“
Nuh Tufanından sonra bütün dünyanın dili birdi. Ancak kibir, insanların Tanrı ile yarışa girip bir kule inşa etmelerine yol açtı. Tanrı onların kibrini cezalandırmak ve kulenin inşasını engellemek için birbirlerini anlamasınlar diye dillerini karıştırdı. Tanrı bütün dünyanın dillerini orada karıştırdı ve onları yeryüzüne oradan dağıttı.” -
Babil Kulesi efsanesi- Su Yayınlarınca yayınlanan
Savaş Çoban'ın “
Küreselleşme Ulus-Devlet Azınlıklar ve Dil” adlı çalışmasında uzun yıllar sözü edilmeyen ve üzerinde konuşulması tabu ya da suç olan konular dilsel ve kültürel yönden olduğu kadar azınlık hakları açısından da ele alınmış ve Türkiye'nin azınlıklara yaklaşımına ve bu konuda dünyadaki yaklaşımlara değinilmiş.
Her ulusun kültürü ve kültüre bağlı olan tüm nitelikleri ve yaşayış şekli onun dilini etkiler ve ona biçim verir. Uluslar dillerine bağlı olarak varlıklarını sürdürürler. Bağımsızlık ve özgürlükleri dillerine de yansır. Özgürlüğün yitmesi dili tehlikeye sokar ve uzun süreli bir özgürlük yitimi dil ölümlerini de beraberinde getirir. Dil ölümü, o dili konuşan toplumun birçok neden yüzünden (baskılar en önemli etkendir) nedenlerle artık o dili konuş(a)mama durumudur. Dil ölürken onunla birlikte on binlerce yılın bilgi, kültür birikimini, o dile has düşünce tarzı da ölür. Dille beraber o toplumun kültürel özellikleri de tarih sahnesinden bir daha ortaya çıkmamak üzere silinir. Küreselleşmenin bu noktada ciddiye alınması gerekiyor, dünyanın tüm ulusal özelliklerini ve bölgesel dengelerini değiştiren bu yeni durum birçok toplumu derinden etkilemiştir ve etkilemeye devam edecektir.
Dünyadaki tüm dillerin bir zenginlik olduğu göz önüne alınarak farklı diller konuşan bütün azınlıklar, hiçbir engelle karşılaşmaksızın kendi dillerini öğretme ve yayma hakkına sahip olmalıdırlar. Ancak Türkiye'de yaşananlar bize yapılmaması gerekenler hakkında örnek olabilecek olaylardır. Türkiye, Cumhuriyet'i kuran Lozan Anlaşmasıyla şu taahhütte bulunmuştur:
“Herhangi bir Türk vatandaşının özel ilişkilerinde, alışverişte, dinde, basında ya da basılı eserlerde veya kamuya açık toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına yönelik hiçbir kısıtlama empoze edilmeyecektir. Bir resmi dil bulunmasına bakılmaksızın Türkçe konuşmayan Türk vatandaşlarının mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanmaları için gerekli imkanlar sağlanacaktır.”(39. madde)
Bu anlaşma maddesine rağmen anlaşmada ismi anılan azınlıklar dışında kalan diğer azınlıklar baskıya maruz bırakılmış ve dillerini konuşmaları yasaklanmıştır. Türkiye Avrupa Birliğine girmek için çeşitli anlaşmaların altına imza atmış ya da şimdiye kadar uymadığı ya da uygulamadığı şartları uygulayacağını taahhüt etmiştir. Bunlardan biri olan Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı (1992), bölgesel ve azınlık dillerini Avrupa kültür mirasının bir eşsiz bir parçası olarak korunması hedefini gütmekte ve bu dillerin yasalarda, okullarda kamuya açık kültürel, ekonomik ve sosyal hayatta ve medyada kullanılmasını öngörmektedir.
Çeşitli uluslararası belgelerde azınlıklara mensup bulunan kişilerin kendi dillerini, devletin herhangi bir engellemesi olmadan kullanma hakkının olduğu tanınmıştır. Ayrıca söz konusu bu hakkın ifade özgürlüğünün doğal bir uzantısı olarak kabul edildiğini de vurgulamakta fayda var. Örneğin serbest piyasa mekanizmasında maddi getirisi olan İngilizce, kimi küçük nüfuslu eski İngiliz sömürgelerinde diğer yerli dillerini yok etmiştir. Çünkü yerliler, piyasada kendilerine bir ekonomik çıkar sağlaması çok zor olan kendi anadillerini öğrenmek için zaman ve efor harcayacaklarına, piyasanın ihtiyacı olan İngilizce öğrenmeyi yeğliyorlar. Bundan dolayıdır ki “serbest piyasa” sisteminde eğer bu dillerin korunması gerekiyorsa, bir çözüm o dilleri insanlar için cazibeli kılmak gerekir. Ama bu sefer de karşımızda çok güçlü konuda bulunan başka ulusal ve uluslar arası diller çıkar. Mesela İstanbul'daki Süryanilerin, Süryanice'yi öğrenmede olan isteksizliklerini bu olguyla açıklayabiliriz.
Türk devlet yapısı çok kültürlü ve çok dilli bir yapıyı hedeflemediğini ve böyle bir yapının Türk ulus-devlet modeliyle uyuşmadığını açık kalplilikle söylemektedir. Kendine örnek olarak Fransa'da uygulanan ‘üniter' sistemi aldıklarını ifade etmektedirler. Edmund Weber bir makalesinde; “19. yüzyılda ekonomik burjuvazi tarafından yaratılan sözde- ulusal devlet, kendini sadece kendisiyle temellendiriyodu. Kendini korumak ve diğer ulus devletlere karşı kendini sınırlandırmak için yapma bir kültür, yani devletsel tekçi bir kültür geliştirdi.
O, kendi sınırları içindeki bütün insanları tek bir dili konuşmaya ve tek ve aynı devlet ideolojisine tabi olmaya zorladı. Dil, kültür ve ideolojideki kültürel farklılıklara tırpan atıldı. Zorla icra edilen Fransız Cumhuriyetinin ve etkilediği devletlerin eşitlikçiliği veya Britanya'da İrlandalıların ve İskoçların terörle ezilmeleri bunun tipik örnekleridir. Tek devlet, tek dil, tek ideoloji, tek kültür şeklindeki devlet ideolojisi, kaçınılmaz global göç hareketinden, modern nüfus değişmelerinden kaynaklanan problemin çözümünü hala zorlaştıran en büyük tarihsel ipotektir.” diyor. Çokdillilik ve çokkültürlülüğün öneminin yoğun olarak gündeme gelmesine rağmen ulus-devlet yok olacak gibi de değildir. Aksine, Soğuk Savaş'ta (ABD -Nato- tarafından) kazanılan zafer milliyetçiliğin hortlamasına yol açmıştır. Görünüşe göre, her etnik grup, her mezhep kendi bayrağını istemektedir. Ulusal hükümetler büyümekle birlikte, ne daha etkin, ne de daha popüler hale gelmektedirler. Ancak ulus-devlet her tarafta belirmekte olan küresel düzenin gerçekleriyle yüzleşecek yepyeni bir tanım bunalımıyla karşı karşıyadır.
‘ Tüm diller değerlidir ve hepsine saygı duymak gerekir' düşüncesinden hareketle kendi yaşadığımız coğrafyada da diğer tüm dilleri önemsemeli ve gelişmeleri için her şeyi yapmalıyız. Uluslararası anlaşmalardaki anadilde eğitim ve yayın hakkı bir tehlike değil ancak zenginliğe neden olabilir. Gerçeklerden kaçarak ve korku duvarları kurarak ancak insanlar arasında düşmanlık yaratılabilir, barış içinde yaşamanın koşulu gerçek anlamda çokdilli ve çokkültürlü bir ülke yaratmaktır. Bu yönde dilciler ellerinden geleni yapmalı ve seslerini daha gür bir şekilde duyurmalıdır. Bu bağlamda Savaş Çoban'ın değerli çalışması bize dilin önemini bir kez daha hatırlatması ve şimdiye kadar uzak durulmuş-değinilmemiş bazı konuları tartışmaya açması bakımından önemli bir görevi yerine getiriyor.
*
KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET, AZINLIKLAR VE DİL – Savaş ÇOBAN – SU Yayınları – 152 sayfa
Makale Yazarı: Baran ERİM
Güncelleme Tarihi : 5 Ağustos 2005