KÜLTÜR / SANAT
KEVKEB MEDINHO (ŞARK YILDIZI)

Etnik ve Dinsel Azınlıklar - Baskın ORAN

Yok Hükmündeki Millet-i Mahkumeler

1912'de Şark Yıldızı Gazetesi

Süryani Edebiyatının 2000 Yıllık Geçmişi

Süryani Kültürü ve İçsel Dönüşüm Kitabı

Gabro: Peygamber Ocağında Bir Süryani

Süryani Mistizmi Kitabı

Risk Altındaki Süryani Mimari Mirası Yayınlandı

Ufuklarımın Manastırı

Süryanice Kitap: Savaşın ve Umudun Tesellisi

Kadim Halk Süryanilerden Şlomo

Keldaniler ve Diyarbakır

Soğan Kabukları ve Adıyaman'ın Öteki Tarihi

İstanbul Süryanilerine Bakış:Mazlum ve Makul

hepsi

Süryani Dili

Süryanilerde Tiyatro ve Sinema

Süryanilerde Popüler Müzik

Süryanilerin Müzikal Çığlığı

Süryanilerde Kilise Müziği

Süryanilerde Halk Oyunları

Süryanilerde Ölüm Gelenekleri

Diyarbakır'da Geleneksel Bir Meslek Puşicilik

Turabdin'de Siboro Geleneği

Süryanilerin Yüzyıllardır Yaşattığı Sanat: Telkari

Şarabın Süryani Ustaları

Süryanilerde Paskalya Bayramı ve Hazırlıklar

Kaybolan Bir Süryani Sanatı: Basmacılık

Süryani Geleneğinde Noel (Yaldo) Bayramı

Bir Süryani Geleneği : Hano Kritho

Taştan Çıkan Beyaz Çorba: Gabula

Turabdinin Temel Yemeği Bulgur

Babağannuç

Yemek Tarifleri

 
 
/ BU KÖŞEDEKİ ADAM

Bu Köşedeki Adam, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları'nın ikinci kitabı. Hrant Dink'in 1997-2007 yılları arasında kaleme aldığı, Agos, Yeni Binyıl ve Birgün gazetelerindeki yazılarından yapılmış bir seçki. Türkiye, Ermenilerini kaybetmekle ne kaybettiğini hiçbir zaman idrak edemedi, bari Hrant Dink'i kaybetmekle ne kaybettiğini idrak etsin. Bunun için onun yazılarından, konuşmalarından daha iyi bir araç yok elimizde.

'Türkiyeliyim... Ermeniyim... İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip, geleceğimi Batı denilen o 'hazır özgürlükler cenneti'nde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere sülük misali yamanmayı düşünmedim. Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu. Ülkem Sivas için ağlarken, ağladım. Halkım çetelerle boğuşurken, boğuştum. Kendi kaderimi ülkemin özgürlüğünü yaratma süreciyle eşledim. Şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hâlâ da ödüyorum.'

Yıllarca Dink'le birlikte çalışmış olan gazeteci Karin Karakaşlı; yayıma hazırladığı "Bu Köşedeki Adam"da, Dink'in Türkiye'ye, dünyaya, sol siyasete, azınlıklara, Kürt sorununa, başörtüsü tartışmalarına, Türkiye Ermenilerine, Türk-Ermeni meselesine, Batı'ya, Diaspora'ya ve Ermeni kimliğine ilişkin ilişkin, gözlem, deneyim ve görüşlerinin izini sürmek mümkün" dedi.

Uluslararası Hrant Dink Vakfı, yaptığı açıklamada "Seçkideki yazılar sadece okunmuyor, Hrant Dink'in varlığınını da hep sebep olduğu üzere, okuyana harekete geçmek için ilham veriyor" görüşüne yer verdi.

Kitapla İlgili Ohannes Kılıçdağı'na ait Yazı : VİCDAN TERBİYECİSİ

Türkiye’nin bir vicdanı vardı, konuşuyordu; o konuştukça kimimiz ferahlıyor, kimimiz daralıyorduk. Malum, vicdanımızın sesi bazen mıh gibi oturur içimize. Bir de vicdanın ikiz kardeşi vardır: insaf. Ama tıpkı ikizlerden birinin diğerinden birkaç dakika önce doğması gibi, vicdan da insaftan biraz önce gelir. Vicdanının sesine kulak verenler sonunda insafa gelirler. Ne yazık ki, vicdan her zaman kendiliğinden harekete geçmez, dışarıdan bir etki gerekir, bir görüntü, bir söz... İşte, Hrant Dink konuştukça vicdanlar uyanıyor, sahiplerini insafa çağırıyorlardı. Bunu başardığına hepimiz çok kereler şahit olduk. Onu bazı kesimler için ‘korkutucu’ yapan da işte buydu: vicdansızlık, insafsızlık duvarında açtığı delikler. Herkesin gözünü getirip o deliklere dayıyor, duvarın arkasına bakmaya zorluyordu. Gördüklerimizden her zaman hoşlanmasak bile, düşünüyorduk, düşünmek zorunda hissediyorduk. O artık yok, olması gereken kişi oldu ve gitti ama yazdığı yazıları geride bıraktı. Agos, Birgün ve Yeni Binyıl gazetelerinde yazdığı bu yazıların bir kısmı Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları tarafından Bu Köşedeki Adam ismiyle kitaplaştırıldı.

Niyetimiz, Hrant Dink’in yaptıklarını ya da söylediklerini ‘kutsallaştırmak’ veya eleştirilemez kılmak değil. Herkes gibi onun söylediklerinde de ‘eksik’ veya ‘yanlış’ çoktu belki, ama günahlarıyla sevaplarıyla ‘farklı’ olduğunu sanırım çoğu kişi teslim edecektir. Bu kitap vesilesiyle, onu farklı yapanın ne olduğuna bir kez daha bakmakta fayda var.

Türkiye’de muhalif olmak başlı başına zor bir işken, hem Ermeni olup hem muhalif olmak daha da zordur. Bu yalnız size yönelen tehditlerden, karşılaştığınız risklerden dolayı böyle değildir. Ermeni bir muhalif olmayı zorlaştıran, samimiyetinize inanılmaması, her söylediğinizin arkasında başka niyetler aranmasıdır. Söyledikleriniz, Ermeni kimliğinizden dolayı daha söylediğiniz anda değersizleştirilir. Bir Ermeni olup da ülkenin güncel siyasi ve sosyal meseleleri konusunda ana akımın dışında fikirler ortaya koymak zordur, çünkü siz ‘tanım icabı’ bu ülkenin daha iyiye gitmesini istemezsiniz. Konuşuyorsanız arkasında mutlaka bu ülkenin zararına olacak bir kastınız vardır. Onun için, sizden beklenen, konuştuğunuz zaman bu ülkede ne kadar rahat, ne kadar ‘dert üstü murat üstü’ bir hayat yaşadığınızı söylemenizdir. Tekrar tekrar sadakatinizi ispatla yükümlüsünüzdür. Haksızlığa uğradığınızı düşündüğünüzde bile, eğer ‘vatandaş’ olarak kalmak istiyorsanız size düşene razı olmalısınızdır. Hrant Dink’i farklı kılan özellik de işte bu noktada ortaya çıkıyor. Yazılarında ‘bir Ermeni olarak’ konuşmanın tedirginliği zaman zaman hissedilse de, o öyle bir dil ve üslup tutturabilmiş ki, söylediklerinin samimiyetinden kuşku duymak çok zor. Kendi üslubunda inandığını söylemeye devam ediyor, o noktada taviz vermiyor ama bunu yaparken kırıp dökmüyor, karşısındakinin onuruna değer veriyor, dikkat ediyor. Türk halkının en azından bir kısmı ilk defa bir Ermeni’ye kulak verdiyse, Hrant Dink’in ortaya koyduğu bu dilin, üslubun ve samimiyetin bunda büyük rolü vardır. Bu kitaptaki yazılarda bu hassas, kimseyi kırmamak için adeta parmak uçlarında ilerleyen üslubu görmek mümkün. Ne acı ve ironiktir ki Türkiye böyle bir adamı birilerine veya bir şeylere hakaretten mahkûm etmiş bir ülkedir.

Ermeniler için 70’li ve 80’li yılların havası daha bir ağırdı. Ermeni olmak ciddi bir yüktü ve tuhaf bir yaşama biçimi gerektiriyordu. Sinik, ezik, görünmeyen insanlar, âdeta gölge hayaletler olarak yaşamak zorundaydınız. Ermeni kimliğinizle ortalarda görünmek pek arzulanan bir durum değildi. Etrafınızdaki insanlar Ermenilerden bahsederken sanki siz yokmuşsunuz gibi konuşurlardı. Uzak bir yerlerde yaşanan bir olay yüzünden sizin mahallenizde duvarlara ‘Kahpe Ermeni’ yazıldığı zaman şaşırırdınız, yüreğiniz ağzınıza gelirdi. ‘Bana mı diyorlar acaba?’ diye düşünür, sonra etraftakiler yüzünüzden Ermeni olduğunuzu anlayacak diye korkar, başınızı öne eğip hızlı adımlarla o duvarın önünden kaçarcasına uzaklaşırdınız. Bugün o günlere kıyasla çok daha iyi bir noktadaysak, bunda Hrant Dink’in kamusal alanda üstlendiği, daha doğrusu kendini içinde bulduğu konumun ve görünürlüğün katkısı göz ardı edilemez. Yazılarını toplu halde arka arkaya okumak bu konumun ne olduğuna dair kuvvetli bir fikir veriyor.

Ötekini ötekine anlatmak

Bizzat Agos’un ve Hrant Dink’in ortaya çıkışı da aslında bu değişimin göstergelerinden biriydi. Hrant Dink’in konuşmasına, Ermeni toplumu içinde sevinenler de vardı, kızanlar da, ve her iki grup da kendince haklıydı. Onun çıkıp konuşmasına seviniyorlardı, çünkü söylemek isteyip de söyleyemediklerini Hrant Dink onların yerine dillendiriyor, azınlık ezikliğini üzerlerinden atmalarına yardım ediyordu. O konuştukça, azınlık olmaktan vatandaş olmaya doğru ilerliyorlardı. Onun konuşmasının, şimşekleri Ermeni toplumunun üzerine çekeceğini düşünenler ise ona kızıyorlardı. Belki de haklıydılar ama önemli olan soru şudur: Yaşamak ve insan olmak ne demek? Yaşamak sadece nefes alıp vermek, günlük işlerini yapabilmek, beden olarak var olabilmek demek mi? Yoksa insan düşündüğünü söyleyebildiği, kendini ifade edebildiği, kendine haksızlık yapıldığını düşündüğünde hakkını arayabildiği ölçüde mi insan olur? Kaba etine her tekme yediğinde kendi kuytu sığınağına kaçan bir canlı türü, insan olarak tasavvur edilebilir mi? Hrant Dink, onurlu duruşuyla bizi insan da yapıyordu aynı zamanda.

Geldiğimiz bu noktada, umut nerede? Doğrusunu isterseniz, bu soruya kendi adıma coşkulu bir cevap veremeyeceğim. Ancak mütereddit bir şekilde şunu söyleyebilirim ki tarihte belki de ilk defa Türk halkının en azından bir kısmı bir Ermeni’ye, onun vasıtasıyla da diğer Ermenilere kulak verdi. Umut, Ermenileri, ama yalnız Ermenileri değil, herhangi bir kimliğinden dolayı aşağılanan herkesi dinlemeye devam etmekte, bu insanları yalnız bırakmamakta. Onlar sizin de insanlık onurunuz aynı zamanda; çünkü onları görmezlikten gelmek, ağır bir haksızlığı görmezlikten gelmektir. Hrant Dink’in yazıları bu insanları dinlemenin yolu, aracı olarak görülebilir. O, ötekini ötekine anlatır. Agos ve Birgün gibi, hitap ettiği birincil kitlelerin, farklı sebeplerden de olsa, İslam’a mesafeli durduğu gazetelerde bir Müslüman’ın haklarını savunan yazılar yazmış, gerektiğinde Agos’ta Ermeni kurumlarını, Birgün’de Sol’u eleştirmeyi bilmiştir. Bir noktanın altını tekrar çizelim: Hrant Dink’in her eleştirisi isabetli olmayabilir, ama her kesimi özeleştiriye ve empatiye teşvik etmesi bundan çok daha önemlidir.

Türkiye, Ermenilerini kaybetmekle ne kaybettiğini (dolma ve topik hariç) hiçbir zaman idrak edemedi, bari Hrant Dink’i kaybetmekle ne kaybettiğini idrak etsin. Bunun için onun yazılarından, konuşmalarından daha iyi bir araç yok elimizde. Ha, bunu anlayacağız da ne olacak? Daha vicdanlı, daha insan gibi insan olacağız, yetmez mi?

BU KÖŞEDEKİ ADAM
Hrant Dink
Uluslararası Hrant Dink
Vakfı Yayınları
2009
317 sayfa, 18 TL.

Güncelleme Tarihi: 17 Kasım 2009

 
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım