Azınlıklara tanınan haklar, genel insan hakları hukuku çerçevesinde eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkeleri üzerine kuruludur..Gelişmiş toplumlar bu hakları uygulamaya geçirirken, azınlıkların korunması ile ilgili olarak eşitlik ve ayrımcılık yasağı klasik ilkelerini bağdaştıran ''pozitif ayrımcılık'' ilkesine de yer verirler...Pozitif ayrımcılık, çoğunlukla azınlık arasında hukuki ve fiili eşitliğin sağlanması için azınlık kimliğinin korunması amacına bağlı olarak anlam kazanmaktadır...İnsan hakları ülkelere, azınlık kriterlerine mensup kişilerin kendi kültürlerini yaşatmaları , geliştirmeleri ve kimliklerinin asli unsurunu oluşturan din, dil, gelenekler ve kültür mirasını korumaları için gerekli koşulları sağlama yükümlülüğü getirirken; bu hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesinin insan hakları uluslararası korunmasının ayrılmaz bir parçası olduğu da vurgulanmıştır...
Kültürel mirasların sahiplenilip evrensel bir değer olarak algılanması gereken ülkemizde, insan hakları konusunda yol almaya çabalanıp, Avrupa Birliği sürecinde Kopenhag Kriterleri'ni sağlamak adına çok hummalı muammalı bir çalışma temposuna girilmiş durumda..Uzun süredir bekleyen sorunlar kısa bir zaman dilimi içinde git gellerin, çekincelerin yaşandığı bir atmosferde çözülme aşamasındayken önemli bir dönemecin başlangıcında, geçmişteki ihmallerin sıkıntısı, bu virajı alıp alamayacağımızı sorgulama ihtiyacı doğuruyor...
AB treni ise kalkmak üzere sirenlerini çalar durumda; ülkemizde hala bilet alamamanın sabırsızlığını yaşıyoruz..İstasyondaki görevli, sağına soluna bakıp henüz trene binemeyenlerini beklemek üzere ,hareket işaretini vermeyerek bir anlamda pozitif ayrımcılık yaparken , görünen o ki biz ,aktarmalı tren tarifesinde yerimizi alma hayalinde, istasyonda bir başına kalmanın garip yalnızlığını üzerimizde taşıyarak bir süre daha bekleyeceğiz...
AB Treni kalkarken, bizi de içine alması için gereken şartlardan biri de azınlık hakları ile ilgili iyileştirmelerin yapılması ve varlıklarının devamının sağlanması için hukuki bağlayıcı kararların alınması..Bu konuda yönetmelikler çıkartılmaya çalışılırken, satır aralarına sızan güvensizliği gözlemliyoruz..Azınlıkları, kendi vatandaşı olarak görmeyi içine sindiremeyen yaklaşım; aslında anlaşmalarda yabancılar hukukunun önemli ilkelerinden biri olan ve her devletin kendi topraklarında yerleşen diğer devletin vatandaşlarına aynı türden haklar tanınmasını sağlayan ''karşılıklılık'' ilkesini öne sürerken, şu anki hükümetin genel başkanı basın toplantılarında bilinçli veya bilinçsiz bu ilkeyi dile getirmeye devam ediyor...
Toplumun, azınlıklarının sorunu ile ilgilenmesi için önce onu, değerleriyle sahiplenme bilincine kavuşması ve üzerindeki önyargıyı, özgüven eksikliğini uzaklaştırması gerekmekte...Bu anlamda halen yürürlükte olan bazı yönetmeliklerin de bu iyi niyetin göstergesi olarak kaldırılması veya hukuki normlara göre düzeltilmesi sağlanmalıdır..Bu yönetmeliklerin en açık olanı 28 Aralık 1988 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan ''Sabotajlara İlişkin Yönetmelik''.. ''Sabotajlarla İlgili Genel Bilgiler'' başlıklı bölümün 5. maddesinde kimlerin sabotör olabileceği saptanmış ve bunlar maddeler halinde sıralanmış.."Sabotaj yapılabilecek kişiler'' alt başlığının (j) fıkrasında aynen şöyle yazıyor ..''Memleket içindeki
yerli yabancılar ve yabancı ırktan doğanlar''..Türk vatandaşı ve yerli de olsa yabancı nitelemesinden kurtulamayan bu yabancı sabotörler gayrımüslim azınlıklardır..Azınlıkları potansiyel bir tehdit olarak tespit edip yayımlayan bu anlayış, kamuoyundan ve hukukçulardan o dönemde hakettiği tepkiyi görmemiştir..6 Ağustos 1989 tarihli Nokta Dergisi'nde hukuka tamamen aykırı bu anlayış, ''bilerek imzaladım....yarası olan gocunur!'' yaklaşımıyla üzücü bir şekilde savunulmuştur....
Basında ve medyada halen kimi zaman ''
azınlık sorunu '' başlığının içeriğindeki gizli anlam gibi azınlıkları bir sorun olarak görme eğilimi yerine, durumu ''
azınlıkların sorunu'' kapsamında algıladığımız ve toplumumuzun geneli bu yaradan gocunacağı zaman ülkemizde insan haklarının geliştirilmesi yolunda bir kilometre taşının daha konulduğu anlaşılacaktır...Uluslararası standartlar ve AB kriterleri benimsense de , şu an toplumumuzda kimi kesimlerin hafızasında bulundurduğu ayrımcı, önyargılı yaklaşımdan, yaşanan tüm sıkıntıları ''iç ve dış mihraklardan'' kaynaklı sanma alışkanlığınından kurtulması süreci biraz zaman alacak gibi..Bu durumda sağduyulu, empatiye sahip eşitlikçi zihniyetlere ve hukukçularımıza büyük görev düşerken, hak verilmez alınır prensibiyle azınlıkların da kendilerini birinci dereceden ilgilendiren bu konuda daha bilinçli, insan hakları çerçevesinde hakkını talep eden legal bir duruşta olması gerekiyor...
Avustralya'nın ünlü yeşil karıncaları, belli bir bölgede kalabalıklaştıkları zaman bulundukları bölgeyi terk edip uzak bir diyara, yok oluşa doğru giderlermiş...Yerliler onların yürüyüşlerini, ''
düş görmeye gidiyorlar '' diye yorumlarlarmış...Bu toprakların
4000 yıla yakın yerlisi olan Süryaniler'in de sorunlarının kalabalıklaşmasından ötürü göçlere daha fazla sürüklenip yerli yabancı olmaya, düş görmeye niyetleri yok...Kardeşçe ve güvenle topraklarında yaşamanın ise her bireyin hakkı olduğu tartışılmaz bir gerçek...
Türkiye'deki Müslümanların
Şeker Bayramı'nı, Yahudilerin
Hanuka'sını ve Ermeni, Rum ve Süryanilerin yaklaşan
Noel Bayramı'nı kutlarken; 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası'nda Avrupa Birliği'ne girme yolunda önemli bir dönemece girilen şu günlerde devlet ve sivil toplum kuruluşları ile destek verdiğimiz çalışmaların bir yansıması olarak; hükümetimizin de elindeki sihirli iktidar değneğiyle uygar bir toplum yaratmak için bir adım daha atmak adına, Türkiye'nin sorunlarını kısa süre içerisinde ''
abra kadabra*'' çabukluğuyla çözmesini diliyoruz...
Fotoğraf: İzzet Keribar
Not:* ''Abra Kadabra'', Süryanice'nin kökeni olan Aramice dilinde ''Avada Kadevra'' kelime grubunun türetilmesiyle oluşan '' yok olma'' anlamına gelen bir tanımdır..