Evet. Binlerce yıldır ilk defa seslerini yükseltmelerinden belli. Gazetelerde manşetlere çıktılar (ör. Radikal, 15.12.08). Avrupa’daki Süryani diasporası ve AB de pür dikkat izliyor.
Olay aslında çok tanıdık: Bu yaz başında Midyat’a kadastro geliyor. Böyle dönemlerde âdettir, kırsal birbirine girer. Fakat burada birleştirici bir unsur var: İ.S. 367 yılında (yani, tam 1641 yıl önce) kurulmuş Deyrulumur (Mar/Mor Gabriel) Manastırı’nın vakıf arazileri. Herkes başlıyor, bunları ele geçirmek için işbirliğine. Kadastro müdürlüğü de onay verince iş kadastro mahkemesine intikal ediyor. Sonuçta, Deyrulumur Vakfı topraklarının yüzlerce dönümü başka köylere yazılıyor.
Korucubaşı devrede
Asıl olay şu ki, iki-üç yıl önce Yezidilerin arazilerini kapatan birtakım kişiler burada da sahnede. İsveç Sosyaldemokrat Partisi Milletvekili Yılmaz Kerimo’nun Beşir Atalay ve Zafer Üskül’e yazdığı mektup, bölgede çok etkili bir kişiden ismen bahsediyor: Bir AKP milletvekilinin korucubaşı olan babası. Midyat Cumhuriyet Savcılığı’na çok ilginç ihbarlar yapılıyor. Ben size sıralayayım, artık ilginç mi bulursunuz yoksa fazla tanıdık mı, karar verin:
1) “Kilise vakıf olmadan, mülkiyet izni almadan, her yere işgalci gibi yerleşmiştir. Hem topraklarımızı işgal etti hem de içeride kalan ormanı kesiyor”.
“Vakıf değil Kilise” dediği, Osmanlı döneminde kurulmuş vakıf. Şikâyetçiler, anlaşılan, 24.01.2003 tarih ve 25003 sayılı Resmi Gazete’yi görmemişler. Buradaki vakıf listesinin 151. sırasında “Midyat Süryani Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı Vakfı” yazıyor.
Sonra, gayrimüslimler kalkıp da Müslüman Kürtlerin arazisini işgal edecek, öyle mi? Manastırın dış duvarı çekileli onlarca yıl olmuş, itiraz şimdi geliyor. Ormanın tahribi hakkında hiçbir kanıt yok. Zaten neredeyse tamamı, manastır tarafından dikilmiş ağaçlar. Dahası, ağalar hiç farkında olmadan, tatsız bir çelişkiye düşüyorlar. Savcılığa yaptıkları ihbarda diyorlar ki: “Bu duvar yüzünden ormanda hayvanlarımızı otlatamaz olduk.” Oysa Orman Kanunu’nun 19. maddesi “otlatılamaz” diyor. Üstelik, köy idari sınırlarının tespit edildiği 1937 yılından beri, manastır bu yüzlerce dönüm toprağın vergisini ödemekte.
İnanması güç, ama savcılığa hitaben yazılan dilekçe aynen şöyle diyor: “Sizler ‘Ormanlarımdan bir dal kesenin kafasını keserim’ diyen Fatih Sultan’ın torunlarısınız. Bu piskopos papazın kafasını kesmek değil de işgal ve talanına engel olmalısınız.”
Burada, şikâyetçiler artık daha ‘esaslı’ ve ‘milli’ konulara giriyorlar:
“Manastırda ibadet yasaktır!”
2) “Manastırda kimliği açıklanmayan 10-12 yaş arası çocuklar dinsel eğitim görüyor. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ihlal ediliyor. İrticai faaliyetler yapılıyor. Kilise tarihî bir müzedir ve ibadet izni yoktur.”
Hele de güneydoğuda bir gayrimüslim manastırının gizli-kapaklı iş yapmasını düşünebiliyor musunuz? Bunlar fakir Süryani çocukları. Köylerindeki 5 yıllık okulları bitirmişler, manastırda bakım görüyorlar ve kaybolmaya yüz tutan Süryani dilini ve dinini öğreniyorlar. Aynen Kur’an kursları gibi.
İkincisi, bunlar din adamı. Laik Türkiye’de Müslümanlara Müslümanlığı öğretmek serbest, Hıristiyanlara Hıristiyanlığı öğretmek “misyoner faaliyeti.” Bu zihniyet sürdükçe tabii ki halkımızın %40’ı farklı dinden olanları ‘tehlikeli’ sayacak (Yd. Doç. Dr. Y. Akpolat’ın araştırması, Radikal, 14.12.08).
“Tarihî müze” neyin nesi anlamadım. Anlaşılan, bakmışlar turistler geziyor, demişler “Burası herhalde müze.” Bir de şunu soruyorlar: “Burada yaşayan rahipler, papaz ve metropolitler ve diğer meçhul kişiler nereden gelmişlerdir?” Yahu, bunlar nereden gelsin, bunlar yaklaşık 17 asırdır burada!
Dahası, bu şikâyetçiler kurucu antlaşmamız Lozan’ı duymamışlar. Md. 40’ı, Md. 42/3’ü, Md. 37’yi. Benim bunları kim bilir kaçıncı yazışım. Anayasa Md. 90/5’i de görmemişler.
3) “[Buradaki din adamları] tamamen halkı isyan ve galeyana getirmektedirler. Milli birlik ve beraberlik ruhunu parçalamak için her türlü faaliyet içindedirler.”
Yaklaşık 17 asırdır yapmamışlar, şimdi tam da Hıristiyanların “Misyonerlik faaliyetinde bulunuyorlar” diye öldürülmeye başladığı sırada yapacaklar. Ama bunu tek başlarına yapamazlar. “Emperyalizm”in yardım etmesi lazım. Onun için, şikâyetler arasında şu da var:
4) “Buraya hiçbir kaynak bildirmeden ve hiçbir vergiye tabi tutulmadan menşei meçhul paralar gelmektedir.”
Ne demek meçhul paralar? “İftira at, izi kalsın” mı deniyor? Vakıflar Genel Müdürlüğü (VGM) denetimindeki bir gayrimüslim vakfına böyle karanlık yerlerden izinsiz paralar gelecek, öyle mi? Yoksa VGM mi itham ediliyor?
Bence, bırakalım, bu manastırın arazileri de yağma edilsin. Ondan sonra bu insanlar AİHM’ye başvursunlar, mahkeme Türkiye’yi tazminata mahkûm etsin, biz de vergilerimizden ödeyelim.
Aynen 2007’de Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı’na, 2008’de de Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’na, Samatya Surp Kevork Kilisesi-Mektebi-Mezarlığı Vakfı’na, Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı’na tıkır tıkır ödediğimiz gibi.
Canımız sağ olsun. Yeter ki vatanımızı misyoner faaliyetleri ve AB emperyalizmi yutmasın.
Kaynak: Radikal, Güncelleme Tarihi: 27 Aralık 2008, Fotoğraflar: Hakan Aytekin