Yaklaşık otuz yıl önce İdil’de çekilen, on sekiz Süryani’nin yer aldığı fotoğraftaki kişilerin izini süren 'An' belgeseli izleyicilerle buluştu. Belgeseli, yönetmen Hakan Aytekin ve yapımcı Özcan Geçer ile konuştuk.
Geçtiğimiz hafta sonu Kınalıada’da tatlı bir telaş vardı. Vapurlar, tekneler İstanbul tarafından gelen yolcuları harıl harıl Kınalıada’ya taşıdı. Akşamüstü serinliğinde güzelim Marmara dalgalarına karşı son kahveler de içildikten sonra Karagözyan Derneği Dinlenme Kampı’na doğru yola çıkıldı. Toplanma nedenimiz Yaklaşık otuz yıl önce İdil’de çekilen, on sekiz Süryani’nin yer aldığı fotoğraftaki kişilerin izini sürmekti. ‘An’ belgeselini yönetmen Hakan Aytekin ve yapımcı Özcan Geçer ile konuştuk.
“An” belgesel filminde yurtdışına göçmek zorunda kalmış, on altı Süryani’nin hayat hikâyesinden bir kesit izliyoruz. Bu belgeseli yapma düşüncesi nasıl oluştu?
Hakan Aytekin: Yaklaşık yirmi yıldır Süryani kültürü üzerine çalışan bir belgeselciyim. Genel olarak bu halkı ve kültürü, kültürel bir unsur olarak Süryanice’yi anlatan iki film yaptıktan sonra bir diaspora öyküsüyle üçlemeyi tamamlamak istiyordum. O da bir gece tesadüfle çıktı karşıma. Facebook’ta fotoğraftaki gençlerden Ferit Sağ’ın o fotoğrafı paylaştığı an bu filme karar verdim. Fotoğrafın çekilmesi gibi bir karar oldu, anlık bir karar… “Acaba bu fotoğraf anından geriye ne kaldı?” sorusunun peşine düştüm. Tarih acaba aradan geçen ‘an’larla yeniden kurulabilir mi, diye iki yıl süren bir yapım süreci sonunda üçleme tamamlandı.
Belgesel için uzun zaman boyunca Almanya ve İsviçre’de bulundunuz. Oradaki Süryanilerin koşulları, sosyal durumları hakkında izlenimlerinizi aktarır mısınız? Ne gibi tepkiler aldınız?
H.A: Yurt dışına göçen Süryaniler yeni yurtlarında daha yüksek bir yaşam standardını ve kendini özgür hissetme şansını yakalamış durumda. Çoğunun orta sınıfa yakın olduğunu söyleyebilirim. Bağımsız işletmeleri olanlar kadar, emeğini satarak yaşayanlar da genel olarak Türkiye’deki yaşam standartlarından daha iyi durumdalar. Din ve dil özgürlüğü, kimliklerini sergilemekten korkmamaları onları daha güvende hissettiriyor. Kendileri oraya gittikten sonra eğitim olanaklarından çok yararlanamamışlarsa da hepsi çocuklarını okutuyor, akademik bakış çoğunda bir hedef. Okurken çalışmak gibi bir yolu da çocuklarına benimsetmiş durumdalar. Kültürel olarak da iki kültürlüler, giderek sönen Süryani kültüründen çok yeni ülke kültürü daha belirginleşmiş durumda.
‘ÖTEKİ’NİN VARLIĞI BÜTÜN KİMLİKLERİN KURUCU ÖGESİ…
Güneydoğu’da Süryani olmakla, Avrupa’da Süryani olmayı karşılaştırsanız neler söyleyebilirsiniz?
H.A: Her ikisi de bir yanılsama. Birinin varlığı diğerinin yokluğuyla hem iç-içe, hem çatışıyor. Hem diğeri gibi olma isteği, hem bu durumu reddetme refleksi… Zor bir durum.
Süryaniler’i göç ettiren nedenler ortadan kalktı mı? Bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye kalan Süryaniler geleceğini nasıl görüyor?
H.A: Nedenlerin ortadan kalkması için Türkiye’de zihniyetlerin değişmesi lazım. Ne yazık ki ‘öteki’nin varlığı bütün kimliklerin kurucu ögesi. Bir arada olabilme becerisi ancak zihinlerin gelişmesiyle ve devletin güvencesiyle mümkün. Günümüzde bu durum tersine yürüyor. Neredeyse göçecek Süryani de kalmadı Türkiye’de. Son otuz yılda Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan Süryani nüfusu % 95 oranında düştü. Büyük kentlerde yaşayan Süryanilerde ise kimlik meselesi ve kimliği sürdürme becerisi çok belirgin değil.
Görüşme yaptığınız kişiler farklı mekânlara dağılsa da ortak noktaları yurt hasreti. İkinci kuşakta bu durum nasıldı? Onlar babalarının, annelerinin doğduğu yeri merak ediyor mu? Kuşaklar arasında gözlemlediğiniz ne gibi farklılıklar var?
H.A: İkinci kuşaktan kimileri sadece merak ediyor. Birinci kuşağın deneyimlerini bir uzak ülke masalı biçiminde algılıyorlar. Ana-babaların anlatıları da bu yönde zaten. Çünkü onların da geri dönme özlemleri olsa bile dönememe gerçeği özlemlerinden daha önde. İkinci kuşak kaçınılmaz olarak doğdukları yere benziyor, yaşadıkları yerin gerçeği onları da şekillendiriyor. Küçük çocukların merakı masalsı, ergenlik dönemindekiler ise kimliklerinin bir parçasını bu topraklarda bulma umuduyla, organize turlarla geliyor, görüyor ve dönüyorlar. O kadar…
“An” belgeselinizle Ankara Uluslararası Film Festivali’nde finalde yer aldınız. Daha önce de pek çok festivalde filminiz gösterildi. Bu durum yeni projeler açısından motivasyonunuzu etkiledi mi?
H.A: Belgesel filmlerin seyirciye ulaşacağı çok ortam yok. Festivaller bu anlamda önemli. Filmleri izlensin diye yapıyoruz, bu yanıyla motive ediyor festivaller. Hele izleyiciyle birlikte aynı salonu paylaşmak, onlardan gelen soru, öneri ve eleştirileri dinlemek çok yol gösterici. Belgeselimiz Ankara’dan önce Haziran ayında Uluslararası Göç Filmleri Festivali’nde seçilip salgın koşullarından ötürü online gösterimle sunulmuştu. Eylül’ün ilk haftasında başlayacak Ankara Festivali’nin ardından yine Eylül sonuna doğru yapılması planlanan İzmir Uluslararası Mülteci Film Festivali’yle de İzmirli sanatseverlere ulaşmayı umuyoruz.
‘An’ sizin için ne ifade ediyor?
H.A: ‘An’ gerçekleştiği anda kaybolan, hemen geçmişe dönüşen bir mefhum. Çünkü şimdiyi yaşıyoruz. O andan şu ana kadar birçok ‘an’ geçmişin bir parçası oluyor. Önemli olan geçmişi şimdiye bağlamak ve geleceğe bu deneyimlerle bakabilmek… Anlık olsa da…
3 ÜLKE, 12 ŞEHİR, 6 BİN KİLOMETRE YOL…
Çekim sürecinde neler yaşadınız?
Özcan Geçer: Oldukça plânlı gitmesi gereken zorlu proje sürecinde, ana hatlar olarak Almanya’da Frankfurt, Ştutgart, Mannheim, Leonberg, Nagold, Pfullendorf ve İsviçre’de İtalya sınırına kadar Zürih, Kreuzlingen, Baden, Lugano şehirleri olmak üzere toplam yaklaşık 5000 km yol katedildi. Türkiye çekimlerinde de üç ayrı mevsimde İdil ve Nusaybin ziyaretleriyle bin km yol yapılıp röportajlar ve genel çekimler gerçekleştirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Maltepe Üniversitesi, AB Sivil Düşün Programı, EED, Albert Sevinç Vakfı, Mor Afrem Vakfı, Süryaniler.com platformu gibi kurumlar ve katkı sağlayan gönüllü bireyler tarafından hayata geçen “An” projesi, çalışmamıza inananların maddi manevi destekleri ile tam bir sivil inisiyatif girişimiyle meydana gelmiştir. Türkiye’de ekonomik şartların zor olduğu bir konjonktürde desteği esirgemeyen tüm birey ve kurumlara yeri gelmişken teşekkür etmeyi borç biliriz.
Belgeseli çekmekle neyi hedeflediniz?
Ö.G.: Süryani özelinden göçe evrensel bir perspektiften bakmak… Etnik gruplara mensup kişilerin, göç deneyimi yaşayanların, yeni yaşam alanlarında kültürel asimilasyona uğrayanların, kültürel değerlerini unutmakla yüz-yüze kalanların bu belgesel filmi kendileriyle ve yaşam deneyimleriyle özdeşleştireceğine inanıyoruz. Bu çalışma kapsamında ortaya çıkarılacak olan film ve yayınlar aynı zamanda akademik alanda da önemli bir veri kaynağı olacaktır. Ulusal ve uluslararası festivaller, sempozyumlara katılımlarımızla da özelde Süryani göçünü aktarırken genelde göç kavramına otuz yıllık süreçten bakarak, bu araştırmalara ışık olacak derinlikli, evrensel bir perspektifi sunmayı umuyoruz.
Geçmişin kuytu karanlıklarında kalan bu fotoğrafın izini sürmek ve bugünden geçmişe doğru bakmak; o ‘an’a tanıklık edenlerin o ‘an’ı nasıl anımsadıklarını, o ‘an’a bugünün ‘an’larını ekleyerek, gidenlerin öyküsünü kalanların öyküsüyle birleştirmek istiyoruz.
Kaynak: GAZETE DUVAR - BERKEN DÖNER Güncelleme Tarihi: 31 Ağustos 2020