Son günlerin -bence- en çarpıcı haberlerinden biri Steven Chu’nun Barack Obama tarafından ABD Enerji Bakanlığı’na getirilmesi. Steven Chu, 1997 Nobel Fizik Ödülü sahibi. Chu’nun ‘küresel ısınma’ tehdidi altındaki dünyamızda, bu tehdide en ziyadesiyle yol açan ülkenin Enerji Bakanı sıfatı taşıyacak olması, elbette ki, çok çarpıcı bir gelişme, zira Steven Chu tam da bu konu üzerinde çalışan bir Nobel sahibi fizikçi.
Ancak, benim açımdan Steven Chu’nun yeni Amerikan Enerji Bakanı olmasındaki çarpıcılık, onun bir Çinli-Amerikalı olması. Bildiğim kadarıyla, Amerikan tarihinin ilk Çin kökenli bakanı.Steven Chu’yu Enerji Bakanı olarak atayan Başkan’ın adının Barack Hussein Obama ve deri renginin siyah olduğu hatırlanırsa, sarı derili, çekik gözlü Chu’nun Amerikan hükümetinde elde ettiği koltuğun siyasi bakımdan önemi ve değeri bir nebze daha fazla anlaşılabilir.
Steven Chu’nun babası 1943 yılında Amerika’ya göçmüş bir Çinli. Steven Chu, 1948’de Amerika’da doğmuş. Çinli kimliği -yüz hatları dahil- kaybolmadan Amerikalı olabilmiş milyonlarca kişiden biri.Bu arada, ABD Ticaret Bakanlığı’na New Mexico Valisi Bill Richardson’un atandığını da bu vesileyle hatırlamakta yarar var. Bill Richardson da ‘Amerika’nın yeni zencileri’ gibi algılanan ve sayıları en hızla büyüyen ‘Hispanic’lerden. Amerikan vatandaşı Nikaragualı bir baba ile İspanyol kökenli bir annenin çocuğu olarak Mexico City’de doğmuş, delikanlılığına dek Meksika’da büyümüş. Babasından ötürü elde ettiği Amerikan vatandaşlığı ile nice yıl sonra ABD’ye, eğitime gelmiş.
Afrikalı-Amerikalı Başkan, Çinli-Amerikalı Enerji Bakanı, Hispanic-Amerikalı Ticaret Bakanı; bu arada kilit konumlarda üç kadın, Dışişleri Bakanı (Hillary Clinton), İç Güvenlik Bakanı (Janet Napolitano) ve BM Temsilcisi (Susan Rice) kadın bir yeni Amerikan yönetimi.Çağımızda bir ülkenin güçlü olmasının, güçlü kalmasının, güçlü olabilmesinin ‘sihirli formülü’nü yansıtıyor Obama kabinesi. Kimlik çeşitliliğinin yönetimde yansıması, İmparatorluklara özgüdür. ‘Monolitik’ yönetim yapıları ise, ‘otokrasi’ye çok daha kolay yol alır ve sonuçta insanlık durumu ile uyuşmadığı için ya dağılır, ya çöker...
***
Uzun Bayram tatili, Türkiye’de birçok konuyu askıya aldığı ve dikkatlerden uzaklaştırdığı için, AB zirvesi üzerinde de pek durulmuyor. Oysa, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, bu zirveyi son yılların en önemli AB zirvesi olarak niteledi.Bizler, son yılların en önemli AB zirvesinin farkında mıyız?
Bu ilgisizlik hali, sadece bayram tatili ve uzunluğuyla açıklanabilir mi?
Bayram arefesinde Berlin’de Türkiye ile AB ilişkilerinin durumunu gözden geçiren bir toplantıda, Türkiye’deki ‘gayrimüslim azınlıkların durumu’nun AB’de Türkiye ile ilgili bir numaralı ‘olumsuz’ gündem maddesi haline geldiğini hayretle dinledim. Vurgu, özellikle Süryanilerin durumu üzerineydi.
Türkiye’nin AB hedefinin en ateşli savunucularından bir önde gelen Alman siyaset adamı, bu konu üzerinde özellikle durdu. Midyat yakınlarındaki Mor Gabriel Kilisesi’nin durumuyla ilgili bilgiler verdi. Almanya’da çeşitli eyaletlerde Hıristiyan Demokratların cami yapımına destek olduğu bir dönemde, Anadolu’da kiliselerin feci durumunun Avrupa’nın hiçbir yerinde Türkiye’nin savunulamayacağı bir ortam oluşturduğuna dikkati çekti.
Tam bu noktada, ilginç bir gözlemi dile getirdi; “Türkiye açısından çok olumsuz bir etki yaratan, bu şikâyetlerin Türkiye-karşıtı olarak algılanan Ermeni Diasporası’ndan değil, bu kez Türkiye’nin AB’ye katılımını hararetle savunmuş olan Süryanilerden geliyor olması...” dedi.
Bu sözleri işitince yanımda oturan Türkiye’deki AB Temsilcisi Büyükelçi Marc Pierini’ye eğilip, gerçekten Avrupa’da böyle bir durum olup olmadığını sordum. “Türkiye karşıtları tarafından istismara uygun bir durum söz konusu” dedi, “Örneğin, gayrimüslim azınlıklar Fransa Parlamentosu’nda gündemin birinci maddesi oluveriyor” diye ekledi.
Bir ülkenin, bu arada Türkiye’nin ‘uygarlık kriterleri’nden biri ve belki de birincisi, ‘azınlıklar’a davranışı. Sicil kötü. Hem de kötüleşiyor. Üstelik, Amerika’da yönetim yapısında yukarıda anlattığımız gelişmeler olurken, ters yönde bir yol alış söz konusu Türkiye’de...
***
İsveç’in kısa süre öncesine dek İstanbul Başkonsolosluğu’nu yapmış olan Ingmar Karlsson’un İstanbul’da verdiği konferansları toplayan ‘Istanbul Lectures 2003-2008’ adlı kitabında Mardin-Midyat yöresi ve Tur Abdin’i yüzyıllardır kutsal anayurt olarak var etmiş Süryaniler ile ilgili bölümün sonunda şöyle yazıyor:“Türkiye’nin AB ile yaklaşan üyelik müzakerelerinde, Hıristiyan azınlıkların durumu mercek altına alınacaktır. Dolayısıyla, Süryani Kadim Kilisesi’nin öz yurdunun topraklarında varlığını sürdürebilmesine ilişkin iyimserlik için yeterli neden vardır.” (7 Haziran 2005)
Üç seneyi aşkın bir sürenin ardından, Türkiye’nin azınlıklara ilişkin ‘şekvacıları’na Süryanilerin de eklenmesi, büyük bir utanç nedeni olmalı. Süryanilerin anadili Aramice. Kadim dillerden biri, Mesih İsa’nın konuştuğu dil. Böyle bir dil ana dili olan bir topluluğun yaşadığı mekân olarak Türkiye’nin ‘insanlık kültürü’nün korunmasındaki özel yeri ortadadır. Türkiye’nin, Süryani nüfusuna sahip olmayı büyük bir zenginlik sayması gerekiyor. Oysa, Süryanilerin sayısı Türkiye’de giderek azalıyor.
Türkiye’de çoğunluğu İstanbul’da, 15 bin Süryani yaşıyor. Süryani Kadim Kilisesi’nin tarihi merkezi Tur Abdin’de 50 bin Süryani’den kala kala 2 bin 500 kişi kalmış durumda.Peki, bu hoşgörüsüzlük ve hoyratlık niçin?
Bu arada Dışişleri Bakanlığı’nın TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı’da bir kopyası verilen bir ‘Azınlıklar Raporu’ yayımlamış. Buna göre, Türkiye’de 60 bin Ermeni, 25 bin Yahudi ve 3-4 bin dolayında Rum kalmış. Ermenilerin 45 bini, Yahudilerin 22 bini ve Rumların neredeyse tümü İstanbul’da yaşıyor. Süryaniler, Hıristiyan olmalarına rağmen, Lozan’da ‘azınlık’ olarak tanımlanmış bir topluluk olmadıkları için, bu ‘Rapor’a dahil edilmiyorlar.
Bu ‘Rapor’da yer alan bazı ‘cümleler’ üzerinde duracağız ama ‘Rapor’ söz konusu rakamlar ile, yani ‘çıplak hali’yle Türkiye açısından bir ‘utanç tablosu’. İkide bir ‘yüce hoşgörümüz’ ile şişinmemizin pek haklı bir yönü yok.Yerden yerden vurmakta tereddüt etmediğimiz ABD’nin yönetim yapısına bakın, bir de Türkiye’deki Hıristiyan ve gayrimüslim azınlıkların durumuna ve sayılarına.Bunların içinden Osmanlı döneminin aksine, nasıl oluyor ve niçin tek bir general, milletvekili, bakan, vali, emniyet müdürü, vs. çıkmadı, çıkamadı hiç kendinize sordunuz mu?
Bu soruya tatminkar bir cevap bulunamadığı sürece, hiçbir şey olmasa bile, Türkiye’nin ‘vicdanı’ rahatlamayacak...
Kaynak: Radikal, Foto : Attila Durak
Güncelleme Tarihi: 15 Aralık 2008