Süryanilerin tarihine baktığımızda karşımıza iki dönem çıkmaktadır:
Putperest Süryaniler ve Hıristiyan Süryaniler.
Süryaniler Mesih İsa'dan önce putperest bir yaşam
sürmekteydiler. İsa'nın gelişiyle Hıristiyanlık, Kudüs'ten Antakya'ya oradan da
Mezopotamya'ya doğru hızla yayılmıştır. Hıristiyanlığın Mezopotamya'da yayıldığı
dönemlerde, bu bölgede yaşayan Süryaniler, bu yeni öğretiyi benimsemişler ve
böylece onlar için artık yeni bir dönem başlamıştır.
Süryaniler, M.S 37 yılında seçtiği
Hıristiyanlıkla birlikte kilise etrafında kurumsal bir kimlik
kazanmıştır.
Antakya'dan sonra kurulan Urfa
(Orhoy) Süryani Kilise'si ile bölgedeki bir
çok halk Hıristiyanlığın şemsiyesi altında bütünleşmiş, İsa Mesih'in öğretisi
etrafında yeni bir dünya düzeni oluşturulmuştur. Bu arada Hıristiyanlık da yerel
kültürlerin etkisiyle kültürel gelişimine devam etmiştir. Dönemin ve bölgenin
egemen gücü olan Roma imparatorluğu ve Bizans, Hıristiyanlık inancındaki etkin
rolünü 4. yüzyıldan itibaren ağırlıklı olarak hissettirmeye
başlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan kristolojik tartışmaların temelini,
İsa (Oğul) ve Tanrı (Baba) ilişkisi üzerine
oturan fikir ayrılıkları belirlemiştir. Daha sonraları doğu ile
batıyı, imparatorlukları ve kiliseleri birbirinden ayıracak olan bu teolojik
tartışmalardan en çok Süryaniler etkilenmiştir. Bu dönem içerisinde Süryaniler,
tarihçiler tarafından coğrafik olarak Batı ve Doğu Süryanileri olarak
isimlendirilmişlerdir. Batı Süryanileri coğrafi olarak
Diyarbakır, Antakya, Maraş, Urfa, Mardin, Midyat ve Nusaybin ve Suriye'de
yaşayanları; Doğu Süryanileri ise İran, Irak ve Hindistan
coğrafyasında yaşayanları tanımlamak için kullanılıyordu.
Bir
birlik anlayışı içerisinde faaliyetlerini sürdüren Batı
Süryanileri ile Doğu Süryanilerinin birbirinden
ayrılmasında, M.S 451 yılında toplanan Kalkedon
(Kadıköy) Konsilinin önemli bir rolü vardır. Süryani kilisesi, Kalkedon
iman ilkelerini kabul etmeyerek İstanbul Kilisesi'yle ilişkilerini kesmiştir. Bu
ayrılıkta en önemli neden, Bizans'ın, Doğu'da Süryaniler tarafından kurulan
kiliselere kendi görüşlerini empoze etmeye çalışmasıdır. Bu konsil'de öne çıkan
isim ise Süryani asıllı olan ve konsil esnasında Bizans Kilise'sinin patriği
olan Mor (Aziz) Nastur'dur.
Mor Nastur ya da Süryanice'deki adı ile Mor
Barsawmo, M.S 380 yılında Maraş'ta Batı Süryani anne ve babadan dünyaya
geldi. Yüksek okul eğitimini Antakya Akademisi´nde aldı. Bu
akademi Elen felsefesinin etkisi altında bir felsefe okuluydu. Mor Nastur´un iki
onemli yardımcısı Süryani Malfoneleri (Öğretmen) Mor Teodor ve Mor Diyodor´du.
Her ikisi de iyi filozoflardı ve Mor Nastur'un daha sonra
tartışmaya açtığı İsa'nin doğasi konusunu bu hocaların yanında
öğrendi. Bu ve buna benzer teoriler Antakya Akademisinde çok uzun bir süreden
beri tartışılan, araştırılan ve incelenen konulardı. Ama daha sonraları
İstanbul'da ki Bizans Kilisesi´ne patrik atanmasından sonra bu görüşlere yeniden
el atmıştır. Bilinenlerin aksine Mor Nastur hiç bir zaman Doğu
Süryani Kilisesi'nin ruhbanlık hiyerarşisinde yer almamıştır.
Sadece bu ayrılıklıklarda etkili bir isim olmuştur.
Mor Nastur'dan önce
bir çok Süryani bilge, Bizans otoriteleri tarafından sindirilmiştir. Mor
Nastur´a da aynı sindirmeler yapılmak istendiği anda, Doğu Süryanileri
protesto seslerini hemen yaşama soktular. Bu protestolar nedeniyle de Mor Nastur
sürgün olarak çeşitli yerlere yollanır. Onun savunan herkese
"Nasturi" damgası vurulur. Bu yetmiyormuş gibi,
Nasturi diye lanse edilenlere, İsa´yı inkar anlamında, İsa'yi
küçük düşüren "Çift doğa" yanlısı da ekleniyordu. Doğu
Süryanileri üzerindeki baskılar Mor Nastur´dan sonra da uzun
yıllar devam etmiştir. Bu anlaşmazlıkta Mor Nastur‘un görüşlerini benimseyen
Süryaniler, tarihte "NASTURİLER" ismiyle anılmaya başlandı.
19. Yüzyılda Nasturi Kilisesi ismini Doğu Asuri
Kilisesi olarak değiştirmiştir. Bu arada Batı
Süryanileri olarak adlandırılan Antakya Süryani Kilisesi
de, bu dönemde yaşadığı baskılar sonucu yok olma tehlikesi geçiriyordu.
Yok olma noktasına gelen Batı Süryanilerini Yakup
Burdono isimli genç bir Süryani rahip toparlamıştır.
578 yılında ölen Burdono, Urhoy'da (URFA) 543'de ayrı bir
kilise örgütlenmesine gitmiştir. Yaşadığı dönemde 27 rahip ve yüzlerce papaz
yetiştirmiş ve resmetmiştir. Bu kilise de anti-Kalkedoncu
olarak bilinmiştir. Kilisenin adı daha sonraları Bizans otoriteleri tarafından
küçümseyici anlamda Yakubiler adı ile tanıtılmıştır.
(Günümüzdeki SÜRYANİ
ORTODOKSLAR).
Ayrıca bu konsil sonrasında
bir grup Süryani de Bizans İmparatoru
Markian‘ın yapabileceği baskı ve zulüm
uygulamalarından korkup Kadıköy Konsil'inin aldığı kararları
benimsemiştir. Bu Süryanilere de, konsilin
kararını benimsemeyen Süryaniler tarafından "MALKOYE MELKİT (Melkitler)" denilmiştir. Bu
isim Süryanice de "Kralın Yandaşları" anlamına gelmektedir.
Uzun bir süre Bizans kilisesinin şemsiyesi altında Süryanice liturjik dille
devam ettiler. Arap istilalarından sonra Bizans kilisesinden ayrıldılar.
Dillerini daha sonraları Süryanice'den Arapça'ya çevirdiler. Bu topluluk
günümüzde Rum Ortodoks adıyla anılmaktadır.
Malkoye
Melkit (Melkitler) adı verilen bu topluluk içerisinde
M.S. VII. Yüzyıl‘da bir bölünme daha yaşanmıştır. Başını Aziz
Maro'nun çektiği Lübnan‘daki Mor Marun Manastırı rahipleri ', Melkit
Patriği Maksimus‘un savunduğu dini teorik -itikadi- görüşle ters
düştüler ve "MARONİT PATRİKLİĞİ" adı verilen bağımsız bir
patriklik kurdular. Bu patrikliğe bağlı insanlar MARUNİLER olarak
anılmaya başlandılar. Bu Patriklik 13.Yüzyıl‘da Papalığa bağlandı. Diğer yandan
Rum Ortodoks (Melkit) Kilisesi bireylerinden bir bölümü başka
bir anlaşmazlık yüzünden Roma Papalık Kürsüsü‘ne bağlandılar. Bu topluluk,
1724 yılında "Rum Katolik" ismiyle,
kendilerine ait bir Patriklik Merkezi kurdular.
1445 yılında Nasturilik‘ten
kopan ve çeşitli nedenlerden dolayı Papalığa bağlanan Kıbrıs Nasturi
Metropoliti Timotheos ve onunla birlikte hareket eden kalabalık kitle,
Papa IV. Evgin tarafından "Keldani" adıyla
nitelenmiştir. Bu şekilde Nasturilik‘ten kopup Katolik inancı benimseyenlerden
oluşan bu kilise, "KELDANİ KİLİSESİ" olarak
adlandırılmıştır. Bu kiliseye bağlı Süryanilere de KELDANİLER
denilmiştir.
Antakya Süryani Kilisesi, 18. Yüzyıl içerisinde bir
bölünmeye daha sahne oldu. Episkopos Mihael Carve‘nin
önderliğini yaptığı bir grup Süryani, Papalığa bağlandı ve "SÜRYANİ KATOLİK" ismi
altında bir Patriklik Merkezi kurdu. Aslında bu bölünmenin sancıları çok daha
önceden başlamıştı. 1626 yılında Roma'da bulunan papalıkla dirsek temasına
başlayan ve papalığa bağlanma yolunu arayan bazı Süryaniler, 1667 yılında
yapılan patriklik seçiminde 2 adayın da eşit sayıda oy almasını bahane
göstererek bu bölünmeyi gerçek hayata taşıdılar. 1773 yılında
Süryani Katoliklik partikliği kurulmuştur. 19. asırda Protestan
misyonerlerinin (genelde Amerikalı ve İngiliz) Süryani bireyler arasında
yürüttüğü çalışmalar sonucunda bazı Süryaniler'den Protestanlığı
benimseyenler olur ve böylece SÜRYANİ PROTESTAN topluluğu da oluşur..
Protestanlık inancında ruhban sınıfı anlayışı olmadığı için bunların bağlı
bulunduğu bir patriklik merkezi yoktur. Turabdin yöresinde Süryani protestanlara
ait bir çok kilise bulunmaktadır. Fakat sayıları oldukça azdır.
Bu
bölünmelerden ayrı olarak islam dinine geçen Süryanilerin varlığından
bahsedilmektedir. Müslümanlığa geçen Süryaniler konusu gecmişte hiç
araştırılmadığı için kesin çizgilerle bir şeyler belirtmek biraz zordur. Adına
MHALMİ
denen bu insanların önemli bölümü etnik olarak Süryani
olabilirler. Mardin ve çevresindeki köylerde yaşayan
Mhalmi'lerin bugün tüm köylerinin adı
Süryanice'dir. Bu köylerde bugün cami ve mescide çevrilmiş bir
çok tapınma yeri eskiden kilise ve manastırdı. Bugüne kadar Süryanilik ve
hıristiyanlık adına yapılan bir çok gelenek aralarında devam etmektedir.
Mhalmi'lerle ilgili elimizdeki tek kaynak Patrik Mor Afrem'in
kaleme aldığı Turabdin Tarihi'dir. Burada
Mhalmi'ler din değiştirmesi üzerine verilen ilk tarih 1609'dur.
Bu topluluk geçmişte Süryani Ortodoks kilisesine bağlıydı.
Görüldüğü
gibi tarihleri boyunca Süryaniler dini ve siyasi tartışmalar yüzünden
devamlı bölünmelere uğramış ve başlangıçtaki etkinliklerini bu
ayrılıklarla kaybetmişlerdir .
Katkılarında dolayı
Sayın Jan Diarbakerli'ye
teşekkür ederiz.