Toplumsal yaşantımızın ritüelleri, uygarlık tarihindeki binlerce yıllık birikimin günümüze yansımalarıdır. Bunlardan
ölüm ve cenaze tören kültü de zaman içinde dönüşmüş veya unutulmuş yanlar taşıyor olsa bile, yaşayan ve ölen birey arasında yerine getirilip uyulması gerekli kurallarıyla tarihin en eski kültür ögelerinden birisidir. Ritüellerin karmaşıklık ya da basitliği, o topluluk atalarının uygarlığa adım attıkları andaki ilişki tarzlarını ortaya serme yeteneği göstermektedir. Dolayısıyla,
doğum veya düğün tören gelenekleri kadar zengin farklara sahip olan ve kurallara bağlı ölüm törenlerinin ciddi bir şekilde incelenmesi, bizlere, toplumlar hakkında aydınlatıcı bilgiler taşır.
Bilinen en eski yazılı kanun metni olan 4387 yıl önceki Sümer kralı *Urukagina yasalarının önemli bir bölümünün, ayrıntılı olarak defin kurallarının düzenlenişine ayrılmış olması anlamlıdır . Arkaik toplumun, ölü bedeni korumaya yönelik yiyecek ve içecek biçimli diyet ödeme örneklerinin de bulunduğu kanunda, ‘ölü beden yamyamlığı’ engellenmeye çalışılmıştır. Antik mezarlarda sıklıkla görülen, hepsi de yemek ve içmek ile bağıntılı antlaşma araçları olan içki kadehlerini veya yemek tabaklarını kırma tutumu, insanoğlunun, giderek uzaklaştığı yamyamlığı bir kez daha tekrarlamama isteğinin ifadesi idi. Kutsal kitapların, ölü eti yemenin yasaklanması üzerinde duruşunun da bu husustan kaynaklı olduğu düşünülür.
Antik dünyada ölü bedenin korunması ve gizlenmesi kaygısının, bu olgunun bile gizlenmesi biçiminde sürdüğünü görüyoruz. Urukagina metinlerinde, miras konusunun geçtiği her yerde ‘ölen’ yerine, ‘mezarda yatan, uyuyan adam, kaderine giden’ gibi tanımlamalar kullanılır. Ölüm, o dönemde de etkileri günümüze değin uzanacak tabu kelimelerden biriydi ve ölmek mastarı, genellikle, ‘yitmek’, ‘kayıp’, ‘kaderine gitmek’,‘ uykuya yatmak’ şekillerinde ifade ediliyordu. Gizleme ritüeli, ölümün 'kayıp' veya 'yitirildi' ilanları ile duyurulması biçimiyle de hâlâ yaşamaktadır. Ülkemizde kutsal mezarların 'yatır' olarak anılıyor olması da bu nokta ile ilişkili olmalıdır. Yine 'çırasını yakma’ olarak yaşayan deyim, Sümer döneminde cenaze kandilini yakma ve ölen bireyin başında durma kutsal ödevini, anlam dönüşümüyle çağrıştırır.
Defin işleminin tarihteki tek biçimi ölünün toprağa gömülmesi değildir. Yakma ve külünü nehire, havaya savurma; ölü bedeni dağ başları veya kaya oyuklarında kurutarak muhafaza... Mezarlığın 'tahtalıköy' olarak ifadesi de, ölülerin tahta çardaklarda kurumaya bırakılmış olduğu bir dönemden kalan kavram gibi görünmektedir. Afrika’da kimi kabilelerde, cenaze yakını erkek, "baş sağlığı" dileği için "ölü evi"ne geldiğinde, önce mezarın üzerine yoruluncaya değin toprak atacak, sonra da "cenaze yemeği"ni yiyip yeniden köyüne dönecektir.
Türkçede de ölen bireye yönelik ‘toprağı bol olsun!’ dileği, hem "dostluk" vurgusuna sahiptir ve hem de toprak atma geleneği, ölen bireyin bedeninin ve kıymetli eşyasının korunması kültünün bir parçası olarak, onu kümbetleştirmek için önem taşır. Tanınmış gayrimüslimlerin vefatlarının hemen ertesinde konuyla ilgili söylem tartışmaları hepimizin malumu. Yakında okuduğum, **‘İki Dirhem Bir Çekirdek’ isimli, deyim anlamlarının derlendiği bir kitapta , pagan kökenli isme sahip ünlü yazar, bu sözün sadece gayrimüslimler için söylenmesi gerektiğini , son dönemlerde Müslümanlar için de yakınları tarafından ’Allah rahmet etsin! ‘ yerine kullanıldığını belirtmiş. Kinayeli olarak ’’ kendileri bunu merhuma layık görüyorlarsa’ diyerek de aslında niyetini gayet açık belli etmiş. 12 yılda 52. basımda da aynen bırakılan, yitik bir candan bile esirgenmiş bu ‘palalı’ rahmet ayrımcılığını düşünürken, Türkiye’nin şu an en çok satan kitaplarından, Yunus Emre/Od romanının yazarının da aynı isim olduğu yaman çelişkisi gözümüze çarpmakta. Ne demişti ‘toprağı bol olsun’ büyük ozanımız, ’Yaradılanı severiz yaradandan ötürü’..
Söylem fetişizminden, ötekileştirme sevdasından uzak, tarihin kaynayan potasından süzülen anlamlara gönül gözüyle eğilme dileklerimizle.
Özcan GEÇER, twitter.com/ozcangecer , Güncelleme Tarihi: 22 Mart 2012
* Kaynak, Safa Kaçmaz : http://toplumvetarih.blogcu.com/sumer-urukagina-yasasi-ve-olum-vergisi/270116
**İki Dirhem Bir Çekirdek, Kapı Yayınları Sayfa, 195.
Not: Bu yazı, 16 Mart 2012 Tarihli Agos Gazetesi'nde yayımlanmıştır. Yazının hemen ertesinde kitabın yazarı İskender Pala aşağıdaki e-postayı yollamıştır. Yazara, uyarımızı dikkate aldığı için teşekkür ederiz.
''Değerli kardeşim,
Yazınızı okudum. Sonra da kitaptaki bölümü gözden geçirdim. Haklısınız, hata etmişim, bir sonraki baskıda bunun düzeltileceğinden emin olunuz. Baki meveddet ve's-selam... İskender Pala''
Fotoğraf: ABGAR MOZAİĞİ
1979 yılında Şanlıurfa’da bulunmuş bir mezar odasının mozaik zemini. Yerinden sökülerek çalınmıştır. II. yüzyılın sonları, III. yüzyılın başlarına tarihlenebilir.
Süryanice Yazıtın tercümesi:
Akrab oğlu Aşadu.
Ma’nu oğlu Abgar.
Aşadu oğlu Barsemyo.
Barsemyo’nun annesi ‘Azil.
Ben Aşadu oğlu Barsemyo, bu ebediyet evini benim için, çocuklarım için ve kardeşim için, efendim ve velinimetim Abgar’ın hayatı için yaptım.
Aşadu oğlu Hannan.