Bir yazı yazdığında, içerik olarak işlediğin konuyu en iyi yansıtan bir başlık bulmak bazen o yazıyı kaleme almaktan daha zordur. İstersin ki, metin ve başlık uyum içinde olsun. Birbirini doğru yansıtabilsinler. Sanıyorum, bu yazıyı en doğru yansıtabilecek başlık bu!
Burada, bundan tam bir yıl önce ansızın aramızdan ayrılan yol arkadaşım, dostum ve dayım Kenan (Düzgünoğlu) Kerimo’yu en genel hatlarıyla anlatmaya çalışacağım.
Bunu yapmak, benim için iki açıdan zor: Birincisi, en yakınımda bulunan ve çocukluğumdan itibaren onun varlığını her zaman hissetmiş ve beni etkilemiş birinden bahsediyorum. Yapılan sayısız sohbetlerin, birlikte geçirdiğim günlerin takvimi yok. İkincisi de, onun toplumsal yanlarını anlatmak, çatıştığın noktaları kaleme almak, çelişkilerini aktarmak ve O’nu duygusallığa kapılmadan eleştirebilmek sanıldığı gibi kolay değil. Çünkü bu yazıdan amaç, gelecek kuşaklara ve O’nu tanımayan gençlere bir not düşebilmektir.
Kenan Dayım, Mardin’in Midyat ilçesinde doğdu. En büyük aşkı futbola Midyat’ın dar sokaklarında top koşturarak sevdalandı. Her maç sonrası, kenarında sürülerin susuzluklarını giderdikleri küçük göle atlayarak yüzmeyi öğrendi. Attığı goller ve harika futbol tekniği sebebiyle, her maç sonrasında Midyat Çarşısına kadar sırtlarda taşındı. İlçe gazetelerinin futbol sayfalarında O’na rastlamak ve daha sonra da Beşiktaş Amatör takımına giden yolda bir nebze ilerlemek mümkündü. Ama O, okumayı seçti!
Elazığ’a, bizim yanımıza geldi. Biz küçüktük. En son nefesini verene kadar dost kaldığı Dr. Melek Kavakçıoğlu ile beraber Elazığ Lisesi’nde okumaya başladılar. Elazığ Süryani Kadim Kilisesinin bahçesindeki dut ağaçlarına çıkardı Melek ağabey. Ağacın altında bekleyen biz çocuklar için, dalları ayağıyla sallayarak düşen dutları toplarken, o da bizlerin sevincimize ortak olurdu. Kenan Dayımla, aralarındaki bu derin dostluk bağı ikisinin de hayatları noktalanana kadar içten ve yürekten bir ilişkiyle her zaman devam etti.
Liseyi okudukları dönem, Batı’da öğrenci eylemlerinin yükseldiği; ülkede Türkiye İşçi Partisi (TİP)’nin Meclise girdiği; köylülerin, işçilerin, öğrencilerin ve aydınların Sol fikirler etrafında harekete geçtiği süreçtir. 68 kuşağının, fikir ve eylem düzlemindeki yelkovanı yol almaktadır artık.
Kenan Dayım da, Elazığ Lisesinde okurken Sol fikirlere sahip öğretmenlerle karşılaştı. Sonraları bir Kürt örgütünün (Özgürlük Yolu) liderliğini yapan Kemal Burkay ve Türkiye İşçi Partili Ali Gültekin gibi Sosyalist hocalardan çok şey öğrendi. Okumaya heves saldı. 1961 Anayasasının sunduğu kısmi özgürlükler nedeniyle Batıda varolan sol yayınlar Türkçeye çevrilmeye başlamıştı. O da, bu yayınları okumaya, dünyayı anlamaya ve kavramaya çabaladı.
O dönemde, kendi kuşağından Mahirler, Denizler ve Kaypakkaya’lar eşit ve özgür bir ülke için mücadeleyi yükselttiklerinde, Dersim’li sınıf arkadaşından dolayı Sol hareketlere gönül bağladı. Dersim ve çevresinde faaliyet yürüten Kaypakkaya önderliğindeki TKP-ML (TİKKO) Hareketine sempati duydu. Ancak Kenan Dayım, ne o zaman ne de sonra hiçbir Sol harekete katılmadı. Çünkü O’nun kalbinde, bu hareketleri kendine örnek alarak, Süryanileri uyandıran, bilinçlendiren bir ulusal faaliyet yatmaktaydı.
İstanbul’a gitti üniversiteyi okumak için. Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünde okurken, gönlünde yatan ve düşlediği faaliyetleri birlikte yapabileceğine inandığı Süryani yurtseverleriyle karşılaştı. Henüz rüşeym halinde olan bir Süryani kimlik faaliyetinin içinde buldu kendini. Süryani tarih çalışmaları, o dönemin en fazla tartışılan konusuydu. Bu yüzden kendisi de, ‘biz kimiz, nerden geldik ve nereye gidiyoruz’ sorularına odaklandı.
70 başlarında, Elazığ’a döndü tatil için. Yılmaz (Kerimo) ve benle ekstra ilgilendi. ‘Türk değiliz, Süryaniyiz biz. Sadece hristiyan değiliz. Aynı zamanda bir halkız. Bizim de bir tarihimiz, kültürümüz, dilimiz ve vatanımız var’ dedi. Ve ekledi, ‘biz Asurların torunlarıyız!’.
Kafam allak bullak bullak olmuştu. Daha çocuktuk. Halk olmak ne demekti? Bizi, bir Türk’ten ayıran temel öge sadece din değilmiydi. Bunu sorduğumda bana, ‘bekle dedi. İstanbul’a gittiğimde sana bir şeyler göndereceğim.’
Bir müddet sonra, postadan Süryani müzisyen Habib Musa’nın kasetini gönderdi. Yanında da, bir tarih kitabı vardı; ‘Tarihte Süryaniler, Cebrail Aydın’. Aynı kaseti yüzlerce kez dinledim ve kitabı 50-60 defa okuduğumu hatırlıyorum. Bize okulda öğretilen, ‘Türküm, Doğruyum, Çalışkanım’ yalanına taban tabana zıt bir bilgi yumağı ile karşılaşmıştım. Kafamda bir deprem yaşıyordum. Üstelik tarih kitaplarında olmayan bir gerçeklikle karşılaşmıştım: Ben, Mezopotamya’da insanlığın ilk uygarlıklarından birini kurmuş olan binlerce yıllık Asur/Babil medeniyetinin torunuydum.
Kenan Dayım ile ilişkimiz 70 başlarından itibaren farklılaşmaya başlamıştı. Artık, sadece bir dayı-yeğen değildik. Ondan da öte, bir yol arkadaşı ve sürekli görüş alışverişinde olan iki dost gibi olmuştuk. 70’li yılların ortalarında artık onu bayağı zorluyordum. Daha fazla kitap, daha fazla kaset istiyordum. Ancak kitap hiç yoktu. Bu nedenle O’nu daha fazla görmek istiyordum. O da, Elazığ’a her gelişinde mutlaka bana daha fazla zaman ayırırdı. Ve bana, ‘artık sana yetişemiyorum’ demeye başlamıştı.
Elazığ’da meydana gelen bazı olaylardan sonra, 77 sonuna doğru İstanbul’a taşınmıştık. Orada Kenan Dayımın arkadaşlarını görme şansına kavuşmuştum. Tarlabaşı’nda, MED Kültür Derneği vardı. O da, derneğin aktif koşturan elemanlarından biriydi. İsa Mesih’in hayatını konu alan bir tiyatro oyununda rol aldığında ne kadar yetenekli olduğunu kanıtlamıştı. Seyrederken dayımla gurur duymuştum. Tiyatro çalışmaları, Balolar, Piknikler vb düzenlenirdi. Ben de bunların çoğunluğuna (Balo hariç!) katılmaya başlamıştım. Ancak ben de ‘eski yeğen’ değildim artık. Yapılan faaliyetlerin bazılarını doğru bulmadığımı söylüyordum ya da yetersiz gördüğümden dolayı bir şekilde eleştiri yapmaya başlamıştım. İki yıldır görüşememiştik. Bu zaman zarfında ben daha farklı yayınlar okumaya başlamıştım. Çünkü ben de, Devrimci Gençlik saflarına katılmıştım. Dev-Genç’liydim! Okul işgalleri, boykotlar, faşist saldırılara karşı protesto ve yürüyüşlere aktif katıldığımı bilir ve görürdü. Beni durdurmaya çalışmaz fakat hep dikkatli olmam için uyarırdı.
78 baharında bir gece, Melek Ağabeylerin Bakırköy’deki evinde sohbet ediyorduk. Ben, Aslan Aslan, Kenan Araz, Sabri Atman ve daha bir çok genç arkadaş vardık orada. Melek ağabey ve Kenan dayım, eleştirilerimize cevap vermekte zorlanıyorlardı. ‘Süryani halkı köylerde yoksulluk içinde yaşarken lüks otellerde balo yapmak hangi hedefe hizmet edecek? Süryanilerin yüzde doksanı Turabdin diyari Mardin(Midyat) çevresindeyken, bir Tarlabaşı kilisesinin lokaline sıkışmak hangi ulusal faaliyeti büyütür? Neden Türkiye Sol hareketine uzaksınız? Sözkonusu kurtuluş mücadelesiyse, bunun yalnız olamayacağını biliyorsunuz değil mi?’ gibi soruları sormaya başlamıştım. Bunlar o dönemde İstanbul’da yaşayan bizim gibi bazı gençlerin ortak soru ve eleştirileriydi.
Ama en onurlu ve dürüst cevabı alırdık her ikisinden de:’biz ancak bu kadarını yapabiliyoruz!’ Kenan dayım ve Melek ağabey, işte tam da bu noktada hepimize en samimi duygularıyla verdikleri bu cevapla en alçak gönüllü duruşa sahiptiler. Onların bu içtenliği, verdikleri cevaplar her ne kadar bizleri ikna etmese de, onlara karşı olan sevgimizi ve saygımızı bir kat daha artırırdı.
Kenan dayım, Süryani ulusal faaliyeti içindeki bütün arkadaşları ülkeden ayrıldığı halde, ülkeyi terketmemekte kararlıydı. ‘Daha yapacak çok şey var’ derdi. Bu nedenle, benim ve arkadaşlarımın eleştirileri ne kadar etkili oldu bilemem ama, 80 sonrası dönemde Midyat ve köylerinde Süryani köylülerine su için kuyu açmak, iş alanları yaratmak gibi faaliyetlere kendini verdi. Hem mesleği olan İnşaat Mühendisliğini icra ediyordu hem de gittiği yerlere sevgisini, sıcaklığını, güler yüzünü ve o bitmek bilmeyen iyimserliğini götürüyordu.
Yıllar sonra İsveç’e geldi. Buraya yerleşti. Göçmenlik zordur. Tecrübe sahibi olmuştuk. O’na, ‘Kenan Dayı, buralar çok karışık. İlk önce herkesi dinle. Taraf olma. Bu arada, hayatını kur. Sonra aktif siyasete yeniden katılırsın’ dediğimde alınmıştı. Hissetmiştim. Çok üzülmüştüm beni anlayamadığı için. Ya da ben anlatamadığım için. Ancak, zaman geçtikçe bana hak vermişti. Neden böyle söylediğimi daha iyi kavramıştı. Ama O, yaşının ilerlemesine rağmen, yirmilik gençlere taş çıkartırcasına bir yerden ötekine koşturuyordu. Bu yüzden O’na, ‘ihtiyar delikanlı’ demeye başlamıştım. Hoşuna gidiyordu bu laflarım. Çevremdeki bütün arkadaşlar da ona aynı sözcüklerle hitap etmeye başlamışlardı. Çünkü Onu en güzel tarif eden buydu. Yorgunluk bilmeden, bıkmadan, usanmadan, Süryani derneklerinde barış, özgürlük, eşitlik, ulusal kimlik ve kardeşlik duygularını yaymak için koşturuyordu.
Kenan Kerimo, benim gibi yüzlerce Süryani gencine bir halk olmanın onurunu, bilincini ve kendi halkının çaresizliğinde dahi iyimserliği elden bırakmamak gerektiğini aşılamıştı. En azından bize bu konuda yol göstermişti. Etkilemişti. Sonsuzluğa uzanan bir uzun yolculuğa çıkmadan önce O’nunla iki yakın yol arkadaşı olarak uzun sohbetler yapmıştık. ‘Sen beni geçtin’ diyordu. Çünkü devrimci mücadeleye ve devrimcilere olan saygısını her zaman dile getirir ve ‘biz doğru anlamda bir ulusal mücadele yaratamadık’ diye kendini ve geçmişini eleştirirdi. Geçmişin eleştirişinde kalmak O’na doğru gelmediği için de son yıllarda, Mezopotamya Halk Kongresinde yer alarak mücadelesini sürdürür. Halkların kardeşliği, barış içinde birlikte yan yana yaşamak gibi temel ilkeleri kendine bir hayat felsefesi yapmıştı.
Kenan Kerimo’nun hayatı, Süryani halkının ulusal demokratik haklarını elde etmek amacıyla bir şeyler yapmak için mücadele ederek geçti. Bildiği kadarıyla ve edindiği tecrübe ölçüsünde. Çok şey yapamadı belki. Bir devrim fırtınası estiremedi mesela. Ama hiçbir zaman bir seyirci olmadı. O her vakit tribünde değil, sahada olmayı seçti. Koşturdu, önde gittiği zamanlar da oldu, geride kaldığı zamanlar da. Ama her halukarda önde gidenlerle onur duydu, destek oldu, moral verdi. Ve her çıkmaz sokağa varıldığında, ‘herşey iyi olacak’ iyimserliğini bütün etrafına sarıp sarmaladı. İşte, o sıcaklık, o çınar, o güzel insan artık aramızda değil. Ancak, yol gösterdiği gençler O’nu hiçbir zaman unutmayacaklar, unutturmayacaklar!
Güncelleme Tarihi: 1 Eylül 2017