsura dayandıran kent, otantiklik olgusu ile turizm arasında doğrudan bir ilişkiye de sahiptir. Kentsel kimliğin dönüşümünün tam da bu noktada başladığını söylemek mümkündür. Öyle ki, kentin kültürel turizm potansiyeli bu dönüşüm ekseninde bir ekonomik pazarlama aracına dönüşmektedir. Bu dönüşümün medya üzerindeki yansıması, pazarlamaya zemin hazırlayarak dolaylı yoldan bir alternatif üretir. Sözgelimi “Kadim Medeniyetler Kenti, Dillerin ve Dinlerin Şehri, Hoşgörü ve Bir Arada Yaşam Şehri, Mezopotamya’nın Medeniyetler Beşiği” gibi. Bu bağlamda anlaşılacağı gibi kent bilinci, kültürel çekiciliklerinin tarihsel geçmişinden yoksundur.
Öyleyse Nedir Bu Tarihsel Geçmiş?
Bu coğrafyada 5500 yıllık bir geçmişe sahip olup, aynı zamanda Mardin’in ve yakın çevresinin ilk sakinleri olarak bilinen Kadim halk Süryaniler; “bir arada” yaşadığı varsayılan halklardan çeşitli zorbalıklara maruz kalmıştır. Yalnızca dinî kimlikleri dolayısıyla büyük bir şiddet ortamı içinde yaşayan Süryani halkı, neredeyse son 100 yıldır anavatanlarından hızla göç etmektedir. 5500 yıllık bir geçmişe sahip olan bu halktan geriye ne yazık ki Mardin’de 5500 tane dahi Süryani kalmamıştır. Bu duruma bir örnek olarak üç mezhepten kilisenin bulunduğu Kıllıt köyünde, bugün yalnızca 12 tane Süryani yaşamaktadır. Sayıca fazla olan bu örneklerin, kentin tarihsel geçmişinin tamamını kapsadığını söylemek mümkündür.
Sonuç Yerine…
Bilinmelidir ki, toplumların, insanların, her şeyden öte geçmişin acılarının ekonomik pazarlanmaya sunulabilecek bir meta haline getirilmesi ne etiğe ne de ahlâka sığmayan bir davranıştır. Mardin, elbette ki kültürel çekicilikleri ile son derece büyülü
İnsanı onlar iken, milletsiz kalan; vatan onların iken, topraksız kalan, yerinden göçtürülen, komşularınca katledilen, ayrımcılık ve şiddet ortamında yaşamaya çalışan Kadim Süryani halkının kültürü üzerinden yaratılan bu yersiz anlayışın turizme pazarlama aracı olarak kullanılması son derece yanlıştır. bir şehirdir. Kale görünümü, ova uzantısı, sokakları ve kendine özgü abbaraları ile eşsiz bir dokuya sahiptir. Fakat ne yazık ki ne geçmişinden ne de bugünden söz edilebilecek “bir arada yaşam” olgusundan bahsetmek, neredeyse imkansızdır.
Son olarak, yan yana inşa edil”miş” gibi görünen bir minare ile kilise haçının toplumsal yaşamı yansıtmadığını belirterek, bu vesileyle akademik çalışmalarıma sözlü tarihleriyle katkı sağlayan başta tüm Süryanilere; Gabriel Ağırman’a, İskender De Basso’ya, Sabri Atman’a, Fehmi Bargello’ya, Kawme Dik’e ve sayamayacağım kadar desteğini gördüğüm tüm diaspora halkına bir teşekkürü borç bilirim.
Gerçekten “bir arada” yaşayabileceğimiz günleri görmek dileğiyle…
Yazar : Şilan Çelebioğlu - Dicle Üniversitesi ; Güncelleme Tarihi: 14 Ocak 2021