Hakkari Beytüşşebablı Meryem Diril de, toprağında yaşamak ve öldüğünde oraya gömülmek, orada uyumak istiyor. Onunla geçen hafta Keldanilerin Paskalya’yı nasıl kutladığını konuşmak için sözleşmiştik, karşımıza hiç beklemediğimiz acılı bir hikâye çıktı.
İnsan çocukken duyduğu toprağın kokusuna hayrandır, farkına varsa da, varmasa da. Toprağa vatan der ve ruhu toprağına daima sadık kalır. Toprağın dili, dini, ırkı yoktur. Şartsız, karşılıksız, cömertçe, tüm insanlara kucak açar toprak, hepimizi doyurur, gün gelince hepimizi göğsünde uyutur. Bunun için toprağa ana, doğduğumuz yere vatan deriz. Ne mutlu, vatan dediği toprakta yaşayabilene, o toprakta uyuyabilene...
Meryem Diril de, toprağında yaşamak ve öldüğünde oraya gömülmek, orada uyumak istiyor. Onunla geçen hafta Keldanilerin Paskalya’yı nasıl kutladığını öğrenmek için konuşmuştuk, karşımıza hiç beklemediğimiz acılı bir hikâye çıktı. 20 yıl önce, Beytüşşebap’a bağlı bir Keldani köyü olan Mehri’den İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Meryem Hanım’dan köyünü ve göç hikâyesini dinledik. Onun dilinden aktarıyoruz.
Ben Meryem Diril. 57 yaşındayım ve Keldani’yim. 1993 yılına kadar Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Mehri (Kovankaya) köyünde yaşadım. Köyümüz yaklaşık 70 haneydi, hepimiz Keldani’ydik. Her bir ailenin altı-yedi, bazılarının daha fazla çocuğu vardı. Köyümüzde Müslüman yoktu. Ben ve eşim Apro, o köyde büyüyüp evlendik. O zamanlar çimento yoktu, evimizi taşlardan, kendimiz yaptık. Bizim oralarda herkes kendi evinin taşını taşır, evini yapar. 13 evladımız var, çoğu o köyde doğup büyüdü.
Kiliseye roket
Biz Keldaniler Katolik mezhebine bağlıyız. Yedi çocuğumun vaftizini köyümüzde yaptık. Köyde iki kilisemiz vardı: Meryem Ana ve Marta Şimoni. İkisi de biz orada yaşadığımız sürece açıktı. Meryem Ana Kilisesi köyün içindeydi, her zaman gittiğimiz kilisemizdi. Marta Şimoni Kilisesi ise dağın içine oyulmuş, çok eski bir kaya kilisedir ve civar Kürt köyleri için de çok değerli ve kutsaldır. Bazı Kürt aileler hastalarını bu kiliseye getirir, Marta Şimoni’nin ona şifa vermesi için dua ederler.
Rivayete göre, tek tanrılı dinlerin yeni yayılmaya başladığı dönemde Marta adında bir kadın ve yedi oğlu Tanrı’nın buyruğu gereği domuz yemez ve Tanrı’ya tapınır. O dönemin kralı bunu duyar ve Marta ve oğullarını kendine tapınmaları ve domuz yemeleri için zorlar. Emre itaat etmedikleri için, Marta’nın oğullarının kafaları, onun gözünün önünde kesilir. Marta onların göğe doğru bir merdivenden meleklerle ilerlediğini görür ve daha sonra kendi kafası da kesilir. Bizim köyden bazıları bu kilisenin yanına ev yapmak istedi. Ev yapmak için taş getirip kilisenin yakınına bıraktılar. Ne kadar taş getirdilerse, sabah taşları aldıkları yere geri konmuş buldular. Anladık ki bu kiliseye dokunmamalıyız, yakınına ev yapmamalıyız, çünkü Azize Marta bunu kabul etmiyor. Ama ne yazık ki 1993 yılında askerler bu kiliseye roket attılar. Güzelim kilise mahvoldu.
Mehri’de bayramlar
İki büyük bayramımız var. İlki, ‘Küçük Bayram’ adını verdiğimiz Noel, bizim dilde ‘Huel Maraşu Illu’; ikincisi ise, ‘Büyük Bayram’ adını verdiğimiz Paskalya, yani ‘Kımle Maraşu Illu’. Kiliselerimizdeki dil ve anadilimiz Aramice, İsa’nın ve Meryem Ana’nın dili. Köyümüzde hep Aramice konuşurduk. Paskalya’dan önce oruç tutar, 6,5 hafta hayvansal hiçbir şey yemeyiz. Büyük Oruç dönemi dışında da Çarşamba ve Cuma günleri arzu edenler oruç tutar. Ben Büyük Oruç döneminin ilk ve son haftasında tam oruç tutuyorum, diğer zamanlar ise Çarşamba ve Cuma günleri orucum. Köyümüzdeyken çoğumuz birlikte oruç tutar, bazen birbirimizin evinde oruç açardık. Bayrama hazırlıklarımızı birlikte yapardık. Çok eskiden köyümüzde papaz yoktu. Bayramlarda, kiliselerimizde ayin yapması için başka köylerden papaz davet ederdik. O zamanlar Herbole, Işşi ve Baznaye köylerinde Keldaniler yaşardı. Sadece Baznaye’de bir Müslüman aile vardı. Sonraları Herbole’den bir papaz, ailesiyle birlikte bizim köyde yaşamaya başladı.
Aziz Simon Günü dediğimiz bayramımızda kilisede ayin yapıldıktan sonra, herkes elindeki mumu kiliseden eve, söndürmeden götürmeye, ocağına taşımaya çalışırdı.
Büyük Oruç döneminin son perşembesi (İsa’nın ele verildiği gün) bizim için çok önemlidir. Köyde bulunan hemen herkes o gün kiliseye gider, komünyon alırdı. Cumartesi akşamı da kilisedeki büyük ayine katılırdık. Bayram sabahı ayinden sonra erkeklerimiz daha eve dönmeden ev ev dolaşıp bayramlaşırdı. Bizim köyde, bayramda tek bir evde toplanır, tek bir masa açarız. O sene kimin gönlünden geçmişse, gün evvelinden bizi evine davet ederdi. Hepimiz onun evinde toplanır, aynı sofraya otururduk.
Köyde hayvanlarımız boldu. Her bayram kuzu veya koyun kesip haşlama ve kavurma yapardık. Bayram yemeklerimizin başını keşkek çekerdi, bayram sabahı koyun etinden hazırlanırdı. Zeytinyağlı pazı dolması, yaprak sarması da yapılırdı. Arpamız, yarmamız, buğdayımız, mısırımız boldu. Bulgur pilavı soframızdan eksik olmazdı. Yoğurdumuzun, kaymağımızın, peynirimizin tadına doyum olmazdı. Yoğurt kurutur, onunla çorba yapardık. Toprağımız verimliydi; kiraz, ceviz, elma, şeftali, nar, kayısı ağaçlarımız çoktu. Mevsim meyveleri de bayram sofralarımızın vazgeçilmeziydi.
Paskalya yapmayı İstanbul’a gelince öğrendik. Yumurtalarımızı renkli boyamazdık ama bayram zamanı birçok yumurta haşlardık, kapımıza gelen çocuklara bu yumurtaları verirdik. Bayram günü, genci, ihtiyarı, hepimiz yumurta tokuşturma oyunu oynardık. Kaybeden, diğerinin yumurtalarını alırdı. Likör yapmayı bilmezdik, sofralarımızda içki bulunmazdı. Çay, ayran, meşrubat ikram edilirdi misafire.
Köyümüzün adı Kovankaya’dır, çünkü arıcılıkla uğraşırız. En güzel bal kara kovan balıdır. Kovanları dağlardaki mağaraların içine kurarız. Arılar kışın uyur, yazın doğaya bırakılır.
Ateş düştüğü yeri yaktı
Köyü bırakıp buralara gelmeyi hiç istemedik ama mecbur bırakıldık. İki kez İstanbul’a göç ettik. Birincisinde askerler evlerimizi yaktı. Bir sene sonra köyümüze dönüp evlerimizi yeniden yaptık. Oğlum Zeki ve kuzeni Edip çalışmak için İstanbul’da kaldı. Bir sene sonra, 1993’ün Ekim ayında İstanbul’dan köye dönerken kayboldular. Yakınımızda bir Kürt köyü var. Eve gelmeden orada soluklanmışlar, amcalarıyla birlikte köy kahvesinde oturmuşlar. Yanlarında, bir senedir çalışıp biriktirdikleri paralar ve sözlenirlerse taksınlar diye altın söz zincirleri varmış. Kahveye korucular gelip oğlumu ve yeğenimi götürmüşler. Herkesin içinde onlara “Ermeni terörist” deyip işkence yapmışlar. Köylülerin dediğine göre, onları Uludere’de öldürüp cesetlerini helikopterden atmışlar. Cesetleri yok, kayıp. Keşke üzerine dua edebileceğim bir mezarı, kemikleri olsaydı oğlumun. Biz Ermeni değiliz. Terörist hiç değiliz. Oğullarımın silahla işi olmaz. Daha 14 yaşındaydı Zeki. Eşim, Cumartesi Annelerinin Galatasaray’daki oturma eylemine katılıyor. Ben giden gitti diyorum, ateş düştüğü yeri yaktı.
‘Telan’ın hikâyesi
1994’ün Temmuz ayında askerler köyümüzü çevreleyip, orayı terk etmemiz için bize dört gün müddet verdiler. Bu sefer köyümüzü terk etmedik, evlerimizden çıkmadık. Dördüncü günün sonunda evlerimizi ve kiliselerimizi yaktılar. Küçükbaş hayvanlarımız telef oldu. Kovanlarımızı Marta Şimoni Kilisesi’nin bulunduğu kayanın yukarısındaki mağaralara koymuştuk. Askerler onları mağaradan çıkarıp dağdan aşağı fırlattılar, arılarımız telef oldu. Koyunlarımızı civar köylere yok pahasına sattık. Evlerimiz, içindeki eşyalarımız ve erzakımızla birlikte yandı. İki katırımızın ve bir eşeğimizin üzerine ne koyabildiysek, yükleyip köyümüzden göçtük. Ceviz Ağaç köyüne sığındık.
Aynı yıl, kızım Heylaney doğdu. Oğlum Zeki ölmüştü, malımız, mülkümüz elimizden gitmişti, evsiz kalmıştık. Heylaney’e ismiyle hitap etmedik, ‘Telan’ dedik, çünkü o sene hayatımız talan olmuştu. Bir sene orada durup durumumuzu biraz düzelttikten sonra İstanbul’a göç ettik.
Hayat, köye dönmek demek
Eskiden köyümüzün yakınında bir Ermeni köyü varmış. Bize sadece “Burada eskiden Ermeniler yaşardı, burası Ermeni toprağı” dendi. Oradaki taşların, kayaların üzerinde Ermenice yazılar var. Biz, sadece taşların üzerinde adımız kalsın istemiyoruz.
Ben köyüme dönmek ve annem, babam, kayınvalidem gibi, oradaki aile mezarlığımızda gömülmek istiyorum. Mezarlığımıza, kilisemize gidip dua etmek istiyorum. Amcam geçen yaz köye gitti. Marta Şimoni Kilisesi’nin kapısı yokmuş, onu yaptırdı. Bu sene eşim de gidip kiliselerin onarımı için yardım edecek. Ben köyde yaşamak istiyorum ama başlarına bir şey gelir diye, çocuklarımı köye götürmeye korkuyorum. Devletten köyümüze yol yapmasını istiyoruz, bunun için dava açtık. Ama halen orada yaşamamıza izin vermiyorlar. Oysa benim için hayat, köyüme gidip kilisemde dua etmektir. Bunu anlamıyorlar.
Kaynak: Agos Gazetesi, Lusyen Kopar ; Fotoğraflar: Berege Arabian
Güncelleme Tarihi: 8 Nisan 2013