Deyrulumur adıyla da bilinir; Mor Gabriel Manastırı, Midyat’a birkaç kilometre mesafede, İdil yolu üzerindedir. Manastırın rahip ve rahibelerden oluşan
75 kadar öğrencisi var. Dünyanın birçok yerine dağılmış Süryanilerin her yıl ziyaret ettikleri tam
1600 yıllık tarihe sahip bu kutsal mekânın toprakları, garip ve kuşku verici bir şekilde dava konusu oldu.
Yıl biterken, 19, 24 ve 31 aralık tarihlerinde, Midyat mahkemelerine açılan dava ve karşı-davalar için toplam üç duruşma yapılacak. İzmir Barış Meclisi bu haksızlığı anlatan imza kampanyası başlatmayı öneriyor ki, çok yerinde ve haklı bir öneri bu. Manastıra komşu olan köylerin muhtarları, köylere ait toprakların manastır idaresi tarafından bilinçli bir şekilde işgale uğradığını iddia ediyorlar. Hiçbir inandırıcılığı yok bu iddiaların. Süryaniler çok zulüm görmüş ama barıştan yana da bir halktır, kimsenin toprağında gözü yok Süryanilerin.
1915 felaketinden onlar da nasiplerini aldılar. Ölen öldü, giden gitti. Ama her şeye rağmen, tarih, kendi toprağında kalan Süryanilerin direnişine de tanıklık ediyor. Bu direnişin en ünlüsü, AynWerd köyü direnişidir. 1915’in yaz aylarında, Midyat- AynWerd arasına on kilometre tünel kazan Süryaniler, İttihat-Terakki ordusuna ve Kürt aşiretlere karşı onurlu bir direniş gerçekleştirdiler. Okunduğunda insana hüzün ve acı veren bir tarih bu.
Mezopotamya’nın azaldıkça azalan halklarından sayılır Süryaniler. 1915 felaketinden sonra, yüzde onlardan yüzde beşlere düştü nüfusları. Şimdi Mardin’de Süryanileri sorsanız, yüzdelerle konuşmaz kimse, “sadece iki yüz Süryani aile kaldı” derler. Çocukluğumun ve gençlik yıllarımın geçtiği Midyat’ta ben bir Süryani’nin, komşusu bir Arap’a bir Kürd’e haksızlık yaptığına tanık olmadım. Kimsenin de böyle bir şeye tanık olduğunu sanmıyorum.
Êzidi Kürtlerle beraber pazarda, sokakta dövülenler, sövülenler, hakarete uğrayanlar hep onlardı.. Sanatkârdır Süryaniler, güvenilir ve dost insanlardır. Gümüşü, kumaşı ve taşı işlemenin ustasıdırlar. Midyat’ta, Cercis ve Yakup Ustaların diktiği elbiseleri, gömlekleri giyerek büyürdü çocuklar. Süryani ustaların yaptığı ayakkabılar, çarıktan, gıslavetten ayakkabıya geçilen bir dönemde İstanbul’da satışa gönderilirdi. 12 Eylül’e çeyrek kala, ‘Halkımıza ve Kamuoyuna’ başlıklı ilk devrimci bildiriler Süryanilerin Midyat’taki matbaasında basılırdı.
Hastalandığımızda Doktor Edward Tanrıverdi’ye giderdik, o bize ilaçlar verir, tedavi ederdi. Son Kürt isyanı başladığında Süryanilerin de nispeten huzurlu yaşamları altüst oldu. Ama yine de, savaşmak isteyen taraflara karşı farklılığını korudu bu halk. Dağ’a da çıkmadı, korucu da olmadı. Dili, dini ve kültürü farklı halkların bir arada ve iç içe yaşadığı köylerde ve şehir merkezinde hayat o çatışma yıllarında, kısa sürede altüst oldu. Kürtler gibi, yeniden göçün ve sürgünlüğün yolunu tuttu Süryaniler. Her biri taş işlemeciliğinin birer harikası olan o güzelim Midyat evleri haraç mezat satıldı.
İçinde, envaiçeşit üzüm bağının bulunduğu topraklar sahipsiz kaldı. Hep duyar ve üzülürdük, Mor Gabriel Manastırı gece yarıları aramalar bahanesiyle basılıyor, buradaki rahibeler, din adamları, rahatsız ediliyordu. Süryani halka karşı faili meçhul cinayetler işte bu yıllarda başladı. Kamuoyu bu cinayetlerden bugün de, çoğunlukla bihaberdir. Doktor Edward Tanrıverdi de bu cinayetlerden birine kurban gitti. Anlatıldığına göre, bir gece vakti Midyat’ta çocuklarının ve karısının gözleri önünde onu vurmak isteyen katillere Arapça “beni neden vuruyorsunuz” diyen Edward’a acımadılar, ateş edip öldürdüler onu.
Karısı ve çocukları, şimdi İsveç’te yaşıyor Doktor Edward’ın. 1970’li yıllarda, Midyat’tan Deyrulumur’a uzanan uzun yürüyüşler yapardık. Merak doluydu içimiz. Turabidin dağlarına sırtını yaslamış bu Manastır’da yaşayan insanlar neye inanıyor ve nasıl yaşıyorlardı acaba? Büyük bir merakla daha çok, daha fazla bilmek ve tanımak isterdik Mor Gabriel’de yaşayanları. Kadın rahibeler kimselere görünmezdi ama biz en çok onları merak ederdik. Bu uzun yürüyüşlerin sonunda, bizi manastırın güler yüzlü, hoşsohbet din görevlileri karşılardı hep. Onlar Kürtçe ve Arapçayı bilirlerdi, biz de az çok Süryanice konuşur derdimizi birbirimize bir şekilde anlatmanın yolunu bulurduk. Manastırda pişen yemeklere, bizi konuk eden bu insanların kurduğu sofralara kurulup birlikte kaşık salladığımız günler çok oldu.
Sonra araya uzun yıllar girdi. 12 Eylül faşizmi ve dört yıl sonra da başlayan son Kürt isyanı, Süryanilerin de huzurunu kaçırdı. Aynı köylerde Araplarla, Kürtlerle birlikte yaşayan Süryaniler Midyat’ı terk ediyor, Mor Gabriel Manastırı’nın yalnızlığı ve sahipsizliği daha da artıyordu. Ama bu yalnızlık ve sahipsizlik anlaşılan zamanla birilerine cesaret verdi. Süryaniler bir gün geri dönecek diye kim bilir belki de birilerinin korkuları arttı.
Üç köyün muhtarı, Midyat mahkemelerine başvurup, Manastıra ait topraklarda hak talep ettiler. Mor Gabriel Süryani Manastırı’nın Vakıf Başkanı Kuryakos Ergün, anavatanlarında bir avuç kaldıklarını hatırlatıyor ve “bizim de mi gitmemiz gerekiyor” diye, soruyor. Kuryakos Ergün, “Bu manastır varken Osmanlı da yoktu, Türkiye Cumhuriyeti de yoktu. Biz burada işgalci değiliz, yüzyıllardır bu topraklardayız” diyor.
Toprağa gözü doymayanların ülkesinde bu sözlerin ne kıymeti olur, kardeşim Kuryakos? Midyat’ta, sana sorarlar burada ne işin var diye, İzmir’de oğlunu öldürdükleri Diyarbakırlı Mehmet Tursun’a.
Burası, gözü toprağa doymayanların ülkesi; kendi vatanınızda, Mor Gabriel’in toprağını bile sana ve halkına çok görürler kardeşim Kuryakos.
Herkese iyi bayramlar diliyorum.
Kaynak: Taraf Gazetesi , Fotoğraflar: Zindamagazine
Güncelleme Tarihi: 10 Aralık 2008