Kâinatın yaratılışında ve hayatın özünde aynılıklar değil, çoğulculuğun/çeşitliliğin anlamlarını yücelten farklılıklar var. Farklılıklar, özgünlüğümüzdür, zenginliğimizdir. Farklılıklar, birbirimize muhtaç olmamızı isteyen Rabbin tasarısı gereğidir. Farklılıklar, sosyal adaleti ve olgunluğu özendirmeli, insan onurunu yüceltmelidir.
İnsana saygı, başkasını bir başka kendisi olarak görmeyi; o kişinin insan olma onurundan kaynaklanan temel haklara saygıyı gerektirir. Beyin gücü ortaklığını tesis etmek için ihtiyaçlarda karşılıklı bağımlılık gözetilmeli; ilişkilerde ise karşılıklı bağımsızlık esas alınmalıdır.
Burada özgürlük ve özgünlük arasındaki denge hayati önemdedir. Hayati bir rol oynamaktadır. Çünkü Sen, başka bir Ben’sin. Ben’se, başka bir Sen! Sende yoksa bende olanı göremezsin. Bilemezsin! Gerçek olan, güzel gören, var edendir. Yani BEN, seni SEN yaparken, SEN de beni, BEN yapacaksın!
Coğrafyamız seni, SEN yapan; beni, BEN yapan yaklaşımlara çok özlem duymaktadır. Su ve oksijen kadar! Sosyo-kültürel kalkınmasına, yaşam zenginliğine ve amber kokulu üretkenliğine yeniden kavuşması için...
Unutulmamalıdır ki, elması ELMAS yapan küçük parçalarıdır. Hiçbir değer TEK başına oluşmaz. Onu değerli kılan diğer parçalarıyla BÜTÜNLEŞMESİDİR...!
Onun için ünlü bilim insanı Albert Einstein şöyle yazmaktadır: ‘‘İnsanoğlu ‘‘evren’’ denilen, zaman ve mekânda sınırlı bir bütünün parçasıdır. Kendisini, düşüncelerini ve duygularını bilincin optik bir aldatması olarak her şeyden ayrıymış gibi deneyimler. Bu aldatma, kişisel arzularımızı ve en yakınımızdakilere bile şefkat göstermeyi yasaklayarak bizi bir çeşit hapiste tutar.
Amacımız yaşayan tüm canlıları ve tabiatın tümünü kendi güzelliğiyle kucaklamak, şefkat çemberimizi genişleterek kendimizi bu hapisten kurtarıp özgürleştirmek olmalıdır. Kimse buna tam olarak ulaşamaz, ancak bunu elde etmeye çabalamak özgürlüğün bir parçasını ve içsel güvenin temelini oluşturur…’’
Yazar: Malfono Yusuf Beğtaş ; Güncelleme Tarihi: 11 Aralık 2019