Süryaniler; yaklaşık 5.000 yıllık geçmişleriyle Mezopotamya'nın en eski halklarındandır. Süryaniler; tarihte Mezopotamya olarak bilinen bölgede hüküm sürmüş olan Akad, Asur, Babil ve Aram uygarlıkların mirasçılarıdır. Süryaniler bu dönemde kültür ve uygarlık gelişimine ön ayak olmuşlardır. Toplumsal kanunların oluşturulması (Hammurabi Kanunları, Orta Asur Kanunları gibi), ticaretin geliştirilip geniş alanlara yayılması (Kayseri yakınlarındaki Kaneş ticaret bölgesi gibi), yazının yaygınlaştırılması (çivi yazısının Anadoluya getirilmesi gibi) ve diğer birçok alanda Süryaniler etkin olmuşlardır.
Süryaniler; Hristiyanlığın doğuşuyla birlikte bu inancı kabul eden ilk toplum olmuşlardır. Kudüs'ten sonra kurulan Antakya Kilisesi Hristiyanlığın ilk kilisesi olma ayrıcalığına sahiptir. Süryani Kilisesi bu kilisenin mirasını taşımakta ve bugüne kadar bu kilise adıyla Antakya Süryani Kilisesi olarak tanımlanmaktadır. Tarihin en eski üniversitesi olarak bilinen Harran Okulu'nun yanı sıra kurdukları diğer okullar (Antakya, Nusaybin, Kenneşrin (Malatya) ve Cundişapur (İran) Süryanilerin belli başlı kültür merkezleri olmuşlardır.
Süryanilerin dünya üzerindeki sayısının yaklaşık 6 milyon, Türkiye'de ise 15 bin ile 20 bin arası olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayının 3 milyonu Hindistan'da yaşarken, diğer büyük bir çoğunluk ise Avrupa ve ABD'de yaşamaktadır. Dünyada 28, Türkiye'de 4 tane Metropolitlikleri bulunmakta. Patriklik merkezleri 1932 yılında Türkiye'den Şam'a taşınmak zorunda kalmıştır. Süryanilerin bu kadar dağınık yaşamalarının en önemli nedenlerinden birini zorunlu göçler oluşturmaktadır.
DOĞU LEHÇESİ, BATI LEHÇESİ
Tarihsel süreç içinde yaşanan mezhepsel ve bölgesel ayrılıklardan dolayı günümüzde Süryaniler; Asurî, Keldani, Arami, Marunî olarakta adlandırılmaktadır. Tarihin en eski dillerinden biri olan Süryanice; eski Aramice dilinin geliştirilmiş devamıdır. M.Ö.5. y.yılda Süryanice Ortadoğu'nun genelinde yaygın olarak kullanılan bir dildir. Ayrıca Türklerin tarih boyunca kullandığı 18 alfabeden birisi de Süryani alfabesi olduğu bilinmektedir.
Konuştukları dil Süryanicedir. Süryanice, Sami dil ailesindendir ve dünya üzerinde yaşayan en eski üç dilden biridir. Süryanice'nin bir diğer özelliği de İsa'nın konuştuğu dil olmasıdır. Süryanice, belirgin farklılığı olmayan iki lehçeye ayrılmıştır. Doğu lehçesi Asurice veya Keldanice olarak bilinirken, Batı lehçesi ise salt Süryanice olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde Türkiye'de yoğun olarak Süryanice'nin Batı lehçesi kullanılmaktadır. Bu dilin tarihinin İÖ 1750 yılına kadar indiği yazılır. Kiliselerde manastırlarda ve Türkiye dışındaki okullarda kullanılır. (Türkiye'de okulları yok) Turoyo şivesi sadece konuşulur yazılmaz.
Süryanice çok geniş bir kelime hazinesine sahiptir. Şu anda Türkçe olarak kullanılan Nisan, Temmuz, Ağustos ve Şubat aylarının kökeni Süryanicedir. Süryanice uzun yıllar yakın doğu ülkelerinde resmi dil olarak kullanıldı.
ARAP VE AVRUPA AYDINLANMASINA KATKISI
İÖ 5. yüzyılda Süryanice Ortadoğu'nun genelinde yaygın olarak kullanılan bir dildi. Çin, Moğolistan, Orta Asya ve Hindistan'da çok geniş alanlarda kullanılıyordu.7. yüzyıl sonu 8. yüzyıl başına kadar, Arapçanın rakip bir dil olarak çıkmasıyla kullanım alanı daralmaya başlamıştır. Süryaniler; tarihsel süreç içinde kurdukları okullarda Eski Yunan eserlerini önce Süryaniceye daha sonra da Arapçaya çevirmiş, böylece Arap Uygarlığının gelişmesinde etkili rol üstlenmişlerdir. Daha sonraları bu klasikler Araplar aracılığı ile Avrupa'ya ulaşmış ve Avrupa'nın da aydınlanmasında rol oynamıştır.
KADİM HALKIN DİLİ TEHLİKE ALTINDA
Günümüzde, Süryaniler ülkemizde diğer azınlıklarda olduğu gibi okullara sahip değiller. UNESCO 2007'de 'Tehlike Altındaki Diller Atlası' yayınladı. Bu atlasa göre; Türkiye'de 15 dil tehlike altında. Bu dillerden biri de Süryanice. Bugün Diyarbakır'da biryerde arkeolojik bir kazı yapıldığında çıkan kalıntılarda Süryanice yazılar var. Yüksek medeniyetler kurmuş, en kadim bir halkın bugün dili tehlike altında.
Bir dilin ölmesi, o dili konuşan halkın ve o dille yaratılan bütün değerlerin yok olması demektir. Çünkü dil, sadece insanlar arasında anlaşma aracı değil. Bilginin gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayan, geçmiş ile gelecek arasında ilişkiyi geliştiren bir araçtır.
Mezopotamya medeniyetine yön vermiş, oradan dünya kültür ve edebiyatına büyük katkıları olmuş Süryanicenin yaşatılması büyük önem arz etmektedir. Mardin Artuklu Üniversitesi'nde Süryanice Kürsüsü'nün açılması/Arami dili ve edebiyatı bölümü hem ülkemiz hem de Süryanicenin yaşatılması için çok önemli bir gelişme belki ama pratikde hayata geçmediği için bir anlam ifade etmemektedir.
Türkiye'de 86 yıllık 'tek devlet, tek ulus, tek dil ve tek bayrak' tekerlemesi devletin en üst düzeydeki yetkili ve etkili yöneticileri tarafından sürekli tekrarlanmaktadır. Yasalarla da bu anlayış korunmaktadır. Oysa 35 ülkede, çok uluslu, çok cumhuriyetli, çok eyaletli, çok otonomlu, çok başkentli, çok bayraklı, çok dilli, çok lehçeli ve çok alfabeli, halklar bir arada yaşamaktadır. Ayrıca azınlıklar sorunu, dil, kültür, kimlik ve kişisel özgürlükler Avrupa Birliği'nin gündeminin ilk sıralarında yer almaktadır. Avrupa Birliği'ne girmeyi hedefleyen Türkiye'nin AB Standartlarını esas alarak bu sorunları çözme, yasal güvenceyle meşruiyet kazandırma görev olarak önünde durmaktadır. Burada unutulmaması gerekilen şey ana dilde eğitimin bir insanî hak, dilin de kimlik sorunu olduğudur.
Süryaniler Mezopotamyanın en eski halkı olmasına rağmen kendi anavatanlarında yaşadıkları zülum, tehcir ve katliamlardan ve zoraki göçlerden ötürü bu topraklarda yok olmak üzereler. Sanırım kendi anavatanlarında mülteci olmak tabiri bu halk içindir.
1900'LÜ YILLARDA YAŞADIKLARI ACILARA GELİNCE:
1912'de başlayan, elbette bu topraklarda acılar 1912 ile başlamadı çok daha öncesi 1841'lerde Bedirhanların Nasturileri katletmesiyle, 1909 Kilikya katliamı ile sistematik hale getirilen 1915 de 500 bine varan 1922'e kadar süren katliamlarla günümüze değin acılar yaşayan bir halk Süryaniler.1932 yılında çıkartılan bir yasa ile 1915 den sağ kalan azınlıkları asimile etmek için 'Türkçe konuş vatandaş'kampanyası ile özellikle askerlik nedeniyle erkek çocuklarına Türkçe isim vermek zorunda bırakıldılar.6-7 Eylül 1955 olaylarında gayrı müslüm olan bu halk yaşatılan baskı ve korku psikolojisiyle Avrupa'ya zorunlu bir göçe tabi oldu. Daha sonra 1974'de Kıbrıs savaşında özellikle Turabdin'de 'gayri müslümleri öldürmek vacipdir' anlayışı ile hareket eden yobazlar tarafından yaşadıkları korku cenderesi ve akabinde 1980 12 Eylül faşist darbesi yüzünden yine aynı baskılar ve zorbalıklar sistematik olarak özellikle bölgede kendini çok ağır gösterince anayurtlarından ayrılmak zorunda kalmışlardır.
II. Abdülhamid'in yönetimi döneminde Gayri müslüm Asurî(Süryani), Ermeni, Rum ve Hristiyan olmayan Êzidî halklarına karşı başlayan saldırılar. Yaşanan bu büyük acıda çoluk, çocuk, kadın demeden yokedilirler birer birer. Unutulan ve görmezden gelinen Asurluların acılarına değineceğim daha çok bu yazımda.1,5 milyon insanı etkiliyen bu olay o dönemde Avrupada fazla bilinmeyen Asurî halkı, yürütülen politikalardan derinden etkilenir. Bu bilinmemezlikden dolayı da tarih yazımında pek az iz bırakmıştır. Belkide bu yüzden Leipzig 1928'de Asur tragedyasına değinmedi. Birinci dünya savaşı ve sonrasında Hristiyan Asurluların kaderi üzerine basında yer alan makaleler, küçük broşürler 6-7 kitap yayınlanır günümüze kadar gelen. Bu gün ise Avrupa'da Asurî tarihçiler pek çok esere imza atmışlardır. O dönemde Asurilar, Türkiye'nin güneydoğusunda daha çok Mardin, Urfa, Diyarbakır, Van, Bitlis, Hakkari ve kısmen Elazığ(Harput) bölgesinde yaşarlar. Fakat Asurlar aynı süreçde Ermeni'ler kadar uluslaşma ve aydınlanma süreci içersinde olmazlar. Osmanlının son dönemlerinde ise kendi kaderlerini belirlemek istiyen pek çok ulus vardı. Fakat Osmanlı, Balkanlarda yaşadığı travmadan sonra Anadolu'yu tektipleştirmeye yönelir. 1914 yılında da Enver Paşa döneminde Ruslarla olan savaşda kaybedilince önce İslamlaştırma sonra Türkleştirme ile Hristiyan halklara karşı saldırıya geçilir.
Devlet egemenliğini ele geçiren Turancı İttihat ve Terakkiciler, imparatoluğun Hristiyan halklarını mono etnik bir devlet yaratmak için sistemli bir şekilde bu acıyı yaşatmışlardır. Bu proje Türkleştirme harekatına direnen halkları yok etmeyi öngörür. 1912'den 1922'ye kadar gayri müslüm halklara karşı yürütülen politikalar sırasında Doğu Trakya, Iyonya, Kapodokya ve Pontus bölgelerindeki Helen ile ayrıca pontuslu Helenler hayatını kaybeder. Zoraki tehcirin başladığı yıllardı bu yıllar.
1914'den 1918'e kadar yok edilen Süryanilerin sayısı ise 500.000 ulaşır. Bunlardan 90.000 ile 100.000'i Ortodoks Klisesi mensuplarıdır.
1920'li yıllar Anti-Semitizmin Türkiye'de ırkçı temellerle şekillenmeye başladığı yıllardır. Bu yıllarda salt hristiyan halklar değil Yahudiler'de korku ve endişe içersindeydiler. Yahudi halkının Türkiye Cumhuriyetine sadakat beyanatları, göze batmamak için gösterdiği fedak‰rlıklar, vatandaş kabul edilmeleri açısından bir işe yaramıyordu. Lozan antlaşması ile feragattan sonra, Yahudi karşıtı kampanya geçici bir süre için yavaşladı ve kayboldu. Yahudiler; Süryaniler, Ermeniler, Helenler ve yezidiler kadar büyük acılar yaşamadılar ama bu olay dalga dalga Yahudi göçüne neden oldu. İttihat ve Terakki zihniyeti Osmanlıdan, Türkiye cumhuriyetinin kuruluş yılları ve günümüze kadar devam eder. Korucular, (jön Türkler ve panislamizmin) aynı devlet politikasıyla o bölgede varlıklarını her türlü kirli işlerle feodal yapıyla günümüze değin sürdürmektedirler. Köye dönüş projesiyle dönen bazı Süryanileri katletmektedirler.
24 Nisan'da yaşatılan bu büyük acıya dünya da sessiz kalmıştır.1.Dünya savaşı sırasında Batılı emperyalist devletlerin toprak paylaşımı ve pragmatist yaklaşımları pantürkist politikaların sorgulanıp mahkûm edilmesini engeller. Bu tarihsel meseleyi iki yüzlüce kullanan Batılı emperyalistler Süryani'lere yaşadıkları acıları yazmaları için Avrupada 1923'e kadar her türlü imk‰nı sunsalarda yazık ki Lozan antlaşmasından sonra Süryani halkını kendi kaderiyle baş başa bırakmıştır.1837 de süryanice yayın yapan matbaayı kuran bu kadim halk, tarihin tozlu sayfalarında yer almamak için yaşadıkları tüm acılara rağmen 1.dünya savaşına da denk gelmesi nedeniyle öncelikle yaşam mücadelesi vermişlerdir. Bu dönemde Mardin ve Diyarbakır bölgesindeki Süryaniler ile Hakk‰ri'deki Nasturilerin bir kısmı tehcire tabi tutulurlar. Tam 17 ay süren Tehcirin bil‰nçosu çok ağır olur. Tehcirin baş mimarı ise Talat Paşa'dır.
ACILAR RENK DEĞİŞTİRSE DE DEVAM ETMEKTEDİR
Sürgün, tehcir ve tüm bu acılar yüzünden sayıları 15000 ile 20000 arasını bulan Süryaniler günümüzde Türkiye'de daha çok Turabdin bölgesinde (Süryani mitolojisine göre Mardin, Savur, Ömerli, Midyad, Gercüş, Dargeçit, İdil, Cizre ve Silopiyi de içine alan bölgenin adı) Diyarbakır civarında, İstanbul, Ankara'da varlıklarını sürdürmektedirler. Ancak acılar renk değiştirsede devam etmektedir. Bu gün de Süryani halkı, Mardin-Midyad'ta Mor Gabriel manastırı; ittihat ve terakkinin bir uzantısı olan korucu kürtlerin (muhtarlarin) açmış olduğu 6 ayrı mahkemeyle ve Toprak davalarıyla boğuşmaktadır.
Türkiye'de yaşanacak bir savaşda bölgede en çok etkilenen halk yine Süryaniler olucaktır.Kendi anavatanlarında bu yüzyılın başlarından beri yaşadıkları onca büyük acılara rağmen! hala can güvenliği olmayan Süryaniler Barışçıl ve hoşgörülü bir halkdır.Süryanilerin bu ülkeden tek istediği, yaşadıkları topraklarda korkusuzca ve Ötekileştirilmeden kardeş halklarla birlikte yaşamaktır.Kendi topraklarına 'köye dönüş projesi' ile yeniden dönenler, yerlerini para ile satın almaktadır, buna rağmen korucu anlayışların yıldırma operasyonlarıyla avrupaya yeniden dönmek zorunda kalan süryaniler, Yukarı mezopatamyada Kilise ve tarihi eserleri yok edilmekde, restorasyon çalışmaları ise yasalara tabii..
Bu ülkede ödedikleri vergilerle ülke ekonomisine katkıda bulunan süryaniler(ve diğer azınlıklar) Diyanet işleri gibi bir kurumdan (gayri müslim olduğu için)hiç yararlanmadığı halde ödediği vergilerden pay bu kurumlara da gitmektedir.Ülke ekonomisine zorunlu vergilerle katkı koyan azınlıkların bırakın diyanet işlerinden yararlanmayı kendi Kiliselerinin restorasyonu ve din adamlarının bile maaşlarını kendi bütçeleriyle zar,zor karşılamaktadır.21.yüzyılda bile hala bu bölgede devlet okullarında okuyan Süryani çocuklarına 'Fılla' (gavur anlamına gelen) denildiği bir ülkede gelin bu halkın kültürüne hep birlikte sahip çıkalım.
Yanı başımızdaki komşumuz olan Süryani halkına sahip çıkmak dünya kültürüne sahip çıkmaktır.
Yazı: Zeynep Tozduman, Güncelleme Tarihi: 14 Haziran 2010