Her birinin ayrı bir fotoğraf serüveni olan 4 amatör fotoğrafçının; Diyarbakır'da bir kahvede bir araya gelip bu şehirde bir fotoğraf örgütlülüğünü oluşturmak ve Süryaniler konulu bir sergi hazırlama düşüncesini tartışmalarından bu yana tam 7 yıl geçti. Bu süreçte; İstanbul 3. Saydam Günlerindeki ilk gösteriden (Ekim 1998) Kasım 2001'de Diyarbakır'da açılan sergiye ve Ağustos 2002 de açılamayan Mardin sergisine kadar onlarca öykü birikti bu serüvende. Bir o kadar dostluk, heyecan, coşku, sevinç; bir o kadar da sorun, sıkıntı, açmaz, kırgınlık, soruşturma, ceza, yasaklama, ayrılma ve handikap yaşadık. Bunları paylaşmanın ve dayanışmanın verdiği güven kadar, yalnız kalmanın umutsuzluğunda da boğulmadık değil.
Tabi, tüm bunları paylaştığımız ve ortak ettiğimiz Turabdin'deki dostlarımızın yüzüne yansıyan sevinçlere ve kederlere tanıklık etmenin hüzünlü anıları bir de...
Gösteriyi, önce kendini coğrafyasında izletmek istemiştik. Ama olağanüstü hal mevcut idi buralarda, olağan işler bile olanaksızdı. ÇEKÜL Vakfının hazırladığı bir projenin içerisinde, Diyarbakır Meryem Ana kilisesinde buluşturmak istedik coğrafyasının insanı ile . Ama olağanlar olanaksız idi.
Coğrafyanın yüreğinde üretilenler coğrafyada paylaşılamıyordu; o zaman yolculuk başka illere olmalıya karar verildi. İstanbul'da Ekim '98'de ki 3. saydam günlerindeki ilk gösterilerde Diyarbakır'dan geliyorduk :
ANADOLU'NUN SOLAN RENGİ:SÜRYANİLER!
Fotoğrafevindeki salon hınca hınç dolu, çoğu izleyici merdiven boşluğundan izliyordu gösteriyi. O kalabalığın arasındaki İstanbul Süryani cemaatinden gelen küçük bir grup da heyecanla gösteriyi izliyorlardı.O kalabalık kadar Hüseyin de heyecanlanarak şiirini okuyacaktı ve gözleri dolacaktı.
Sonra yoğun bir telefon trafiği ve serginin gerçekleşmesine verilen emek.Tüm görüşmeler sonuçsuz kalmış hiç bir yerden somut bir destek alınamıyordu.İstanbul'da kuyumculuk yapan Diyarbakırlı bir Süryani olan Turgut Alaca, tek başına tüm finansmanı sağlayarak destek olacaktı. Özgür'ün Zonguldak'tan Hüseyin'in Antep'ten yaptıkları organizasyon eksiksizdi.Tüm medyaya, Süryani cemaatine, sivil toplum örgütlerine, yabancı sefirliklere, siyasi partilere, kültür merkezlerine kadar davetiye, afiş ve basın bülteni gönderilmiş, bilgilendirilmişti.
Kokteylde Turabdin bağlarının üzümlerinden yapılmış ev şarabı ve Midyat'tan getirttiğimiz ekmek vardı sadece. Şarap içmeyen misafirlerin bile tatmak zorunda hissettikleri. Şarap bittiğinde İstanbul Meryem Ana Kilisesinden şarap desteği istendiğinde 'Asur üzümlerinden üretilmiştir' yazılı bir etiket ile gelen şaraplar. Yani Savur'un Kıllıt(Dereiçi) köyündeki şarap fabrikasında üretilen şaraplar.
Ama maalesef ki büyük bir heyecanla beklediğimiz açılış gününde İstanbul Süryani metropolitliğinin açılışa gelmemesi ve hatta Süryanilerle ilgili serginin afişlerini, Süryani cemaatinin ibadet ettiği kiliselere asılmasına izin vermemesi bizleri düş kırıklığına uğratmıştı. Büyük heyecan ve büyük şok!Buna karşın çok önemli sarsılmalara tanıklık edecektik. Sergiye gelenler arasında aslen Midyatlı olup orayı çocukluğunda terk eden ve bir daha hiç görmeyen iki kız kardeşin söyledikleri, yaptığımız işin ne kadar anlamlı olduğunu daha da pekiştiriyordu:"
Ben hep Kudüs'ü merak ediyordum ve hep oraya gitmeyi istiyordum. Ama şimdi Deyr-ul- Zahfaran'ı ve memleketimi daha çok merak ediyorum ve oraya gitmeliyim " diyordu. Davetiyeye rağmen sergiye gelmeyen, gezmeyen Süryaniler ruhumuzu, yüreğimizi incitmişti.
Serginin ikinci haftasından sonra İstanbul Metropoliti Yusuf ÇETİN'in sergiye elinde bir buhurdanlık ve bir Süryanice plaket ile gelmesi... Sergi, her gün basında idi ve belki bu coğrafyada binlerce yıldır yaşayan Süryaniler, uzun zamandan sonra ilk defa bu kadar medya da idi. Denize bir taş atalım diyerek çıkılan yolda dalgalar oluşmuştu.
Sergiyi Ankara, İzmir, Diyarbakır gibi bir çok kentte dolaştırma düşleriyle beraber İsveç'te, Almanya'da açma heyecanı başlamıştı. Ancak kendi aramızda da başlayan çatırdamalar. Buna rağmen hemen ardından Ankara sergisi. Sonrası bitmeyen uzun tartışmalardı.
Bu arada, sahipleri Mardinli Süryaniler olan KENT şekerleri TAŞIN VE İNANCIN ŞİİRİ:MARDİN isimli kitabın sponsorluğunu yapıyor, kitap şatafatlı tanıtımlarla piyasaya çıkıyordu.İngilizce ve Türkçe 10.000 adet basılan kitapta Süryaniler'den birkaç cümle bahsediliyor ve adeta taşa ve mimariye atfedilen hayranlığı yaratanların Süryani taş ustalarının olduğu ise es geçiliyordu. Bu durum tabi ki bizleri burkuyordu. Valilik ve kaymakamlıkların her türlü desteği alınarak son model jiplerle yapılan bu çalışmaya karşın köylerin girişlerinde saatlerce bekletildiğimiz, karakolların engellemeleri ve jandarmalar eşliğinde yaptığımız çekimler, mayın korkusuyla geçtiğimiz yolları düşündükçe öfkelenmeden de edemiyorduk bazen. Ama biliyorduk ki hedefimiz pragmatik yaklaşımlar değil; onların uğradıkları saldırılarla yaşadığı trajediyi, gidenlere duydukları özlemi, yalnızlık duygusu içinde kıvranırken gözlerine yansıyan kederi, yüzlerinin çizgilerinde katmerlenen acıları yüreğimizin derinliğinde hissederken coğrafyanın binbir zorluğunda boğulanlara bir nefes aldırabilmek, denize bir damla akıtmak misali yaşanılanlara ortak olma duyarlılığı ve sorumluluğu idi.
Sergi, şimdilerde coğrafyasından bir şekilde gitmek zorunda kalan ama hala rüyalarında vatanını görenlerle buluşmak üzere yola çıkıyor. |
Dengeli bir tavır izleme önemsenmiş idi bizce. Başından beri bu coğrafyanın en önemli kültürlerinden biri olan ve hala hayatta kalma çabaları sarf eden Süryanilerin daha iyi günlerde yaşamlarına devam edebilmeleri idi amacımız. Kendi kimliklerimize rağmen, Arami-Asuri tartışmalarında taraf olmadığımızı söylememize rağmen taraf algılanmış idik bazılarınca. Evet, tarafız ve taraf olacağız;bu coğrafyada, kendi kültürünün yaşaması için emek verenlere elbet.
Türkiye'nin ÖDP'li 2 belediyesinden biri olan Erzincan Geçit Beldesi Belediyesinin Mayıs 2001'de düzenlediği 2. Gökkuşağı şenliklerine davet edilmiştik. Orda da yaptığımız işin önemi bir kez daha ortaya çıkacaktı. Trabzon'dan gelen bir partili, Türkiye'de Süryani diye bir halkın varlığından habersizdi. " Ne kadar cahilmişim, kendimden utanıyorum" diyecekti. Bir de Süryaniler Ermeni mi? sorularına muhatap olacaktık çokça bu sergilerde.
İstanbul'dan sonra Diyarbakır'da açmayı düşlediğimiz serginin Diyarbakır projesi nihayet gerçekleşiyor ve Kasım 2001'de bu sergi doğduğu topraklara dönüyordu. Açıldığı galeride hiçbir fotoğraf sergisinin görmediği ilgiyi görmüş büyük bir izdiham yaşanmıştı on beş gün boyunca.Ama daha da güzeli gezdiğimiz, misafirleri olduğumuz ve belki bazen yük olduğumuz insanlar ile sonunda paylaşmış olmaktı deklanşöre basarak ürettiklerimizi.
Şehrin tüm atanmış egemenleri son ana kadar sergiyi durdurmayı denedilerse de olmadı. Sonunda yıllardır tüm çalışmalarımızda bizi yalnız bırakmayan ve hep sıcak desteğini hissettiğimiz Turabdin Metropoliti Samuel AKTAŞ elinde makası ile kültürünü anlatan serginin kurdelasını kesmiş idi. Yine, Turabdin'deki Süryanilerin bağlarından üretilen, tadına doyum olmayan Süryani ev şarapları içilmiş ve tandır ekmekleri yenilmişti. Olağanüstü şartlara rağmen, onlar için olağan olmayan bizce olağan olan yaşanmış idi:Avrupa Birliği büyükelçisi Karen Fogg'un, Diyarbakırlı olup İstanbul'da yaşayan Turgut Alaca'nın, İstanbul Kültür ve Sosyal Yaşamı Destekleme Derneği'nin ve Bilgi Üniversitesinin katkıları ile.
Binlerce insan, binlerce duygulanımlar ile izledi coğrafyasının kültürünü. Ve çoğu Süryanilerin göçlerinden sonra yaşamın daha zorlaştığını anlattı. Ve belki bunlar kadar ilginç olan kaderdaşımız Turgut ALACA'nın ayrıldıktan 31 yıl sonra sokaklarında oynadığı yere bu sergi vesilesi ile geri dönüşü idi. Birlikte yıllar önce yaşadığı Diyarbakır Meryem Ana Kilisesinin yakınındaki evi ziyaret edişimiz ve kapı açılırken sanki ailesini göreceği hissi... Evin içinde şimdilerde yaşayanları önce yabancılayışı ve sonra onları hissedişi ve gözlerinde iki damla yaşla çocukluğuna dönüşü... Tüm bunlara tanıklık etmek hem tarihi değerde önemli hem de çok acıydı...
Bu sergi açılışına kadar pek çok kere polis teşkilatlarını ziyaret ettirilişlerimiz. Sergi ile kurtulduk bunlardan dediğimiz an. Sonrasında iki arkadaşımızın soruşma geçirmeleri. Olay basına yansıtıldı. Ancak bedel ödenmişti.Çünkü " Kimi sergiler böyle açılıyordu!"
Ödetilmek istenen bedeller ve sonrasındaki içsel tartışmalar . Yıllar önce birlikte çıkılan yolda iki arkadaşımızın artık devam etmeme kararlarıyla yollar ayrıldı.Hayattaki bir çok şey gibi bunu da böyle kabullendik.
2002 yılında serginin Mardin'de açılmak istenmesi gündeme geldi. Mor Gabriel gününü bir takım kültürel ve sanatsal etkinliklerle güzelleştirme çalışmaları... Bir yıl önce Mardin valisi, Diyarbakır Sergisinin açılışına yolladığı faksta;serginin bir an önce Mardin'de açılmasını umarak başarılar diliyordu. Ve hala sakladığımız faksa rağmen bir yıl sonra bu etkinliklerin 2911 sayılı toplu gösteri ve yürüyüşler yasasına muhalefet suçu işleyebileceğinden sergi ve diğer etkinliklere izin verilemeyeceğini belirten ve hala arşivlerimizde yer alan faksı...
Ve şimdiler. Yıl 2003... Sergi, şimdilerde coğrafyasından bir şekilde gitmek zorunda kalan ama hala rüyalarında vatanını görenlerle buluşmak üzere yola çıkıyor. Sizlere Aynvert'ten, Midun'den, Bsorino'dan, Kfarbe'den, Anhel'den, Hah'tan, Mozizah'dan, Salah'tan, o güleç yüzlü, o misafirperver, o kederli, o yalnız, o acılı, o umutlu insanlardan hasret ve özlem, Bagok dağlarından esen serin bir rüzgar, Mor Gabriel'de dinmeyen çan sesleri ve sılanızda yollarınızı gözleyen gözler getirdik. O fotoğraflara bir an için; o yüzlerin Asuri mi-Arami mi tartışmasından uzaklaşarak bakın. Bakarken onlar sizlere nasıl seslenecek acaba...
Atılan ufacık taş, yüreğinde bu sorunu yaşayanları ile birlikte denizde dalgalar yarattı; tüm bu fotoğrafların altını başka şeylerle doldurmaya çalışanlara rağmen. Bu süreçte bizlerle birlikte olan tüm dostlara kucaklar dolusu HUBO(sevgi), saygı ve teşekkürler; bu süreci bu şekilde algılayamayanlara da kucaklar dolusu sevgi. Yaptığımız sadece bir insan olma sorumluluğudur ve çocuklarımıza renkleri ile yaşayan bir Anadolu yaşatma arzusudur. Biliyoruz ki, çıktığımız yol sevginin yoludur ve bu yolda sevgi ile beslendik ve sevgi her şeye rağmen yolumuzda devam etmemizi sağladı. Yolumuz, yolu sevgiden geçenler ile buluşulan yoldur.
FUŞBAŞLOMO...
İstanbul İsveç Konsolosluğu, Södertalja Belediyesi, Turgut Alaca'nın katkıları ile “Turabdin: Tanrının Hizmetkarlarının Dağı” isimli fotoğraf sergisi 27 Eylül- 15 Ekim 2003 Södertalja Kütüphanesinde; 18 – 30 Ekim 2003 Uppsala Üniversitesinde.