“Kesindir suskunların yenilgisi
Boynuma düşer gözlerim… utanırım…
Utanırım çan seslerinden…”
Süha Tuğtepe
Mekân, şimdilerin çok az Süryani kalmış Turabdin Dağları’nın böğründe Midyat’ın Hax, Türkçeleştirilmiş adıyla Anıtlı köyüdür. İkibin yıl evvelinin hikâyesidir. Ve artık Hax’a her giden ve dahi kiliseye konuk olanlara rahiplerin anlattığıdır. Aslında hikâye Hax’dan hayli uzakta başlar da! Hax, yola çıkanlara menzil olur…
Gördükleri parlak yıldızın olağandışı bilgiye delalet ettiğini hissederek heyecanlanırlar. Bir araya gelip günlerce kafa yorduklarında, ulaştıkları ortak kanı, hazırlanıp bir an evvel doğuya doğru yola çıkmaları yönündedir. İşte 12 kralın o parlak yıldızın ardına takılmaları böyle başlar.
Bir yel gibi izini sürdükleri o Parlak Yıldız, Yahudiye ülkesinde İsa Mesih’in doğumunun müjdecisidir.
Takatsiz, bitap düştükleri, her gecenin sabahına dek süren yolculuklarının binbir zahmetlerini hiçe saymaları, o Parlak Yıldız’a ulaşma arzusundandır.
Turabdin’in yüksek yerlerine vardıklarına karşılarına çıkan Hax, konakladıkları yerlerden biri olur. Hax Kralı, hürmetle karşılar onları ve konuk eder. Yeniden kendi aralarında tartışır 12 Kral ve karar verirler. Parlak Yıldız’ın izini sürmek için aralarından seçecekleri üçü ona daha erken ulaşacaktır.
Dünyaya merhaba diyecek çocuğa hediyelerini vermek ve ona bağlılıklarını bildirmek için 12’den 3’ü yola devam ederler.
Beytlehem’e vardıklarında ona hediyeler sunmak için yanına vardıkları çocuk, İsa Mesih’tir. Gönenirler, kıvanç duyarlar buluşmalarından. Sundukları hediyelerden sonra kendilerine armağan verilen çocuğun bezini alarak, yola çıktıkları anın heyecanının aynısını yaşayarak dokuz arkadaşlarının beklediği Hax’a geri dönerler.
Getirdikleri bezi, her birinde bir parça kalsın diye, on iki parçaya bölmeye çalıştıklarında başaramazlar. Gaipten gelen irade onlara der ki; “Bezi yakıp külünü aranızda paylaşın…”
Bezi yakarlar. Bez yanarken bir anda ateşin içinden her birinin suretinin üzerine nakşedildiği oniki altın kalıp çıkar ateşteki yanan bezden…
Tanık oldukları binler yıl sonrasına da kalacak olan bir mucizedir aslında. Kutsal ruh’u doğuran kadının adına dünya durdukça ayakta kalacağına inandıkları bir anıt inşa etmeye karar verirler Hax’ta…
İşte temellerini ikibin yıl evvel atmaya karar verip inşa ettikleri o 12 Kral’ın anıtı, bugün Türkçede Anıtlı, Süryanice’de Hax adı verilen Hax Manastırı Meryem Ana Kilisesi’nin hikâyesi Haxlı rahiplerin dilinde budur.
Tor Hikâyeleri
Peki, hikâye budur da! Böyle mi devam etmiştir? Değil elbet. Yüzlerce yıl evvel yaşanıp mesel haline dönüşmüş yaşanmışlıktan tam ondokuz asır sonra 1915’de sadece Ermenilerin değil, Mezopotamya coğrafyasında yaşayan Süryanilerin de yaşadığı ve adına kendi kavillerinde “Seyfo” dedikleri büyük kırımdan Turabdin Süryanileri de paylarına düşeni alır.
Hax’ın hemen yanı başındaki Hêştrek (Ortaca) köyünde yaşayan Süryanilerden sadece 12’si kırımdan bir şekilde kaçıp kurtulurlar. Sanki ikibin yıl evvel 12 Kral’ın hülyasına yeni hikâyeler katmak için belki de!
İşte, kendisi siyasi tutsak olan Sadık Aslan’ın alt başlığını Tor Hikâyeleri koyduğu “Solgun Sarı” kitabının Meryem öyküsünün çıkış noktası budur…
Süha Tuğtepe’nin şiirine dize olduğu gibi; “Kesindir, suskunların yenilgisi”kabilinden ikibin yıl sonrasının artık üçer beşer “numunelik” kalmış Süryanilerinden Haxlı Süryani Meryem’inin serencamıdır belki de bir yeni Hax hikâyesi.
İnsan, acıyı ruhunda bedeninde yaşayıp da acı bir kez içine işledi mi, mutluluk dediğiniz hep yarım kalanıdır belki de!
Bu sebeple hikâyesi kitaba “kapak” olan Meryem’in, çok güzel bir kadın olmasına rağmen “okunaksız yüzünün” içdökümünü anla(t)mak için, sanki yüzyılın insanın bedeninde, ruhunda hatta mekânlarında yarattığı enkazını anlamadan çözmenin gayrımümkünatını anla(t)mada okura vesile oluyor edebiyat…
Marc Nichanian’ın İletişim Yayınları’ndan çıkmış “Edebiyat ve Felaket” kitabı bu alanda bir kanondur. Defalarca okuyup notlar aldığım kitaba, “Solgun Sarı”ya önsöz yazmış olan değerli Ayşe Günaysu da referans vermiş. Nişanyan’ın referansıyla; soykırım anlatısının tarih yazımından çok, edebiyatla anlatılabileceği çıplak gerçeği!
Bu yüzden; Çiyayê Şengalê, Hax, Zaz, Hêştrek, Kefsengê gibi mekânlar, sersipîk, sîrik, zîçirk gibi ot adları, Cazya, Elikê Kuco, Nefo, Tuma, Semîra, Afrem, Xenikê, Hemo, Seydo gibi insan adları ilgilisine sanki ayrı bir dünyadan sesleniyor.
Belki de sahiden ayrı bir dünya! Çünkü yazar dedik ya “Solgun Sarı”ya Tor Hikâyeleri alt başlığı adını koymuş.
Süryanilerin Turabdin adını koyduğu Midyat merkez olmak kaydıyla Mardin, Nusaybin, Hasankeyf ve Cizre sınırlarına kadar uzanan yükselti kelime anlamı olarakTanrının Hizmetkârlarının Dağı anlamına gelir. Bu sebeple Turabdin bölgesindeki Süryani ibadethanelerinin kutsiyetinin yüksek olduğuna inanılır Asurî Süryanilerce…
Kürtler de bundan hareketle bölgeye Osmanlıdan bu yana “Tur” ya da “Tor” bölgesi adını yakıştırmış. Ve dahi Kürt kavlince o bölgeden olanlara Torlu anlamına gelen “Torî” derler. Bunu kendine mahlas olarak alan yazarlar var. Hatta biraz daha incelterek “Tur” soyadı da buradan kaynaklı olarak duruyor.
Bu sebeple Sadık Aslan tıpkı Günaysu gibi Nichanian’a gönderme yaparcasına edebiyatıyla “Tor’un acı yaşanmışlıklarındaki payımızdan dolayı Süryani, Ermeni ve Êzidî halklarına karşı kişisel özür” borcu diliyor ve diyor Solgun Sarı ile…
* Solgun Sarı-Tor Hikâyeleri, Sadık Aslan, Lis Yayınları, 2016 Diyarbakır
04 Eylül 2016 Diyarbekir
Kaynak: Kültür Servisi - Şeyhmus Diken ; Güncelleme Tarihi: 7 Eylül 2016