Tarihte, bilimsel ilk eserin milattan 547 yıl önce
Anaksimandros'un yazdığı söylenir. Milas'lı olan Anaksimandros'un bu eseri "
Doğa Hakkında" başlığını taşır.
Anaksimandros'un öğretmeni yine
Milas'lı olan
Tales idi. Tüccar, denizci ve bilgin olan Tales güneş tutulmasını hesaplayıp daha önceden Milas halkına duyurmuştu ve hemşehrileri güneş tutulmasından çok bu olayın önceden haber verilmesine şaşırmışlardı. Tales'in güneş tutulmalarını hesaplamayı Babilliler'den öğrendiği söylenmektedir.
Anaksimandros ve Tales'in Milas'lı olması bilimin Milas'ta doğduğunu göstermez. O dönemde dünyanın dört bir tarafına giden deniz ve karayolları kavşağında bulunan Milas'a bilim başka ülkelerden gelmiştir. Her gün Milas'tan kalkan gemiler ve kervanlar Mısır'a, İtalya'ya, Libya'ya, İran'a ve Babil'e giderdi.
Fırat boyunda kurulan
Babil kenti, o dönemde bir yıldız gibi parlamaktaydı. Hammurabi'nin başkentinin dış duvarları 18 km uzunluğunda ve çift surlarla çevriliydi. Kent, Fırat'ın iki yakasına yayılmış ve araları da bir köprü ile birleştirilmişti. 40 km uzunluğundaki rıhtımı gemilerin yanaşmasına elverişliydi. Kentin caddeleri ,titiz bir düzenle çizilmişti. 25 metre kalınlığında surlarla çevrilmiş olan göz kamaştırıcı saray kentin tam ortasındaydı. Sarayın 400 metre aşağısında Büyük
Zigurat ve 91 metre kare tabana oturtulmuş, yedi katlı ve yüksekliği 84 metreyi bulan dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen
Babil Kulesi vardı.
Babil'deki her Zigurat,tapınak işlevinin yanında bir gözetleme ve düşünme yeriydi. Bu ziguratlarda laboratuvarlar, okul, kitaplık ve arşiv de vardı. Ziguratlarda bulunan her kitaplık, binlerce yılın bilgisiyle toplanmış yığınla kil tabletlerle doluydu. Bu tabletler de dünyanın doğuşunu hikaye eden yazılardan tutun da, yıldızlardan, gezegenlerden, yılın gün ve aylarının hesaplanmasından, güneş tutulmasından, silkelerden, ırmaklardan, tapınaklardan bahseden bilgiler bulunmaktaydı. Bunların yanında tıp ve zooloji kitapları, gramer örnekleri, ilk coğrafya haritaları da vardı.
Kitaplıkta matematik üzerine yazılmış eserler önemli bir yer tutmaktaydı. Çünkü Babilliler matematik alanında oldukça ilerlemişler ve bugün kullandığımız bir çok işlemi, o zamanlar bulmuşlardı. Dairenin çevresini çapına bölerek pi sayısını elde etmişlerdi. Bizler de, tıpkı Babilliler gibi daireyi 360 dereceye, yılı 12 aya böleriz. Kullandığımız haftalık sistemde 7 gün vardır. Babilliler de ay ve güneş dahil 7 gezegen bilirlerdi. Babilli'ler'den sonra Fransızlar pazartesiye Ay günü, salıya Mars günü, çarşambaya Merkür günü, perşembeye jüpiter günü demişlerdir. Çünkü eski
Samiler de öyle adlandırılardı. Günü ve saati, 12 saat ve 60 dakikayı bulan yine Babilliler'di.
Babilli'ler bilimi dinden ayırmazlardı. Onlara göre ikisi de aynı şeydi. Babil'de her doktor sihirbaz, her astronom müneccimdi.
Bugün bizler için apaçık olan gerçekler, o dönemde evrenin akıl sır ermeyen olguları olarak yorumlanıyordu. Günlük yaşamdaki en basit bir olay bile evrenin sırlarıyla değerlendirilmeye çalışılıyordu. Bununla ilgili olan ve mesleğimle de bağlantılı olduğu için bir kil tabletteki ilgimi çeken dizelerden bahsetmek istiyorum.
M.Ö. 1000 yıllarında diş ağrısına neden olduğu sanılan bir kurt için yazılan dizeler, büyük bir ihtimalle bugün ki
Süryanice'nin temelini oluşturan
Aramca yazılmıştı. Çünkü bu dönemde bütün Mezopotamya'da bir Sami lehçesi olan Aramca konuşuluyordu. Bu dizeler, evrenin başlangıcını araştırmakla başlayıp, diş ağrısı için bir tedavi yöntemi salık vermekle son buluyordu:
Evren, Anu (
Gök Tanrısı) tarafından
Yeryüzü, evren tarafından
Akarsular, yeryüzü tarafından
Dereler akarsular tarafından
Bataklıklar, dere tarafından
Ve küçük kurt, bataklıklar tarafından
Yaratıldıktan sonra
Küçük kurt, ağlaya sızlaya
Tanrı Şamaş'ın huzuruna vardı
Yaşlı gözlerle dedi ki:
"Bana vereceğin besin ne ola?"
"İncirli kayısı senin ola."
"Bunlar ne ki benim için?
İncirli kayısı ha!
Bırak ta hiç olmazsa
Dişle diş etinin arasına sokulayım
Azı dişlerinin içine yerleşeyim."
"Madem ki böyle dedin ey küçük kurt,
Kahretsin seni Toprak Ana
O kudretli eliyle..."
Bu tılsımlı dizeler üç kez yinelenerek okunuyordu. Dua, kurtçuğa "Tanrı Ea (Büyük Toprak Ana), var gücüyle seni dövsün" diye sona ererdi.
Böylece bilimin köklerini incelerken, onun daha çok büyüyle sımsıkı örülü olduğunu gördük. Atalarımız, içinde yaşadıkları dünyanın sırlarını öğrenmeye can attıkları halde bunun yöntemini tam olarak keşfedememişlerdi. Günümüzdeyse evreni anlamamızı sağlayan seçkin, güçlü ve adı "bilim" olan bir yöntem bulunmuştur. Bilim sayesinde sabahları doğan güneşin arabasıyla gökte dolaşarak ışık saçan bir tanrıça; gök kuşağının da rengarenk elbiseli bir tanrıça olduğu inancı, bizlerde küçük bir tebessüm oluşturmaktadır..