KÜLTÜR / SANAT
KEVKEB MEDINHO (ŞARK YILDIZI)

Etnik ve Dinsel Azınlıklar - Baskın ORAN

Yok Hükmündeki Millet-i Mahkumeler

1912'de Şark Yıldızı Gazetesi

Süryani Edebiyatının 2000 Yıllık Geçmişi

Süryani Kültürü ve İçsel Dönüşüm Kitabı

Gabro: Peygamber Ocağında Bir Süryani

Süryani Mistizmi Kitabı

Risk Altındaki Süryani Mimari Mirası Yayınlandı

Ufuklarımın Manastırı

Süryanice Kitap: Savaşın ve Umudun Tesellisi

Kadim Halk Süryanilerden Şlomo

Keldaniler ve Diyarbakır

Soğan Kabukları ve Adıyaman'ın Öteki Tarihi

İstanbul Süryanilerine Bakış:Mazlum ve Makul

hepsi

Süryani Dili

Süryanilerde Tiyatro ve Sinema

Süryanilerde Popüler Müzik

Süryanilerin Müzikal Çığlığı

Süryanilerde Kilise Müziği

Süryanilerde Halk Oyunları

Süryanilerde Ölüm Gelenekleri

Diyarbakır'da Geleneksel Bir Meslek Puşicilik

Turabdin'de Siboro Geleneği

Süryanilerin Yüzyıllardır Yaşattığı Sanat: Telkari

Şarabın Süryani Ustaları

Süryanilerde Paskalya Bayramı ve Hazırlıklar

Kaybolan Bir Süryani Sanatı: Basmacılık

Süryani Geleneğinde Noel (Yaldo) Bayramı

Bir Süryani Geleneği : Hano Kritho

Taştan Çıkan Beyaz Çorba: Gabula

Turabdinin Temel Yemeği Bulgur

Babağannuç

Yemek Tarifleri

 
 
/ BU TOPRAĞIN MASALLARI
Pek çok kutsal metne göre; önce “söz” vardır: Örneğin, Musa'nın Birinci Kitabı'na göre, evren ve evrendeki her şey Tanrı'nın “söz”üyle başlamıştır:

Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allahın ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu. Ve Allah dedi: Işık olsun; ve ışık oldu. Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü; ve Allah ışığı karanlıktan ayırdı. Ve Allah ışığa Gündüz, ve karanlığa Gece dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu, bir gün...11

Kutsal metinlerde Tanrı'nın evreni ve insanı var eden ilk eyleminin ürünü olarak gösterilen “söz”; insanın insandan uzak düşmediği zamanlarda , söyleyenle dinleyen arasında o anda paylaşılır, hayatın ortaklığından dolayı her iki taraf için de aynı biçimde anlaşılırdı. Söz, bu yanıyla gerçekti. Sözün zenginleşmesi dinleyenin kendi duygularını bu söze ekleyerek, karşısındakine ya da yeni dinleyicilere aktarmasıyla gerçekleşirdi. Söze dayalı insan ilişkisi eşitlik içinde yürür; insanı insana bağımlı kılmazdı. İşte bu nedenle, söz “kelâm”dı ; yani “tanrı sözü”ydü.2
Toplumbilimcilerin “sözlü kültür dönemi” olarak adlandırdıkları insanlığın ilk ama en uzun döneminde, belleğin en önemli aktarım aracı “söz”dü. İnsanın doğayla ve “biz” olarak benimsediği diğer insanlarla kurduğu eşitlikçi ilişki, insan iletişiminde ilk önemli temel tarz olan “diyalog”u doğurmuştu. Diyalog, yüz yüzedir; göze, ağıza ve kulağa bağımlıdır. Ancak, ekonomik yaşamda artı değerin ortaya çıkması ve bu değerin kontrolü üzerinde mücadelelerin başlaması; toplum içinde statü farklarının oluşmasına yol açtı. Toplumdaki herkes arasında kurulmuş olan “diyalog”, benzer sosyal statüdekiler arasına çekilmiş; böylece, farklı sosyal statüdekiler arasında bir “monolog”a dönüşmüş oldu.3
Eşitlikçi ilişkinin “söz ustaları” belleklerindeki deneyim ve bilgileri “eşitlikçi” bir biçimde insandan insana ya da kuşaktan kuşağa aktarırlardı. Masallar da, bu eşitlikçi ilişkide toplumsal belleğin bir parçasıydı. Sözlü kültürü yaşamakta olan (ya da henüz bütünüyle terk etmemiş olan) toplumlar, masalları kuşaktan kuşağa aktardılar..
Kim bilir kaçımız, masallarla büyüdü. Şimdilerde, belleğimizin o kuytu köşelerinde unutulmayı bekleyen masallarla... İnanılmaz kahramanların, inanılmaz olayları gerçekleştirdiği masallarla... Masalları dinlerken gözlerimiz devlerin, cinlerin, cadı karıların korkusuyla usul usul kapanır; ayın on dördüne benzeyen peri kızları yüreğimize soğuk su serperdi. Belki de, uykumuzu bu iyi yürekli peri kızlarına borçluyduk. Büyüdük... Ve kirlendi dünya...

Çünkü “sözlü kültür”den “yazılı kültür”e geçmeyi bir türlü beceremedik ama kimi bilim adamlarının “ikinci sözlü kültür” diye adlandırdıkları “elektronik kültür”e balıklama atladık.
Bu sentetik dünya, masalları unutturdu bize... Çünkü masallar artık anlatılan değil, yaşanan “gerçek”lere dönüştü. Göğü delen ve bizi bin türlü tehlikeden koruma(ma) iddiası taşıyan çok katlı sosyal silolarımızın içinde, mavisini yitirmiş gökyüzü ile yeşilini yitirmiş yeryüzü arasında yeni devler, yeni cinler, yeni kocakarılarla tanıştık. Bir zamanlar eşitlikçi insan ilişkisinin aktarım aracı olan söz “diyalog” olmaktan çıktı, adeta damarlarımıza zerk edilen bir “monolog”a dönüştü. Yanı başımızdaki “söz ustaları”nın yüreğimize korku ya da umudu taşıyan sözleri uçup gitti... Ekranlarda boy gösteren “elektronik beyler”, bize şimdi başka masallar anlatıyorlar: rakiplerimizin gözünü oyarak birinci, en birinci, en daha birinci olacağımız “sevda” masallarını...
Geçmişimizden ve geleceğimizden kopartılmaya çalışıldığımız böylesine sentetik bir dünyada, Recep S. Tatar'ın, Su Yayınları tarafından yayınlanan “Bu Toprağın Masalları” başlıklı masal derlemesi, bütün heybetiyle bir meçhul asker anıtı gibi karşımızda yükseliyor. Bizi, belleksizliğin ve unutkanlığın neredeyse meziyet sayıldığı günümüzün “monolog”cu dünyasından bir zamanların “diyalog”cu dünyasına davet ediyor.

Bu Toprağın Masalları” nda, “yazılı” hale getirilerek zamana yenilmekten kurtarılmış olan 48 masal yer alıyor. Derlemenin ilginç ve önemli yanlarından biri ise, kitaptaki masalların Anadolu'da yaşayan halkların hiçbirini diğerine üstün tutmaksızın bir araya getirmiş olması: Ermeni, Hemşinli, Azeri, Kazak, Özbek, Türkmen, Terekeme ve Tatarlardan birer; Çingenelerden iki; Rum, Süryani ve Lazlardan üçer; Gürcü ve Yahudilerden dörder; Arap, Kürt ve Türklerden beşer; Çerkeslerden ise altı masal var kitapta. “Son Söz ve Teşekkür” bölümüne düşülen not ise oldukça anlamlı: “Bu çalışmada bazı etnik yapıların masalları yok; dolayısıyla bu proje yayınevimiz açısından tamamlanmış değildir. Ulaşamadığımız etnik toplulukların bizlere ulaşmaları temennisiyle...” (s.227)
Derlemedeki ilk masal, nazım nitelikte yazılmış bir Ermeni masalı olan Bir Damla Bal. Hovhannes Tumanyan (1869-1923) tarafından yazılmış/derlenmiş olan bu masal, bizi barış içinde bir arada yaşayacağımız bir dünyaya davet ediyor: Masala göre yoksul bir çoban, bir dükkâna bal almaya gelir. Balı alırken bir damla bal yere süzülür. Aç bir sinek bala doğru uçar. Ancak dükkâncının kedisi sineği pençesiyle yere indirir. Çobanın köpeği de kediyi. Dükkâncı kudurur bu kez, o da köpeği serer yere. Çoban durur mu, o da dükkâncıyı. Dükkâncının ne kadar hısımı-akrabası varsa toplanır, öldürürler çobanı. Çobanın köylüleri toplanır bu kez. İki köy savaşır. İki köyün savaşıyla da bitmez öykü. Çünkü bu iki köyün halkı iki ayrı krala vergi verdiğinden, bu kez de iki krallık girer birbirine...

Ve korkunç bir savaş başlar
Dumanlar, yıkıntılar,
Kan gözyaşı, inilti ve feryat
Ne köy kaldı ne konak.
(...) Ve geride kalanlar
Korku içinde sorup durdular
Neden başladı bu kavga?
Bu büyük felaket nereden geldi başımıza? (s.9-15)

Kitaptaki masallar, daha önce derlenmiş ve yazıya geçirilmiş masallar. Recep S. Tatar, değişik kaynaklarda yer alan bu masalları bir araya getirmiş. Anadolu coğrafyasının kültürel zenginliği ve etnik çeşitliliği barışçı bir biçimde sayfalardan okurlara gülümsüyor.

Süryani kültüründen de üç masal yer alıyor kitapta:
Abgar Garis'in derlediği Yako Çobanmasalında zenginliğini acımasızlık üzerine kuranların mezara girecekleri ve Ceza Meleği'ne hesap verecekleri zaman bile acımasızlık ve kurnazlığı kullanacakları ve yerlerine başka birini, Yako Çoban gibi zavallıları mezara koymaya çalışacakları anlatılmaktadır. (s.37-40)
Erdaş Havşo'nun derlediği, Şimon Taştekin'in Türkçe'ye çevirdiği Küçük Kız ve Tırtımenimasalında ise, herafrufe4 toplamaya giden ve bir tırtımeni5 tarafından kaçırılan bir genç kız anlatılmaktadır. Zorla yer altındaki bir mağaraya kapatılan kız, Tırtımeni tarafından hamile bırakılır. İkiz çocukları olur ve bu çocuklardan birine İsa diğerine de Musa adı verilir. Yıllarca toprak altında yaşayan bu kız, bir gün mağaranın yakınlarında koyunlarını otlatan bir çobanın kaval sesini duyar ve kendi sesini ona duyurmayı başarır. Köy halkı elbirliğiyle kızı yeraltından ve Tırtımeni'nin elinden kurtarır. Çocuklar da tıpkı babaları gibi boynuzlu ve korkunç görünüşlüdür. Köylüler çocukların ikisini de oracıkta öldürürler.(s.41-44)
Yaşlı Kadın ve Küçük Kuşmasalı ise Malfono Lahdo Barınç tarafından derlenmiş ve yine Şimon Taştekin tarafından Türkçe'ye çevrilmiş. Masalda, ekmek yapmak için tandırını bir türlü tutuşturamayan yaşlı bir kadına yardım eden ama bu yardımı ikide bir dile getirip insanları zor durumda bırakan bir kuşun ne tür kötülüklere yol açtığı; ama sonuçta adaletin nasıl yerini bulduğu anlatılmaktadır. (s.45-47)
Türk'ü, Türkmen'i, Azeri'si, Çerkes'i, Rum'u, Yahudi'si, Süryani'si, Çingene'si, Kürt'ü, Laz'ıyla Anadolu'nun sözlü kültürünün zenginliğini derleyenlerin ürünü olan “Bu Toprağın Masalları” okurların ilgisini bekliyor. Her ne kadar biz büyüdük ve dünya kirlendiyse de, inanıyorum ki, iyi yürekli peri kızları henüz her birimizin yüreğinin bir köşesinde mışıl mışıl uyuyor. Onları daldıkları derin uykudan uyandırıp yaşamımıza katmak aklımıza ve becerimize kalmış... Masallarda anlatılan “onlar”ın bizler olduğunu unutmadan, kalbimizi bu derin uykudan uyandırabilir; belleğimize ve sözün eşitlikçi dünyasına, bir başka deyişle “diyalog”a sahip çıkabiliriz.

Kerevetine de, kim isterse, o çıksın...

YAZAN: Hakan AYTEKİN , Maltepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi

1 “Tekvin” (1: 1-6), Kitabı Mukaddes .
2
Sema Özer, İletişim Açısından Toplumsal Bellek ve Roman , Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, Mayıs 2001, s.1-2.
3
İrfan Erdoğan, “Eski Çağlar ve İlk İmparatorluklardaki İletişim Biçimleri” , Kültür ve İletişim , sayı: 1999/2 Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Mezunları Vakfı Yayını, Ankara, s.24-27.
4 Herafrufe
( tekil hali herafrufo ): Turabdin'de yemek amacıyla toplanan yabani bir bitki.
5 “Tırtımeni” :
Boynuzları olan, canavar başlı, insan vücutlu büyük ve korkunç bir yaratık. Bazı masalarda bu yaratık “Avd” olarak da geçmektedir.

 
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım