Avrupa’ya göç etmek mecburiyetinde kalan Süryaniler, burada da rahat yüzü görmüyor. Türkiye’den “
gâvur” denilerek dışlanan Süryaniler, mecburi olarak gittikleri Avrupa ülkelerinde de “
Müslüman” gibi görülerek ötekileştiriliyor.
Osmanlı’da olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de Müslüman olmayan azınlıkların dinin içine hapsedildiklerini ve onlarla hep din üzerinden ilişki kurulduğunu ifade eden, Süryaniler üzerine araştırma yapan Dicle Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Antropolog Yard. Doç. Dr. Abdurrahim Özmen AKnews’in sorulanı yanıtladı.
Süryaniler için sürekli “sahip çıkılmalı” deniliyor. Bu ne ifade ediyor?
Eğer bir grup, topluluk “sahip çıkmak” konumuna gelmişse, bu tehlikededir demektir aslında. Yani onlara birilerinin sahip çıkması gereği duyuluyorsa, bir sorun vardır diye düşünüyorum. Türkiye’de sadece Süryaniler değil azınlıkların tümü aslında bir sorunla karşı karşıya. Azınlıklar Türkiye’de var olma sorunu ile karşı karşıya.
Peki Türkiye’de azınlıklara nasıl “sahip” çıkılıyor?
Süryaniler üzerine yapılan fotoğraf sergilerini düşünürsek, Susan Sontag’ın kitabına atıfta bulunarak “Başkasının acısına bakmak” gerektiğini düşünüyorum. Biz başkasının acısına bakabiliyor muyuz? Ya da baktığımızda ne görüyoruz? Çünkü bakmak ve görmek arasında çok büyük bir fark var aslında.
Nasıl bir fark?
Bakmak, aslında evrensel bir şey. Her insanda hatta canlıların çoğunda, hayvan türlerinde var olan bir özellik. Ama görmek, kültürle ilgili, daha çok kültürel bir olaydır. Çünkü her bakan farklı bir şeyler görebiliyor, herkes aynı şeyi görmüyor. Bu yüzden başkasına baktığımızda niçin baktığımız, ya da hangi amaçla, nereden baktığımız çok önemlidir. Kim olduğumuz çok önemlidir. Mesela, Cuma günleri camilerde güzel görüntüler vardır. Binlerce insan camii avlusunda namaz kılar ve fotoğrafçılar için bulunmaz bir görüntüdür. Ama ben şimdiye kadar Cuma namazı ile ilgili bir fotoğraf sergisine rastlamadım.
Azınlık ve çoğunluk psikolojisi mi diyorsunuz?
Mesela Süryaniler, Ezidiler, ya da kaybolmakta olan çok az kalan bir grubun fotoğrafları çekiliyor. Bunlar üzerine odaklanıyor. Bir arkadaşım, “Neden hep Süryanilere ya da azınlıklara ilgi duyuluyor?” diye sorunca, ben de “Müslümanlar azalsın onlara da ilgi artar” dedim. Aslında başkasına bakmak ya da başkasını görüntülemek çok masum bir şey değil. Biraz tarihe baktığımızda, çok da masum bir şey olmadığını da görüyorum.
Bu görüntüler farkındalık yaratmıyor mu? Önemli değil mi?
Evet, belki görüntüler çoğu zaman bizim bir şeylerin farkına varmamızı sağlıyor. Ama çoğu zaman bizim başkasına olan sempatimizi yok ediyor.
Neden?
Çünkü belirli bir süre sonra görüntülerin bolluğu içinde pek çok şeyi aslında çok olağanüstü bazı şeyleri kanıksayabiliyoruz. Yani çok fazla anlam ifade etmiyor bizim için. Mesela birkaç gündür 24 saat Haiti’deki depremi izliyoruz, o görüntülere bakıyoruz. Evet ilk izlediğimizde belki bizde bir şeyler beliriyor, bir şeyler hissediyoruz ama ne yapıyoruz? Neye yarıyor? Birinci, ikinci günden sonra eminim çok fazla bir şey ifade etmiyor bizim için. Şunu da düşünmek gerekir, aslında görüntüler, hem fotoğraf hem kamera görüntüleri, gösterdikleri kadar pek çok şeyi gizliyorlar. Her kamera her fotoğraf aynı şeyi görmez. Her fotoğrafçı aynı şeyi görmez.
Azınlıkların yaşadığı sorunlara dönersek, Süryaniler üzerine bir tez hazırladınız. Türkiye’de Süryaniler üzerine yapılan araştırmalar yeterince objektif mi, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de sadece Süryaniler değil azınlıklar üzerine yapılan araştırmaların biraz sorunlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü birincisi bu azınlıklar sanki yaşamıyor ve birer müzelik objeymiş gibi görülüyor. Örneğin Mardin ya da Midyat’a gidiyoruz, çok rahat bir şekilde Manastır’ın kapısına dayanıp Manastır’ı gezmek istiyoruz. Hatta gerekirse ibadetlerini izlemek istiyoruz. İbadetlere katılmak istiyoruz.
Bu kötü mü?
Bu insanların belirli bir inancı var ve çoğunlukta olan Müslümanlar gibi bunlar da bir şeye inanıyor, ibadetlerini yerine getiriyor. İbadet gizli yapılır. Herkesin istediği zaman katılabileceği bir ayin değildir. Biz bunları düşünemiyoruz. Çünkü bunlar bizim için sadece bir müze ya da bir araştırma nesnesidir. Süryaniler de son zamanlarda bu açıdan büyük ilgi topluyorlar. Çünkü 1980’lere kadar sayıları, 50-60 binin üzerinde iken, bugün Mardin ve ilçeleri dahil en fazla 3 bin kişi kaldı. Sadece kiliselerde ve manastırlarda toplanmış bir guruptur.
Bunun için mi daha çok dini yönleri ile dikkat çekiyorlar?
Süryaniler de bizim gibi yaşayan canlı varlıklardır. Sadece kiliselere, manastırlara kapatılmış, ya da kapanmış kullar değiller. Onlar da bizim gibi birbirleri ile kavga ediyorlar, onların da düğünleri var. Onların da cenaze törenleri var. Onlar da birbirleri ile çatışmalı durumlar yaşıyor. Ve aynı şekilde Türkiye’de pek çok grupta olduğu gibi onların da milliyetçileri var ve tüm Beht-Nahrin’de bir Asuri devleti kurulmasını isteyenler var. Yani diğer insanlardan farklılaşan bir durumları yok. Ama daha çok egzotize edilerek bunlar inceleniyor.
Neden etnik kimlikleri göz ardı ediliyor?
Bu insanlar sadece inanan kul gibi düşünülüyor. Bunun dışındaki hayatları düşünülmüyor. Oysa Süryaniler, etno-dinsel bir gruptur. Sorunuza gelirsek, bunun için tarihe bakmak gerekiyor. İslamiyet’in ilk döneminden günümüze kadar Cumhuriyet de dahil, Müslüman olmayan azınlıklar dinin içine hapsedilmiş. Hep din üzerinden bunlarla ilişki kurulmuş. Bu Osmanlı’da da böyle idi. Bu Osmanlı barışı diye adlandırılan dönemde de böyledir. Ki Osmanlı barışı denen kavram da çok doğru bir kavram değil. Osmanlı özellikle Müslüman olmayan azınlıklara karşı bir barış içermiyor. Belirli bir itaat ve sadakat ilişkisi var.
Bu gelenek Cumhuriyet döneminde de sürdürülüyor mu?
Evet. Mesela 1974’lerde Kıbrıs çıkartması yapıldığında, Mardin’de insanlar sokaklarda “Makaryos’un çocukları defolun buradan” diye miting düzenledi. O Süryaniler’in çoğunun çocukları da Kıbrıs’ta savaşıyordu aslında. Varlık vergisinden bu yana aslında buna benzer çok şey var. Karikatür krizinin (Hz. Muhamed’in karikatürünün yapılması) yaşandığı günlerde, Midyat’tan yaklaşık 50-60 kişilik bir atlı grup ellerinde kılıçlar ve yeşil sarıklarla Midyat’a hücuma geçtiler. Bundan sadece bir fotoğraf basına çıktı. O gazete de toplatıldı. Ona ilişkin haber bile yapılmadı. 2000 yılında kılıçlarla ve yeşil sarıklarla böyle bir olay yaşandı, ancak buna ilişkin hiçbir kovuşturma yapılmadı.
Bu bahsettiğiniz nedenlerin tümü Süryani göçüne zemin hazırladı. Göçlerin büyük kısmı Avrupa’ya yapıldı. Avrupa’ya göç edenler orada rahat yaşayabiliyor mu?
Hayır. Tam tersine. Göç sonrası orada büyük bir travma yaşıyorlar. Mardin’in hemen hemen tüm köylerinde bir sözlü tarih çalışması yaptım. Bu göçün Süryaniler üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğuna şahit oldum. Çok yaşlı bir kadınla konuştuğumda –çevresi hep bu delidir, bunu dinlemeyin diyordu- hep şu Kürtçe sözü tekrarlıyordu: “Guhestina Malek Xirabûna Salek.” Yani bir evin değişmesi ya da göç etmesi, bir yılın yıkımı demektir diyordu. Başka birisi şöyle dedi: “Çocuklarının geleceği için gittiler ama çocuklarını kaybettiler.” Buradaki kaybetme, kültürel olarak kaybetmedir.
Başka bir kadın da “Tur Abdîn hafızasını kaybetti. Kurak Tur Abdîn (Süryaniler’in yaşadığı bölge) yaşlıların gözyaşları ile sulanıyor” dedi. Köylerin pek çoğunda yaşlılar var. Almanya’da yaşayıp kendi köyüne gelen bir ressam ise kendi köyünün yıkılmış fotoğrafını göstererek “Malê miriyan ji saxan re ye” diyordu. Yani “Ölülerin malları sağlar içindir” diyordu. Biri de “Bir Kürt elma bile olsa cebine koyma” diyordu. Yani onlara hiç güvenilmez diyordu. Çünkü yılların getirdiği bir hafıza vardı ve onlara tekrar bir şeyler yapılacak diye korkuyorlardı.
Sonuç olarak kendi anavatanlarında “gâvur” ama gittikleri Avrupa’da da “Müslüman” diye dışlanıyorlar. Çünkü orada da hep şöyle yakınıyorlar, “Biz ne yaparsak yapalım, her Pazar günü biz kiliseye gidiyoruz ama her Ramazan ve Kurban bayramında bizim bayramlarımızı kutluyorlar, bizi Müslüman olarak görüyorlar.” Orada da Müslüman oluyorlar. Yani hep misafir oldular azınlıkların çoğu. Dolayısıyla azınlık ve misafir olmak hep ikircikli bir ruh halidir. Hiçbir zaman misafir kendi evinde olduğu gibi rahat etmez. Azınlıkları biraz da böyle değerlendirmek gerekir.
Süryaniler’in Avrupa’ya göç etmesi “zorunlu göç politikası” mı?
Süryaniler özellikle Ermeniler gibi zorunlu iskan gibi göç ettirilmemişler. Zorla göç ettirme ile zorunlu göç ayrı şeylerdir. Süryaniler’inki zorunlu göç. Bir insanın belirli bazı nedenlerden dolayı kendisini artık göç etmek durumunda hissetmesidir.
Mahalle baskısı mı?
Sadece o değil. Sizin başvurabileceğiniz herhangi bir resmi kurum yoksa ve eziliyorsanız, kendinizi güvende hissetmiyorsanız gidersiniz. Bu da zorunlu göçtür. Bunun için resmi bir kanun çıkarılarak “göç ettirilsin” denmemiş ama böyle bir baskı var. Kendilerini güvende hissetmeme baskısı diyelim. Çok az da olsa, ekonomik sorunlardan dolayı gidenler var.
Kürtler’in bu göçte bir rolü var mı?
Kürtler Müslüman oldukları için Osmanlı’da da Cumhuriyet’te de din araya girdiğinde gayri Müslimlere karşı devletin yanında oldular. Tümü olmasa da aşiretlerin büyük bir çoğunluğu böyleydi. 1915’lerde de böyledir, Süryanilere karşı da böyledir. Onlara karşı yapılan her baskıda, Kürtler bulunuyor. Süryaniler’in bu durumda başvurabilecekleri bir devlet kurumu da yok. Çünkü Kürtler de Müslüman, devlet de Müslüman.
Bu “Kürtler” den bazıları Kürtler’in haklarını talep eden siyasal hareketlere karşı da devletin yanında yer alabiliyorlar…
Kimi aşiretler öyle. Osmanlı’dan bugüne devletten yana olan aşiretler var. Devlete karşı olan aşiretler var. Bunlar değişiyor. Ama söz konusu gayri Müslimler olduğunda devletin yanında. Kimi aileler kimi aşiretler Ermenileri, Süryanileri korudu ama çok genel anlamda bu tür şeyler yok. Daha çok kadınlar ve çocuklar korunmuş. Ama büyükler göz göre-göre öldürülmüş, gönderilmiş.
Bu devlet politikasının bir parçası değil mi?
Devlet resmi olarak “kimseye gidin bunu yapın” demiyor ama cesaret veriyor, göz yumuyor. Siz yaparsanız ben de göz yumarım. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uygulama böyle.
Lozan’da azınlıklarla ilgili Türkiye’nin uymak zorunda olduğu kararlar alındı. Neden uygulanmıyor?
Lozan’da kararlaştırılan bazı şeylerin sanki birden hayata geçeceği düşünülüyor ama zihniyet değişmiyor. Günümüzde de aslında Süryanilere yaklaşım Osmanlı’dan çok farklı değil. Burada yine kiliseler ve dini katmanlar tarafından azınlıklara yaklaşılıyor. Onun dışında azınlıklarla ilişki çok fazla yok.
Günümüzde Türkiye’de sadece iki üç tane Süryani derneği var. Bu dernekler çok fazla ilgi görmüyor. Kimse bunlara ilgi göstermiyor. Ama Süryanilerle ilgili herhangi bir şey olduğunda Manastır’a gidip Metropolit ile görüşülüyor. Özellikle Metropolit’in bunları temsil etmesi aslında bir İslam ülkesi olan Türkiye’de iktidara daha büyük bir güç veriyor. Çünkü din üzerinden onlara yaklaştığınızda, nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede zaten iktidarın ideolojik ayaklarından biri de din olduğu için Müslüman olmayanlar üzerinde bir iktidar kuruluyor. Dolayısıyla Süryaniler dine hapsediliyor.
1964’de Mardin’in Nusaybin ilçesinde doğdu. Lisans, yüksek lisans ve doktorasını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktorayı Etnoloji üzerine yaptı. 2006 yılında doktora alan Özmen, 2007 yılında Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ne atandı. Özmen Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olmasının yanı sıra, Antropoloji Bölüm Başkanlığı görevini de yürütüyor.
Kaynak: Maşallah Dekak / AKnews, Güncelleme Tarihi: 3 Şubat 2010
Birinci Fotoğraf: Gertrude Bell Arşivi, Bakınız: Midyat'ta Bir Ajanın Anıları
İkinci ve Üçüncü Fotoğraf: Atila Cangır , Anıtlı (Hah) ve Zaz Köyü Midyat-Mardin 2002,