Toprağından uzak yaşayan Süryanilerin hikayesi, yönetmen Özgür Oruç ve ekibi tarafından AVADA KADEVRA ismi ile beyaz perdeye yansıtılıyor. Daha önce sitemizde yer alan ve arkadaşımız Özcan Geçer'in
Yerli Yabancılar adlı yazısında geçen Avada Kadevra (Abra Kadabra) kelimesinden esinlenerek düşünülen bu çalışma için sitemizle iletişim kuran yönetmen Özgür Oruç ile belgesel çalışmaları hakkında konuştuk.
‘
’Süryaniler konusunda belgesel yapmak fikri nasıl oluştu?‘’
Anadolu ve Mezopotamya’nın kültürel zenginliği ile ilgili bir projeyi hayata geçirmeyi istiyorduk. Elbette, bakıldığında bu topraklardaki farklı kültürler ve farklı uygarlıkların çeşitliliğini ve zenginliklerini önce öğrenmek ve sonrasında da paylaşmak istedik. Ancak araştırmaya başlarken, mozaik olarak adlandırılan Anadolu ve Mezopotamya’nın renginin maalesef solmakta olduğunu gördük. İsveç’te yaptığımız görüşmelerde merak ettiğimiz noktalardan biri diasporada yaşamak zorunda kalan Süryanilerin kendilerini bir renk olarak nasıl tanımladığı ile ilgili bir soruydu:
“Sizce Süryaniler hangi renk?”
Aldığımız cevaplar şaşırtıcıydı. Şöyle düşünelim. Kendi vatanlarında sayıları çok çok azalan bir halk Süryaniler. Biz bu söyleşiyi yaparken bile şu anda; köyüne, toprağına, dağına, taşına, tarihine, kilisesine ve barışa özlem duyarken ölen insanlar var. Günümüzde başka topraklar üzerinde yaşamaya çalışan bir toplum. Sıcak memleketlerin; yazı yaz, kışı kış olan toprakların insanları. Şimdilerde ise; insanlar, bir yılın sekiz-dokuz ayının kış olduğu topraklarda yaşıyorlar. Bu insanlara, kendilerini hangi renge benzetiyorlar diye bir soru soruluyor. Cevaplamakta zorlanıyorlar, haklılar... Hangimiz böyle bir soruya cevap vermekte zorlanmayız ki. Cevap veren insanların gözlerinde parlayan ışık, ne yazık ki verdikleri cevaplara çoğunlukla yansımıyor.
Süryaniler için “solan bir renk” ya da “siyah” olduklarını söyleyenler oldu. Dünya kültür mirasına büyük katkılar yapmış bu halk, Shabo Aho’nun da dediği gibi bembeyaz Orkide çiçeği gibi. Evet, orkide güzel bir çiçek, ama bir bardak salep uğruna toplana toplana kalmadı bu topraklarda. Herhangi bir internet sayfasını açtığınızda Anadolu’da konuşulan, var olan kültürleri rakamsal değerlerle ve yer göstererek yazarlar. Ama gerçekliğe baktığınızda bunun böyle olmadığını, olsa bile zaman geçtikçe çok azalıp, zeminin kaymaya başladığını göreceksiniz. Evet, zenginlik var, ama kaybolmanın farkındalığı da yakıcı yüzünü gösteriyor. Aynı Ubıhça’yı bu topraklarda konuşan son insanın 90’lı yıllarda ölmesi gibi...Kaç Êzidi kaldı ki…Stockholm’de Sara Teyze şunları söylemişti: “Bizim burada ne işimiz var. Siz neden buralara geldiniz? Bu soğuk ülkeye! Evimizde de olabilirdik. Topraklarımızda da çekebilirdik bu filmi.”
Her insan farklı bir coğrafyayı vatan olarak kabul edebilir. Bir başka ülkede yaşamayı arzulayabilir, göç edebilir. Ancak, bir halkın gönülsüz bir şekilde topluca başka ülkelere gitmesi…Gidenler kadar kalanları da yaralamalı. Kalanlar yaralanmıyorsa vicdanlar kirlenmiş demektir. İsveç’te konuştuğumuz istisnasız herkes, gönülsüz bir ayrılmanın olduğunu kesin kez söyledi. Olumsuz şartların insanları göçe zorladığını, 70’li yıllardaki Kıbrıs süreci ile kaos ortamının son noktaya çıktığını belirtiler.
Yoksa Avrupa’ya çıkma gibi bir niyetlerinin olmadığını üzerine basa basa vurguladılar. Bunları düşününce bu filmi yapmakta haklı olduğumuzu düşündük. Tamamlandığında da Sara Teyze gibi binlerce insanın köyüne, toprağına olan hasretini seyirciyle paylaşmayı planlıyoruz. Kanunlar kadar zihniyetin değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu film gibi, herkesin kültürlerin, değerlerin, zenginliklerin kaybolmaması adına kendince bir şeyler yapmasını umuyoruz.
Çünkü küçük gibi görülen adımlar birleşince büyüyebiliyor. Avada Kadevra'yı en başından beri bu filmin adı olarak düşündük. Özcan Geçer'in Yerli Yabancılar adlı yazısı bizlere rehberlik etti. Bir söz düşünelim ki, o sözü yaratan insanlarla o söz dizisinin arasında büyük bir bağ olsun. Sanırım enderdir böyle bir durum. Her dilde kendine yer etmiş bir söz, Abra Kadabra. Yok edişle - yok edilmek istenenle ilgili bir şeyler çağrıştıran bir anlamı vardır. Birçok dil, bu söz dizisini çeviriye gerek duymadan benimsemiş. Bu söz insanlık için beynelmilel bir zenginlik olduğu kadar, çıkış yeri ve onu dünyaya kazandıranlar açısından da bizleri yakından ilgilendirmekte. Farklı teorilere göre; kelime anlamı “
SÖYLEDİĞİM GİBİ YOK OL” ya da “
SÖYLEDİĞİM GİBİ OL” anlamlarına gelen
ABRA KADABRA Süryanice kökenli bir söz. Genel anlamda şöyle bilinir: “
AVADA KADEVRA” Süryanilerin binlerce yıldır yaşadıkları bölge TURABDİN’de çok kısa bir zaman dilimi içinde, sanki bir sihirbazın “
ABRA KADABRA”sıyla yok olacak kadar azalmaları; bizleri bir ironi yapmaya yönlendiriyor. Bu sözü yaratanların günümüzdeki yansıması, yine o sözle bağlantılı…
‘’Belgeselde neyi amaçlıyorsunuz?’’
Amaçladığımız nokta, Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın bu kültürel çeşitliliğine ve canlılığına vurgu yapmak. Bu filmle birlikte bir farkındalık oluşması en büyük temennimiz. Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşayan insanların bu topraklar üzerinde var olan kültürleri tanıması en büyük arzumuz. İnsan tanımadığı şeye karşı düşmanlık duyar, insanlar tanımadıkları için düşman oluyorlar. Bize öğretilen şey hep homojenlik olmuştur. Aslında bunun böyle olmadığı aşikar.
İsveç’te bir sohbet sırasında sevgili Kenan Kerimo bir anısını paylaştı. Öğrencilik zamanında yanına sürgün edilen yeğenini, ortaokulda sınıf arkadaşlarıyla tanıştırırken sınıftakilerin şaşkınlığını tarif etmede zorlanıyor. Yeğeninin adı George. O öğrenciler George adında bir Süryani ile ilk kez karşılaşıyorlar. Ortalama bir Türk öğrencisi için tam travmalık bir durum. Alınan eğitim tekçi olunca, gerçek hayatında kanlı canlı bir başka kültürden insanla karşılaşınca sudan çıkmış bir balık gibi oluyoruz. Bu nasıl Türk! Hem de adı George! Burada travmayı yaşayan da sadece George olmuyor tabii ki. George’lar sadece televizyonda olmaz, bazen komşumuz, bazen sınıf arkadaşımız olur. Belki gönül verdiğimiz olur. Bahaneyle “Seni seviyorum”(*)un Süryanicesini de öğreniriz. Zenginlik bu değil de nedir?
Bir şey daha anlatayım. 2010 yılı içerisinde bir Mardin gezimizde, hep tekrar eden bir ses bizi kendisine doğru çekmişti. Dar sokaklardan ilerleyince kıpkırmızı kızgın bir demiri döven, gözlüklerinin üzerinden bakan bir demirciyle karşılaştık. Tanıştıktan sonra,“Süryaniler nerede?” diye sorduk. Dedi ki: “Onlar gitti.” ,“Nereye gittiler?”dedik. Birkaç ülke saydı: “Almanya, Fransa, İsveç… Avrupa…”, “Neden gittiler?” dediğimizde, kıvılcımlar saçan ocağın önünde yaptığımız sohbette şunu söyledi: “Aslında, biz onları rahat bırakmadık. Vallahi rahat bırakmadık.” Bu sözü uzun uzun düşünmek gerek. Düşünülmeden o kadar çok şey yapılmış ki bu topraklarda, o kadar çok kalp kırılmış ki, bu sözü gerçekten düşünmek gerek. O demirci, bugün Süryani halkının bu toprakları bırakıp gitmesinden rahatsız. Belki de çekicini her indirdiğinde o günlere dair anımsadığı bir olay geliyor aklına. Hiç değilse uykudan bir dakika önce bu sözleri tekrarlamak bizleri, vicdanımızı rahatlatacaktır. Bu sözleri Fehmi Bargello: “Eğer o demirci elli yıl önce böyle deseydi, biz buralara gelmezdik. Vatanımızda olurduk”diye yorumluyor. Arınmak mümkündür elbette.
‘’Belgeselin ilk ayağı olan İsveç’e gidişiniz ve oradaki çekim serüveninizi detaylarıyla paylaşır mısınız?’’
İsveç’te bulunduğunuz süre içerisinde bize desteklerini esirgemeyen herkese teşekkürü bir borç biliriz. Varlıkları bize kuvvet verdi. Özellikle Çenet Ailesi tanıştığımız güzel insanlardan. İsveç’teki dostlarımızın hiçbirinin desteği unutulacak gibi değil. Bizler İsveç’te olduğumuz süre zarfında olabildiğince çok insanla görüşmeyi istemiştik. Malmö’de kaldığımız süre içinde o bölgede yaşayan bireylerle de görüşmeyi arzuladık. Ancak bizle görüşmeyi Landskrona’da sadece bir aile kabul etti. Diğerlerinin görüşmek istememesindeki nedenin altında yatan durumları anlayabiliyoruz. Onların endişelerine ortak oluyoruz, empati yapmak da gerekiyor gerçekten. Hazırladığımız demo filmde de Behiye, 32 yıldır hissettiği özlemi, geri dönüş isteğini, barışa olan özlemini tüm kalbiyle dile getiriyor.
O gün, Behiye ve Şirin Teyze ile tanışmak için evlerine gittiğimizde bize kapıyı açan, yaşlı bir kadının hasretiydi aslında. Güçlü olmaya çalışan Behiye’nin annesi Şirin Teyze, sabah aldığı bir telefonla kız kardeşinin Avustralya’da vefat ettiğini öğrenmiş. O gün, bir halkın bir ailesinin bir yaşlı kadını bizlere daha tek bir kelime etmeden yaşlı gözleriyle insanların, ailelerin, bir halkın farklı farklı kıtalardaki parçalanmışlığını en derinden hissettirdi. Ne söylenebilir ki daha fazla…
İsveç’te istisnasız herkesin gözünde köylerinin, memleketlerinin özlemini görmek mümkün. Mardin’den, Midyat’tan, Qıllıt’tan ve diğer başka yerlerden konu açıldığında “Bizim oralarda…”diye başlayan cümleler bağların kopmasının çok da mümkün olmadığını ispatlar haldeydi. Bu istek, bu özlem filmimizi düşlerken ne kadar haklı olduğumuzu da ortaya koydu. Belgesel filmin ana teması tamamen hasret ve özlem üzerine. Eğer biz Avrupa’da bu hasreti göremeseydik, yıkılırdık. “Doğduğun yer değil, doyduğun yerdir vatan” cümlesinin geçerliliği de kalmıyor böylece. Yine Stockholm’de Sara Teyze; içindeki hasreti, özlemi, beraber yaşama isteğini defalarca tekrar tekrar söylerken, ellerini yukarıya kaldırarak yarım Türkçesiyle “Beraber…Hep beraber” diye kinden uzak, kardeşlik için Allah’a yakarıyordu.
Bu insanlara İsveç hükümetinin verdiği sosyal ve kültürel hakları görünce elbette sevindik. Ziyaretimiz sırasında eve gelen Sara’yla ilgilenen özel bakıcılar, görevliler 94 yaşındaki Sara’nın hayatını kolaylaştırmakta, ama aynı zamanda bizleri de şaşırtmaktaydılar. Ancak her toplumun, her kültürün kendi vatanında olması anlamlıdır. Sara’yla tekrar buluşabilmek ve gözlerindeki samimiyeti, yüreğindeki hasretti paylaşmayı istiyoruz. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın Yorgun Herakles’i Anadolu’ya – kendi yurduna – geri getirmek için verdiği mücadeleyi biliyoruz. Bu insanların yurtlarından binlerce kilometre uzakta toprak hasreti içinde olmaları, geri dönme istekleri göz ardı edilmemeli. Yorgun Herakles kırk yıl aradan sonra bedeninin diğer yarısına, bacaklarına kavuştu; ancak yurtlarına kavuşmayı bekleyen binlerce insan hasret içerisinde.
‘‘Belgeselin ikinci ayağını ne zaman tamamlamayı planlıyorsunuz ve orada neler yapmak istiyorsunuz?’’
İsveç’te Şubat ayında tamamladığımız çekimlere önümüzdeki dönemde de Mardin ve çevresinde devam etmek istiyoruz. Yurda döndüğümüzde, aklımıza gelip de İsveç’te çekemediğimiz, konuşamadığımız o kadar çok kişi olmuş ki, bunları düşününce hayıflanıyoruz. Şu aşamada önümüzde Mardin çekimleri duruyor. Planlamamızı bu yönde yapmaya çalışıyoruz. Böylece film bütünlüklü bir şekilde yol alacak. İsteğimiz filmi, doğal akışı içerisinde gerekli çekimleri yaparak tamamlamaktır. Bunun için de farklı tarihlerde farklı yerlerde çekim yapma düşüncemiz var. Tarihler çok kesin olmamakla birlikte aşağı yukarı böyle diyebiliriz.
‘’Aktarmak istedikleriniz, beklentileriniz?’’
Böylesine bir projenin maddi ve manevi katkılar sunulmadan yapılması önemli bir özveri gerektiriyor. Bu projenin arzuladığımız çerçevede tamamlanması için katkı sunabilecek herkesin desteğini bekliyor ve tanışmayı istiyoruz. Yorgun Sara’nın dediği gibi,“İsveç’te, bu soğuk ülkede ne işimiz var!” Belki Sara’yı topraklarında çekeriz. Evinde…
Umarız, suryaniler.com site ekibi olarak proje başlangıcından beri sağlamaya çalıştığımız desteği sürdürmeye devam ederiz. Sizlere kültürümüze dair göstermiş olduğunuz çaba için teşekkür ediyor , bu tür çalışmaların bir belge niteliğinde yarınlara hakkıyla taşınması için de desteklerin esirgenmemesini diliyoruz. Başarılar...
Film için hazırlanan Tanıtım Videosunu İzlemek için link : http://vimeo.com/40086179
Kaynak: www.suryaniler.com Ekibi , Güncelleme Tarihi: 12 Nisan 2012
Fotoğraflar için film ekibine teşekkür ederiz.