Midyat Sulh Ceza Mahkemesi’nde bugün tarihi bir davanın duruşması yapılıyor. Süryanilerin kutsal bölgesi olan Midyat ve çevresi (
Turabdin) içindeki en önemli dini merkezlerden biri olan
Mor Gabriel Manastırı ile manastırın arazileri üzerinde hak iddia eden köyler-köylüler arasındaki dava ilgiyle izleniyor.
Aslında hikaye son derece bildik bir tema üzerinden yola çıkartılmış.Türkiye’deki azınlıkların varlığını “tehdit” olarak algılan bir takımın “düşük zekalı” bir operasyonu icra ediliyor.
Azınlıkların toplumsal yapımızın bir rengi olduğuna inanmayanların bile ikna edilmesi güç bir olasılıktır bu tehdit tezleri… Çünkü o kadar az sayıda bırakıldılar ki…Eğer bu hışımla devam edilirse fazla uzak olmayan bir gelecekte Türkiye’de ne Süryaniler kalacak ne Rumlar, ne Ermeniler, ne Yahudiler, ne de başka bir etnik azınlık…Süryanilerin sayıları 3000’lerin altına indi.
Gelelim Mor Gabriel Manastırı Davası’na…
Manastır çevresindeki köylerin muhtarları, Süryanilerin topraklarında hak iddiası ile açtıkları davanın başvuru dilekçesinde diyorlar ki:“Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı’nı işgal eden papaz ve rahipler ormanı da işgal ve talan etmektedirler.”Dilekçe bölgedeki yetkilileri göreve çağıran, ajitasyon dozu uçuk düzeye tırmanmış dilekçe şöyle devam ediyor:“Sizler ormanlardan bir dal kesinin kafasını keserim diyen Fatih Sultan Mehmet’in torunlarısınız…”
Şimdi geliyoruz dilekçe sahibinin isteğine…“Bu piskoposun kafasını kesmek değil de, işgal ve talana engel olmalısınız!”Bu satırları, çobanlık yapan Mahmut Düz isimli bir delikanlının yazdığına inanabilir misiniz? Çobandaki “tarihi derinliğe” bakın siz! Fatih’ten giriyor, kafa kesmekten çıkıyor.
Her şey gayet açık… Midyat’taki işgüzar ve cahil istihbaratçılar belli yerlerden işaret de alarak yazdıkları metinleri garip çobanlara imzalatıp, savcılığın önüne koymuşlar.Bölgede daha önce Süryaniler ile Müslüman köylüler arasında sorunlar olmuyor muydu?
Elbette böyle şeyler yaşanıyordu. 2004 yılında Almanya’da yaşayan Süryaniler Gavro Aslan, Melki Dere, İbrahim Diri ve kızı Maria ile birlikte 1980’den sonra terk ettikleri Arbo köyüne gitmiştim. Köyde 1700 yıllık Mor Dimet Kilisesi vardı. Bu dini mabette Süryanilerin büyük din adamlarının da mezarları yer alıyordu.
Büyük yapı, bu bölgeyi kışlak olarak kullanan göçerler tarafından ahır haline getirilmişti. İçerdeki hayvan dışkılarını yaz aylarında buraya gelen Süryaniler çevreden köylerden işçiler tutarak birlikte temizliyorlardı. Gavro Aslan, “bugüne kadar” diyordu:-Tam 80 bin Euro işçilik ve gözcülük ücreti verdik. Ama yine de tam olarak koruyamıyoruz, kiliselerimizi… Tabii köy boş kalınca bunlar oluyor, inşallah yakında kesin dönüş yapıp eski evlerimize yerleşince bu sorunlar da bitecek!
Görüldüğü gibi bölgedeki farklı dinlere mensup insanlar, insanca sorunlar yaşıyorlar ve bunlara insani çözümler buluyorlardı. Birdenbire çıkan bu “arazi davaları” asla kendiliğinden olamaz. Mutlaka birileri (!) bir şeyleri ısıtıyorlar.
Milattan Sonra 397 yılında temelleri atılan Deyrulumur (Rahiplerin Barınağı) Manastırı 7. Yüzyıldan sonra “Aziz Mor Gabriel” adıyla ünleniyor.O yıllardan 2008’e kadar arazi sorunu yaşanmayan bölgede bugün çobanlar Fatihli, kafa kesmeli dilekçeler veriyorlarsa, bunda Süryanileri ve köylüleri karşı karşıya getirmek isteyenlerin parmak izlerini aramak gerekiyor.
Mor Gabriel Manastırı davası Türkiye’nin, yüzünü kızartacak ya da ağartacak bir ölçü olacaktır!
SÜRYANİLERİN İNSANLIK KOKUSU (Yazar Tarafından Yazılan Önceki Yazı)
“Türkiye'de sayıları *2.000 civarında kalan Süryani yurttaşların en önemli ibadet merkezlerinden birisi olan Mor Gabriel manastırı tehlike altında...” İmzaya açılan uluslararası bildiri bu cümleyle başlıyor.
Sonra çok fazla yadırgamayacağımız tanıklıklarla devam ediyor.
Midyat’ın dışında özel bir mimarisi bulunan çevresinde ekilip biçilen, verimli arazileri bulunan manastırın tarihi ise milattan sonra 400 yılına kadar gidiyor. Şimdi geliyoruz “tehlike çanlarının” çalma nedenine…
Yaygın adıyla Deyrul Umur olarak bilinen Mor Gabriel Manastırı’nın çevresinde yer alan köylerden bazılarının muhtarları manastıra ait araziler üzerinde hak iddiasıyla ortaya çıkmaya başladılar. Hatta içlerinde o kadar ileri gidenler var ki, Manastırın bulunduğu fiziki yeri bile almak istiyorlarmış.
Böyle şeyler hiçbir zaman “kendiliğinden” başlamaz. Anadolu insanını biraz tanıyanlar, 1600 yıldır üzerinde tartışma bulunmayan topraklarda birden bire “bizim hakkımız” diye ortaya çıkışın altındaki “büyük gücün” bulunduğunu hemen anlarlar.
Hak taleplerinin başında ise ellerinde devletin verdiği silahları taşıyan Korucular geliyor. Koruculuğu bölgeye verdiği zararı anlatmak için eski OHAL Valisi Ünal Erkan’ın, bir söyleşi sırasında bana takdim ettiği rakamlar yeterlidir. Erkan’a, korucuların suça olan yatkınlıklarını sormuştum. O da devletin böyle şeylere kayıtsız kalmadığını anlatmıştı:
-Biz bugüne kadar (yıl 1994 idi) gasp yapan, silah kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı yapan, ırza tecavüz eden, soygunculuk yapan 1000 korucu hakkında soruşturma başlattık!
Ürpermiştim!.. Devletten maaş alan 1000 kişilik bir suç ordusunun varlığını bizzat en üst düzey yetkili söylüyordu. Herkes çok iyi bilir ki, devlet öyle tek olayla soruşturma açmaz. Soruşturma açılacak olan kişinin marifetlerinin dallanıp budaklanması lazımdır. Bu şekildeki olayları göz önüne getirin bir de bunu 1000 ile çarpın!
İşte size koruculuğun ulaştığı başarının fotoğrafı…Süryaniler ne diyorlar biliyor musunuz?
-Türkiye bizim anavatanımızıdır!
Aynen bu cümleyle ifade edildi bana… Hem de Süryanilerin dünyadaki en üst ruhani lideri olan Patrik I. Moran Mor İğnatius Zekka Ayvaz tarafından…
Dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan Süryaniler Türkiye’yi ziyaret ettikten sonra eş dost akrabalarına hediye olarak bir avuç toprak götürüyorlar. Bu en değerli hediye olarak kabul ediliyor. Patrik Ayvaz, söylemişti bunu da… Brezilya’da tanık olmuştu bu hediye biçimine.
Süryaniler o kadar vefalıdırlar ki, 1915’te “Hıristiyanların katli vacip değildir” diye fetva veren Savur Şeyhinin fotoğrafını Deyrul Zafaran Manastırı’ndaki ölen Patrikler ve Metropolitler’in fotoğraflarının arasına asmışlardır. Bunu da kimseye söylemezler. Eğer Celal Başlangıç gibi dikkatli bir gazeteci fark edip yazmasaydı, biz de öğrenemeyecektik.
Süryaniler Türkiye’yi iyi anılarla yaşatırlar. Süryaniler bir süredir yaşadıkları ülkelerden dönüp eski köylerinde yeni konutlar yaparak yerleşmeye başlamışlardı. Nusaybin’e bağlı Süryanice eski adı Kafro olan Elbeğendi köyünde rastladığım Yahko Demir, otuz beş yıldır Almanya’da yaşıyordu. İlk kez 2001’de gelip köyünü görmüştü. Sonra kendince bir ölçü koymuştu:
-Eğer insanlık kokusu alırsam dönerim!
Yahko 2004’te kendine has biçimde tanımladığı “insanlık kokusunu” hafiften almaya başladığını da sözlerine eklemişti. Şimdi sadece Manastır altı ayrı “hak davası” ile boğuşurken, tek başına bir evde yaşayacak olan Yahko’lar anavatanımız dedikleri topraklara dönebilirler mi?
Süryanilerin tanımladığı bu kokuyu öldürmeyin. Onların kutsal bölgesi Turabdin insanlık koksun!
Kaynak: Nazım Alpman;İnternethaber, Güncelleme Tarihi: 5 Şubat 2009
*Yazarın belirttiği nüfus miktarı Türkiye geneli değil ,Güneydoğu Bölgesi için ifade edilmektedir.