Midyat’taki Asuri, Süryani, Keldani Demokratik İnisiyatifi sözcüsü Jakop Gabriel, eğitim ve anadil imkanlarından eşit yararlanma istedi (Milliyet, 03.01.11). Aklınıza geleni okuyup buraya yazıyorum:
“Biz biliyorduk. Kürtlerden Süryanilere de sıvaştı. Devletimizi kemirmek için iç düşmanlar sonunda elbirliği yapacaklardı. Bunun içindir ki Tek Dil diye kendimizi paraladık. Süryanice okul istiyorlar. Hem de, devlet desteğiyle!”
Süryaniler azınlık mıdır?
Söylemediyseniz bile düşündünüz. Eğitimli olduğunuz için, çok normal. Ama “normal” başka, “doğru” başka. Çünkü Süryanilerin bütün bu taleplerinin çok fazlası, kurucu antlaşmamız Lozan’da (L.) bu insanlara azınlık hakkı olarak verildi. Ama siz şimdi hemen atılacaksınız: “Lozan’da sadece Ermeni, Rum, Yahudilere azınlık hakları verilmiştir.”
Bu cümleyle, Lozan’ın L’sini bile açıp okumadığınızı itiraf ediyorsunuz. Çünkü 143 maddelik L’da bu üç azınlığın esamisi (isimleri) bile geçmez. Md. 37-44’ün oluşturduğu “
Azınlıkların Korunması” adlı Kesim III’te getirilmiş azınlık hakları “TC vatandaşı gayrimüslimler”e verilmiştir. Süryaniler de, üzerinize afiyet, tarihteki ilk Hıristiyanlardır.
Ama mahcup olmayın. Çünkü: 1) Şu andaki gazetecilerimizin tartışmasız en bilgili ve önemlilerinden biri, arkadaşım, ismi lazım değil, o da bunu aynen sizin gibi biliyordu. 2) Benim yaş grubumdan Türkiye’nin şu anda tartışmasız en büyük tarih profesörü olarak bilinen bir başkası, arkadaşım, ismi yine lazım değil, o da. 3) Cumhurbaşkanı N. Sezer, Kasım 2006’da Vakıflar Yasası’nı veto ederken gerekçesi şuydu: “Bu yasa, bu vakıfların Lozan’da olmayan bir ekonomik ve siyasi güç elde etmesine yol açacaktır. Oysa Anayasamızın Başlangıç bölümünde ‘hiçbir etkinliğin, Türk ulusal çıkarlarının ve Türklüğün tarihî ve manevi değerlerinin karşısında koruma görmeyeceği’ belirtilmektedir”. Gayrimüslim vatandaşları “Türk” tanımının nasıl dışında tuttuğu bir yana, Sayın Sezer bu gerekçesinde, L.’daki hak sahibi azınlıklar olarak yalnızca Ermeni, Rum ve Yahudileri saymıştı. Kendisinin daha önce Anayasa Mahkemesi Başkanı olduğunu da hatırlarsanız, siz sütten çıkmış ak kaşık sayılırsınız. Rahatlayın.
Meşhur feragat meselesi
Şöyle söylediğinizi duyuyorum: “Bu doğru olsa bile ben okudum, 1926’da Medeni Kanun çıkınca Lozan’daki haklarından feragat etmişler.” Yine çok yanlış. İki açıdan:
1) Rum azınlık liderlerinin 1926’da hapse atılıp da, “feragat edilene kadar çıkmayacaklardır” denmesi üzerine (yani, devletin hukuk dışı şiddet kullanması üzerine) gayrimüslimler gerçekten bir “feragat”te bulundular. Fakat bu L’daki haklarla değil, sadece ve sadece L. md. 42/1’de getirilmiş bir hak olan kilise nikahıyla ilgiliydi.
2) Bu türden feragatlerin tümü, ama tümü, hukukta külliyen geçersizdir. Çünkü azınlık hakları gruba değil, azınlık bireyine verilir. Uluslararası hukukun öznesi azınlık bireyidir; azınlık grubu değil; mesela AİHM’de grup adına dava açılamaz. Dolayısıyla, böyle bir bireyin hakkından o grubu temsil eden kişiler (patrik, vakıf başkanı, vs.) vazgeçemez. Üstelik, uluslararası bir antlaşmanın verdiği haktan bahsediyoruz. Ama biliyorum ki yine tatmin olmadınız. Bu defa diyorsunuz ki: “Ama bu ta başından beri böyle uygulandı. Bir teamül [yapılageliş kuralı] halini aldı.”
Hukukta, yasaya/antlaşmaya rağmen teamül olmaz, Aksi halde kocaya kaçan gelinlik kızını 14 yaşındaki oğluna öldürtmek de bazı bölgelerimizde sıkı teamüldür ama siz buna çok sinir olursunuz; öyle di mi? Sakın siz “Biz L’ı başından beri ihlal etmişiz, ulusal çıkarlarımızın icap ettirdiği bu durumu şimdi değiştirecek değiliz” diyor olmayasınız?
Bir de, aklınıza gelmeyebilir ama, ben getirivereyim: “O zaman niye Ermeni, Rum, Yahudilere uyguladık da Süryanilere uygulamadık bu hakları?” Çünkü bu üçü İstanbul’daydı. Göz önündeydi. Genellikle burjuva veya küçük burjuvaydı. Süryaniler ise Mardin civarında yaşıyorlardı. Gözden ıraktılar. Köylüydüler. Haklarını savunacak durumda değildiler. Şimdi bile öyle. Unutmayın, İstanbullu Ermenilerin hakları vardı, ama doğuda yaşayanlarınki mafiş idi. Tabii, Süryanilerin akraba devleti de yoktu.
Vermediğimiz haklar
Sorularınız ve itirazlarınız bittiyse, bu insanların şimdi kalkıp da “dilimizi öğrenmek istiyoruz” demeleri neye dayanıyor, onu görelim. Md. 40’taki “… her türlü okullar kurmak, yönetmek, denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak…”a dayanıyor. Buna hiçbir zaman izin vermedik, şükür, vermiyoruz. Üstelik bu kadim dilin kökü Aramcadır; İsa Aramca konuşuyordu.
Yerim olsa, bu insanlara, analarının ak sütü gibi hakkı olup da vermeyi reddettiğimiz daha neler var. Mesela L. md. 41’e göre kendi dillerinde eğitim için çeşitli bütçelerden para verilmesi lazım, hiçbir zaman verilmedi; “devlet desteği” derken bunu hatırlatıyorlar. Md. 42/3’e göre mevcut vakıflarına “her türlü kolaylıkların ve izinlerin” sağlanması lazım, oysa biz bu insanların vakıflarını tanımayı bile reddettik. 2003’teki 4. AB Uyum Paketi çıkınca, o da Dışişleri’nin büyük çabasıyla 24.01.2003 tarihli yönetmeliğe bir liste eklendi de, bu insanların 9 vakfını dolaylı olarak tanımış gibi olduk. (Dışişleri deyişim dikkatinizi çekti mi? Çünkü biz gayrimüslim vatandaşları “yabancı” sayarız da ondan. Yalnız, bırakın dağınık kalsın. Çünkü İçişleri’ne bırakılsa son ferdine kadar tüketirdik bu insanları; orası kesin). Şu anda da bu insanların manastırlarına ait topraklar kimi Kürt toprak ağaları, özellikle de bir AKP milletvekilinin korucubaşı olan babası tarafından kemir kemir kemirilmekte; daha önce yazmıştım (“Süryanilerin Canına Tak Dedi”, R-2, 21.12.2008).
Bu mazlum ve kadim Orta Doğu halkına biz işte bu ayrımcı muameleyi yapıyoruz. Oysa 1915’te İttihatçı atalarımız onlara ayrımcılık yapmamışlar, Ermenileri kırarken yanına Süryanileri de katıvermişlerdi. Bunları bilelim de, ilkokul bebelerimize yine okutmaya devam edelim, “Dünyaya medeniyeti Türkler yaymıştır” diye.
Baskın Oran, Güncelleme Tarihi: 11 Ocak 2011