Pazar günü, Yeni Melek Sineması`nda Halkların Dostluğu Girişimi`nin düzenlediği Halkların Buluşması konserini izlerken, Anadolu`da dil zenginliğinin de tadını çıkardım. Rumca, Ermenice, Gürcüce, Lazca, Süryanice, Arapça, Kürtçe, Adigece ve elbette Türkçe tam bir renk ve tını cümbüşü yaşadık. Bir şey eksik miydi derseniz, Yahudi toplumumuzun coğrafyamıza kattığı ortaçağ İspanyolcası olan
Ladino, yokluğunu hissettirdi. Yoksa ben mi atladım vardıydı da? Bir de savaşların coğrafyamıza savurduğu Balkan insanlarının tınıları -belki onu da atlamış olabilirim.
Yalnız, yüksek volümlü aletlerin, sesi bazen bir gürültü haline getirmesinden şikayetçiyim. Keşke her halkın müziğini kendi
otantik müzik aletleri ile, akustik ortamlarda kendi doğallığı içinde dinleyebilsek. Rock müziğin getirdiği olanaklar, o tarz müzik için uygun ama her aletin kıçına elektrik kordonu takınca, özellikle halk müziğinin keyfi kaçıyor sanki.
Latin Amerika`da başlayıp bize de ulaşan "
Yeni Türkü" akımı, özellikle otantik müziklerin dünyaya ulaşımına olanak sağladı ve bu zengin malzemeyi lirik bir biçimde herkesin paylaşımına açtı. Dünya sesleri, İngiltere ve Amerika`daki birçok müzisyene de büyük olanaklar sundu.
Modern müziğin olanaklarından yararlanırken, dengeyi yine de çok iyi tutturmak gerekiyor.
"
Şlomo" diye bizi selamlayıp, konserini "
tewdi" diyerek teşekkür ile bitiren Süryani sanatçı Yakup Atuğ`u izlerken, bir yandan da tarihin bize emanet ettiği bin dört yüz yıllık
Mor Gabriel Manastırı`nın topraklarının yerel eşraf ve korucular tarafından gasp edilmeğe çalışılası ayıbını düşünüyordum. Nasıl Hemşince türküleri dinlerken, Fırtına Vadisi`ne yönelik imhacı baraj tasarılarını hatırlıyor; ya da Lazca, Gürcüce türküler, kıyı yolu cinayetine yönelik öfkemi kabartıyor ise. Karadenizli politikacıların bu çevre çıkarcı politikaları üç kuruşluk çıkar için desteklemesi, içimi daha bir acıtıyor.
Konser dönüşü, 1990`ların fikir mahpuslarından, inatla
Yaba Kültür Sanat dergisini ayakta tutan Yaba Yayınları Editörü Aydın Doğan`la Yüksek Kaldırım`daki ofisinde sohbet ettik uzun süre, bir yandan da sahafiye kitapları karıştırırken...
Aydın, sessiz sedasız iyi bir yayıncılık yapıyor, kıt olanaklarla. Yayınladığı o harika Mezopotamya Kitaplığı`nın 18`incisi de çıkmış, 1896-97 Hamidiye kıyımlarının acısını sıcağı sıcağına aktaran "
Ermeni Mektuplar". Adı bilinmeyen bir Süryaninin 1. ve 2. Haçlı Seferleri`ni konu alan
Vakayiname`si de beni o günlere götürmüştü. Amin Malouf`un
Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri`ni yeni tamamlamıştım, bu da bana başka bir pencere açtı. Bu dizideki eksiklerimi daha önce tamamlamıştım, Joseph Molitor`un "
Kildaniler"ni, Joachim Menant`ın
Ninova Sarayı Kütüphanesi`ni ve derisi diri diri yüzülen Hallac-ı Mansur`un, "
Enel Hak" dediği, Hindistan`a kaçan bir müridi tarafından kurtarılan tek kitabı `Tavasin`i… Aydın Doğan, `Nusaybin Akademisi` ve "Gundi Şapur Akademisi"ni de yakın dönemde yayınladı. Daha önce yayınlanan, Süryani vakanüvislerin kaleme aldığı "Erbil", "Siirt Vakayinamesi" ve "Urfa" ve "
Antakya Akademisi" de bu bölgelerde yaşayan halkların tarihini kavramada vazgeçilmez kaynaklar. Karolin Holmes`in "
Urfa Ermeni Yetimhanesi" de, bir sürü yeni şey öğrendiğimiz bir kaynak.
Öte yandan, Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordusuna katılıp Enver Paşa tarafından tugay komutanlığına getirilen Rafael de Nogales`in "Osmanlı Ordusunda Dört Yıl(1915-1919)" başlıklı anıları, Ermeni tehciri sırasında yaşanan utanç verici, yürek parçalayıcı birçok olayı birinci elden gözler önüne seriyor.
Bu diziden çıkan
Gertrude L. Bell`in "
Mezopotamya`da 1914-20 Sivil Yönetimi" adlı kitabını eğer Bush ve Blair okumuş olsalardı, bence, Irak belasına kesinlikle bulaşmazlardı. Bugün neler oluyorsa, 1920`lerdeki işgalde de benzer şeyler yaşanmış ve sonunda İngilizler alelacele bir uydu yönetim kurup, peygamber soyundan gelme kral atayıp nasıl kaçtıklarını bilememişler. Belki de
Obama bu kitabı okudu da
çekilme kararını verdi.
Süryanice müziği dinlerken, işte kafamın içinden bütün bu kitaplar geçiyordu.
Kaynak:
Evrensel, Güncelleme Tarihi: 3 Mart 2009