Cudi Dağı’nı kuzeyine, Dicle Nehri’ni batısına alan, Türkiye, Irak ve Suriye sınırlarının kesiştiği Silopi’ye yakın bir Asuri köyü olan
Hassana (Kösreli), 1990’larda güvenlik nedeniyle devlet tarafından boşaltılmış. Hassanalılar,
Ferman ismiyle hatırladıkları 1915 yılına kadar Cudi Dağı’nda aşağı yukarı 38 Hıristiyan köyü olduğunu söylüyorlar. Ferman’dan sonra ise
Cudi’de üç Hıristiyan Asuri köyü kalmış:
Hassana,
Herbul (Aksu) ve
Bespin (Görümlü).
Ferman, daha sonraları, Ermeniler dışındaki diğer Hıristiyanların serbest bırakılmasını buyurmuşsa da, bölgede Hıristiyanların katlinde/sürgününde pek ayrım gözetilmemiş.
Hassanalı Melkan İshak, Ferman’da; köydeki iki papazın öldürüldüğünü, Hassana’nın dağlardaki mağaralara yakın olmasının, köylülerin kurtulmasına yardımcı olduğunu söylüyor. Bugüne gördüğümüz ise, kalan birkaç köyün de, Ferman’ın Cumhuriyet’e ve günümüze uzanan sözüne, nefesine karşı varlıklarını sürdüremedikleri.
1970’lerden itibaren, ekonomik sebeplerin yanı sıra, bölgede Hıristiyan olarak yaşamanın güçlüklerinden dolayı uzun yıllar göç vermiş olan
Hassana, 1993’te ölümcül bir darbe alarak Anadolu’nun boşaltılma, harabeleştirilme tarihindeki yerini almış.
Hassana, 80’lerde, PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve korucular arasındaki çatışmalardan doğrudan etkilenmiş köylerden biri olmuş. Geceleri dağlardan inen PKK militanlarının Hassanalıların kapılarına dayanması, gündüzleri askerlerin silah arama ziyaretleri ve köylüleri PKK’ya yardım etmekle suçlamalarıyla devam etmiş.
Bu
ziyaretlerle köyde artan huzursuzluk, TSK’nın köyün girişine karakol kurması ile zirveye ulaşmış. Köyü koruma gerekçesiyle kurulan, 40 askerin yerleştirildiği bu karakol, daha sonra,
Cudi Dağı’ndaki PKK’lılara karşı havalanan helikopterlerin yerleştirildiği bir askeri kampa dönüşmüş. Haliyle, köy de hedef noktası olarak damgalanmış.
1989 yazında, askerlerle PKK arasında çıkan bir çatışmada köylüler doğrudan iki ateş arasında kalmış. Bu çatışmadan sonra,
köyün yarısı Hassana’yı terk etmiş. Köyünü terk etmek istemeyen ya da başka bir yere gitmek için parası olmayan
30 aile ise direnerek köyde kalmış. Hassanalıların ifadelerine göre, 1993 Kasım’ında, güvenlik güçleri, bölgedeki bir aşiret ağasının, Hassana’nın bir Ermeni köyü olduğu ve PKK’ya yardım ettiği yönündeki sözlerini gerekçe göstererek köylülere köyü boşaltma emri vermiş.
Kalan son 30 aile de Tur-Abdin bölgesinde, Midyat’ta bulunan
Mor Gabriel Manastırı’na sığınmış ve oradan
Avrupa’ya göç etmiş.
Hassana köyünün bu hikâyesini, Belçikalı yazar
August Thiry’nin Hollandaca olarak kaleme aldığı, 2001’de yayımlanan (ve 2007’de 4. baskısı yapılan) Mechelen Aan de Tigris (Dicle’deki Mechelen) adlı kitabından öğreniyoruz. 25 sayfalık İngilizce bir özeti de basılmış olan kitap, Hassana’yı, Hassana’nın tarihini, Hıristiyan bir Asuri köyünün bölgedeki diğer Müslüman köyler arasındaki sıkışmışlığını, köyün bölgedeki çatışmalarda PKK ile TSK ve korucular arasında kalmasını, köylülerin Avrupa’ya kaçışını ve Avrupa’daki Hassana’yı anlatıyor.
Thiry, Asurilerle ilk olarak 1983’te, Rus yazar Victor Shklovsky’nin 1923’te, Berlin’de yayımlanan Sentimental Journey (
Duygusal Seyahat) isimli otobiyografisini okurken karşılaşmış. 1917-1918 yılları arasında Urmiye’de olan Shklovsky, 1918’de Asurilerin Urmiye’den sürgününe tanıklık etmiş. 1915’te Hakkâri’de maruz kaldıkları saldırılardan kaçarak Rusların yardımına sığınan ve İran’a yerleştirilen Hıristiyan Asuriler (
Nasturi, Keldaniler), 1919’da Rusların İran’dan çekilmesi ile yine kaderleri ile baş başa kalmışlar. Bölgede uğradıkları saldırılar, katliamlar ve özellikle bu halkın hafızasında özel bir yeri olan Patrikleri
Mor Şamun’un öldürülmesinin ardından, Asuri mülteciler, Irak’taki İngiliz birliklerine ulaşmak için kafileler halinde yola çıkmışlar. Bu yolculukta binlerce insan yollarda ölmüş ya da öldürülmüş. İngilizler, sağ kalanları kuzey Bağdat’taki
Bakuba kampına yerleştirmişler.
Shklovsky’nin kitabında anlattığı Asuri mültecilerin yerlerinden edilme şekilleri, Thiry’nin hafızasında yer etmiş. Bu kitabı okuduktan 15 yıl sonra, 1998’de, Belçika’da yerel bir gazetede yayımlanan, Türkiyeli Asuri mültecilerin çocuklarının Belçika’da ilkokula kabul edilmediklerine ve Asurilerin, ayrımcılığa maruz kaldıkları için şikâyetlerde bulunduklarına dair bir haber dikkatini çekmiş. Thiry, bu haberi okuduktan sonra, Shklovsky’nin kitabından aşina olduğu bu halkı daha yakından tanımaya karar vermiş. Hikâyenin devamını öğrenmek için, Belçika’da, Mechelen kentine henüz yeni gelmiş bir Asuri kafilesinin önderlerinden olan bir
melkan (
Asurilerde köy/aşiret lideri) ile buluşmuş. Flemenkçe konuşabilen bu melkan, yazara köyünü,
Hassana’yı anlatmış.
Belçikalı yazarın 1983’te,
Viktor Shklovsky’nin kitabıyla Asurilerin tarihine doğru başladığı bu yolculuk, melkanla tanışmasıyla hız almış. Hassanalılarla görüşmeler yapan ve 2001 yılında, köyü görmek için Türkiye’ye de gelen Thiry, Hassana’yla ilgili monografik çalışmasına paralel olarak, Asuri tarihi ile ilgili araştırmalara da başlamış.
Dicle’den Mechelen’eHassana köyünün göç hikâyesinin benzerlerini, 1980 sonrasında, bölgede bulunan diğer binlerce köy gibi, Nasturi, Keldani, Süryani köyleri de yaşadı. Araştırmacı Yakup Bilge,
Geçmişten Günümüze Süryaniler adlı kitabında, söz konusu dönemde Anadolu’da kalan son Hıristiyan yerleşim yerleri olan 25 köyün boşaldığını/boşaltıldığını belirtiyor. Zülküf Kışanak’ın, 1980 sonrasında boşaltılan köyleri konu alan
Yitik Köyler adlı kitabında Asuri köyleri yer almasa da, Kışanak’ın anlattığı hikâyelerin içinde, Ermeniler gibi, Asurilerin de ruhları geziyor. Yazar, örneğin, Asurilerde, dik dağların yamaçlarında bir tarla açmayan genç erkeklere kız verilmediğinin, bölgede hâlâ anlatıldığını söylüyor.
Hassana, 1993’te tamamıyla boşaltılmasından çok daha önce göç vermeye başlamış. Göçün önemli bir sebebi de, bölgede çok sık yaşanan ‘
kız kaçırma’ olayları. Zengil ailesinden İshak Bey, Hassana’da genç kızların kaçırılmasının sık yaşanan bir olay olduğunu, ama, 1983’te Zengil ailesinden evli bir kadının, komşu bir Kürt köyü olan Gerçulaye’den gelenler tarafından kaçırılmasının, köyde çok büyük bir tepki uyandırdığını anlatıyor. Hassana’dan öfkeli, kalabalık bir grup Gerçulaye köyüne gidiyor ama kaçırılan kadın bulunamıyor. Bunun üzerine, İshak Bey devlete suç duyurusunda bulunuyor. Suç, devlet otoriteleri tarafından pek ‘
duyulmuyor’ ama
Gerçulayelilerin tepkisini, İshak Bey’in oğlu Melkan Bey şu sözlerle anlatıyor: “Sanki bir fetva verilmiş gibiydi; babam bir gecede
Hassanalı Salman Rüşdü oldu.” Bu olay üzerine, ailecek, bir yıl önce yaptırdıkları evlerini terk edip İstanbul’a gidiyorlar. Oradan da, ilk uçağa binip Belçika’ya kaçıyor ve Mechelen’e yerleşiyorlar.
Thiry, Mechelen’de, çoğunluğu Hassanalı olmak üzere,
Herbul,
Bespin,
Geznakh (Cevizağacı) köylerinden ve Kuzeydoğu Suriye ile Kuzey Irak’tan göç etmiş 300 Asuri, Keldani, Süryani aile yaşadığını yazıyor. Thiry’nin deyimiyle, artık Mechelen’de “
yeni bir Hassana” var.
Thiry, Asurilerin Belçika’da yaşadığı en önemli sorunlardan birinin işsizlik olduğunu ve bunun, yeni göç edenlerin eğitim durumuyla da ilgili olduğunu söylüyor. Thiry, Hassana’da ve bölgedeki diğer köylerdeki okullarda beş sınıfa tek bir öğretmen düştüğünü, çocukların, derslere girmeden, bazen bir rüşvetle sınıf geçtiğini, Asurilerin anadili olan ‘Surıth’ın kati suretle yasaklandığını ve çocukların bir ‘
dilsizleştirilme’ travması yaşadığını anlatıyor. 1981 yılına kadar,
Hassana’nın suyu dağlardaki kuyulardan taşınıyormuş; 1981’de, Dünya Kiliseler Birliği,
Hassana’ya bir su sisteminin inşa edilmesi için maddi destek sağlamış, Elektrik ise, 1985’te, köyün yakınlarına kurulan askeri barakalar vesilesi ile gelmiş.
Hassana, Ferman’dan sonra hep Türkiye’nin ve bölgenin azınlığı, ötekisi olarak, ‘
gitmek ile kalmak’ arasında salınmış. Ferman’dan da önce, 1900’de, Protestan bir misyoner olan E. W. Mac Dowell, köylülerin hepsine Kanada’ya göç etmelerini ve köyü Kanada’da kurmalarını teklif etmiş. Köyün lideri, “
Burayı bırakamayız. Ölülerimiz burada. Burası, bize büyüklerimizden kalmış bir mirastır” demiş. Tabii, köy bu tercihin bedelini fazlasıyla ödemiş. Mac Dowell’ın teklifinden çok önce başlayan ve bugün hâlâ devam eden bir korkuyla oradan oraya sürüklenen bu halk, şimdilerde yine Mezopotamya’dan, Irak sınırları içinde kalan ‘ev’lerinden ediliyorlar. Ferman’da canlarını bugünkü Irak’a sığınarak kurtaranlar, şimdi de Irak’ta maruz kaldıkları saldırılardan, yine apar topar kaçıyorlar.
Bir zamanlar Mezopotamya’da Mezopotamya’nın en eski halklarından Asurilerin tarihi hakkında, Türkçede, resmi tarih çizgisi dışında okunabilecek az sayıda kitap var. Bunlardan biri, “
Süryaniler Aramidir” / “
Süryaniler Asurludur” tartışmalarına da kısaca değinen, Yakup Bilge’nin Geçmişten Günümüze Süryaniler adlı kitabı. Bilge’nin bu çalışması, içeriğindeki konu başlıklarının çeşitliğine rağmen, Süryaniler hakkında detaylı bilgiler vermiyor; ancak, kiliseler arasındaki farklılıkları, Süryanilerin kökenleri ile ilgili tartışmaları anlayabilmek için başvurulabilecek bir kaynak. Bilge, kitabının önsözünde şöyle diyor: “Daha önce Süryanilerin ülkeden neden göç ettiğini bilmeyen gazete ve dergilerin yazarları şimdi Süryanilerin ülkeye geri dönüp dönmeyeceğini soruyor.”
Bu halk(lar)ın neden göç ettikleri, nasıl gittikleri konusunda, Alman tarihçi
Gabriele Yonan’ın Asur Soykırımı:
Unutulan Bir Holocaust adlı çalışması okunabilir. Yazar, başlıkta, kapsayıcı bir terim olarak ‘Asur’u kullanmayı seçmiş olsa da, kitapta, sıklıkla bu terim altında toplanan kiliseler ve diller arasındaki farklılıkları ve ortaklıkları anlatıyor. Ama kitap, esas olarak, 19. yüzyılda yaşanan katliam ve sürgünlere odaklanıyor. Yonan’ın temel argümanı, II. Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi Soykırımı’nın, aynı dönemde yok edilen Sinti ve Romanların yaşadıklarını örtmesi gibi, Asur kıyımının da, Ermeni kıyımı içinde kaybolduğu. Bu kitabın açtığı pencerelerle, 90’larda Türkiye’den göç eden Asurileri ve bu halkın son 15 yıldır Irak’tan devam eden göçlerini birlikte görmek, hikâyenin, o bölgede hâlâ aynı zihniyetlerin etkisiyle devam ettiğini düşündürüyor.
Bu yazıda Nasturi ve Keldani halklarını tanımlamak üzere ‘
Asuri’ sözcüğünü kullanmayı seçtim. Aslında Keldaniler ve Nasturiler, farklı kiliselere mensup olmaları nedeniyle yer yer kendilerini ayrı milletler olarak görse de, aynı dil, tarih ve kültürden olan aynı halkın farklı kiliseler etkisiyle bölündüğü görüşü de, büyük bir çoğunluk tarafından paylaşılıyor.
19. yüzyılda başlayan ulusal Asur hareketi, tek bir ulus olarak, tek bir isim etrafında birleşmeyi, kiliseler, dil ve bölgeler arasındaki farklılıkları ötelemeyi tam olarak başaramamış. Bu hareket Nasturileri, Keldanileri, Yakubileri (Süryaniler), Süryani Katolikleri, hatta Melkitleri ve Lübnan’da yaşayan Marunileri de Asur halkına dahil ediyor. Ama, bu kimlikler, zaman zaman kendilerini Asurlularla ortaklaştırsalar da, ayrı kimliklerle, ayrı birer ‘millet’ / ‘cemaat’ olarak durmayı tercih ediyorlar.
Yakubi (Batı Süryani) Kilisesi (7. yüzyılda yaşamış olan kilise reformcusu Yakup Baradoyo’nun ismiyle anılan Yakubiler) ve Nasturi Kilisesi’nden (5. yüzyılda yaşamış Patrik Nasturi’nin ismi ile anılan Nasturiler) ayrı olarak, Nasturilerin önemli bir kısmı, 17. ve 18. yüzyılda Katolik misyonerlerin etkisiyle Katolikliği seçmiş, ve oluşturdukları kilise, ‘Keldani Kilisesi’ olarak adlandırılmış. Tarihlerini farklı bağlamlarda Aramiler, Asurlular ve Kaldelilere bağlayan bu halklar, Aramca’nın farklı lehçelerini konuşuyorlar. Tur-Abdin / Mardin bölgesinde Turoyo (Suroyo), Musul Ovası, Botan bölgesinde Surıth, Urmiye-İran ve Hakkâri bölgesinde ise Aturaya konuşuluyor(du).
Yukarıda anlatılan köyden olan
Melkan İshak ise, kendisini ‘
Asuri’ olarak tanımlıyor.
Hassana’nın bir Nasturi köyü olduğu, 1915 sonrasında Nasturi Kilisesi’nin Türkiye’deki varlığının bitmesi ile Yakubi (
Süryani) Kilisesi’ne bağlandıklarını söylüyor.
Cudi’nin eteklerindeki ‘hayaletler’ 2001’de köyünü ziyaret etmek isteyen ama Silopi’deki askeri makamlardan izin alamayan
Melkan İshak, daha sonra Silopi’deki bölge komutanını ikna ederek köyüne gitmeyi başarmış. Melkan İshak, köyün ‘fantom’ (hayalet) köye dönüştüğünü, köyde “yalnız, korkunç canların dolaştığını” hissettiğini söylüyor. Onun bu benzetmesi, köylerin ne şekilde harabeleştiğini bilenlerin anlayabileceği bir duyguya işaret ediyor.
Hassana, şu anda bir harabe halinde; bölgedeki diğer binlerce köy gibi yaşadıklarının görüneceği, bilineceği, maruz kaldığı şiddetin bedelinin bir şekilde tazmin edileceği, barındırdığı “yalnız, korkunç canların”, “
ruhların” huzura kavuşacağı günleri bekliyor.
Kaynak: Agos Kitap/kirk, Ocak 2009, Güncelleme Tarihi: 12 Temmuz 2010
değinilen kitaplar:
Yakup Bilge
Geçmişten Günümüze Süryaniler
Zvi-Geyik Yayınları, Aralık 2001, 152 s.
Zülküf Kışanak
Yitik Köyler: Bin Yılların Mirası
Nasıl Yakıldı
Belge Yayınları, Ağustos 2004, 183 s.
Gabriele Yonan
Asur Soykırımı: Unutulan Bir Holocaust
çev. Erol Sever
Pencere Yayınları, Mart 1999, 444 s.