Üçüncü yüzyılda inşa edilen ve değişik dönemlerde yeniden onarılarak günümüzdeki şeklini alan Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi, Diyarbakır’a gelenlerin görmeden gitmediği bir tarihi mekan. Bu mekanın bütün işlerini ise aslen Midyatlı bir Süryani olan Saliba Açış görüyor.
Avlu, alçak sesle okunan şiir gibidir. Kalabalık ama sessiz bir şiirdir. Kalabalıktır çünkü içinde güller, kediler, kuşlar, kadınlar, erkekler ve çocuklar vardır. Dışarıdan gelen seslerin önüne set çektiği için güvenli bir alandır. İnsanın kendi içine eğilmesine olanak sağlayan bir şiirdir avlu. İnanmıyorsanız Diyarbakır’daki Suriçi’ndeki Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’ne uğrayın. Geniş avludaki tarih, sessizlik, kediler ve güller benzer duygular yaşatacaktır size.
Çardaktaki banklardan birine oturarak Saliba Açış’ı bekliyorum, sohbet etmek için. Saliba’nın gürültülü, neşeli ve hep bir yere yetişecekmiş gibi aceleci bir sesi vardır. Kilisenin içinden geliyor sesi. İncil’den bir parça ilahi okuyor. Bir gruba rehberlik ediyor, kilisenin tarihini anlatıyor. İlahiyi de onlar için okuyor olmalı. Çardakta, yan taraftaki bankta uyuşuk bir kedi uzanmış. Tekir-sarman kırması olduğunu düşünüyorum. Tepemizde serçe sesleri çoğalınca doğruluyor. Yukarıya bakıyor. Kuşların sesine uyarak kulaklarını dikiyor. “Pisi” diyorum. Dönüp bakıyor bir süre. Bakışıyoruz. Sonra yine uzanıyor banka. Ensesini okşamaya kalksam kaçar mı acaba? Kaçmasın, böyle tembel tembel uzansın istiyorum yanımda.
Hava çok sıcak. Yanımda taşıdığım ince mont gereksiz bir ağırlıktan başka bir şey değil. “Saliba, çay yok mu? Kediyle ikimize?..” İçimden sesleniyorum. “Cimri herif” diye ekleyince, yine içimden, gülümsüyorum açıkça. Cimri olduğunu düşünmüyorum aslında, öylesine, takılmak için “cimri” diyorum. Saliba’nın sesi içeriden geliyor. Kiliseyi tanıtıyor.
ÇATIŞMANIN ORTASINDAKİ KİLİSE
Kedinin uzandığı bankta “Şaredariya Surê” yazıyor. Sur Belediyesi. Belediyeye kayyım atanmadan önceki bir tarihi hatırlatıyor yazı. Sur Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi ile birlikte harap durumdaki Surp Giragos Kilisesi’nin onarılmasına da katkıda bulunmuştu. Belediyeler Sur ilçesinin turistik bir yer olması için çok çabalamıştı. Camileri, kiliseleri, konakları onarmış, Gazi Caddesi’ni Şanzalize gibi bir yer yapmak için girişimlerde bulunmuştu. Bazı projeler hiç hayata geçirilemedi, bazıları yarım kaldı.
Tarihi ilçe barikat günlerinde çatışmanın içinde kaldı. Turistlerin ilgisini çeken tarihi yapılarla birlikte ibadet yerleri de çatışmalardan nasibini aldı. Kurşunlu Camii en çok zarar gören yapı oldu. Onarımı hâlâ sürüyor. Büyük emeklerle onarılan Surp Giragos Kilisesi de tahribattan payına düşeni aldı. Hâlâ yasaklı bölgede, gidip görmek mümkün değil.
Meryem Ana Kilisesi bir iki sıyrıkla atlattı bu süreci. Saliba ve kilisede yaşayan diğer aileler 3 ay boyunca otellerde kalmak zorunda kalmışlardı. Çatışmanın, patlayan bombaların arasında kaldıklarında, “Sizin yeriniz güvenli. Ekmek alın, erzak alın, nasılsa biter” demiş komşuları. Kilisenin etrafını çeviren duvar ile evleri sağlam bazalt taşından. Kolay yıkılacak gibi değil sahiden de. Ama göze alamamışlar burada, çatışmanın ortasında, patlayan bombaların sesleriyle irkilmeyi.
SARKİS İLE BEYZAR…
Şimdi 4 aile, 20 kişi kalıyor kilisede. Buna rağmen kilisenin geniş avlusu sessiz. Kiliseyi görmeye gelenlerin ve Saliba’nın seslerine serçelerin sesi karışıyor sadece. Uyuşuk kedi kalkıyor, bahçeye doğru ağır adımlarla ilerliyor. Bahçedeki sarı, kırmızı güller kocaman ve çok güzel. Bir grubu gönderiyor Saliba. “Kapıyı bırakamam, giden gelen oluyor” diyor Saliba. Girişte turnikeler var, sohbet için oraya çağırıyor beni. “Tamam” diyorum ama daha çardaktan çıkmadan başka bir grup geliyor. Saliba zaman kaybetmeden kiliseye götürüyor grubu.
Kilisenin fotoğraflarını çekiyorum. Sarkis Eken ile bu geniş avluda yaptığımız sohbeti hatırlıyorum. Bütün ailesi yurtdışına göç etmişti Sarkis’in. “Sen niye gitmedin?” diye sorduğumda, tatlı tatlı gülmüştü, “Burası benim memleketim, niye gideyim” diye karşılık vermişti.
Refah Partisi’nin belediyeyi yönettiği dönem, Ermeni mezarlığının bulunduğu alanda yol genişletme çalışması yapılmış. Yolu genişletirken mezarlığın bir bölümünü yok ediyorlar. İstanbul’da olan Sarkis, olayı duyunca apar topar memlekete dönüyor, mezarlığa gidiyor. Babasının mezarı yoktur artık. “Bu haksızlık değil mi?” diye sormuştu bana. Bir şey diyememiştim. Uzun uzun susmuştuk. Mezarlığı yıkanlar, “Memlekette Ermeni kalmadı, mezarları da kalmasın” diye düşünmüş olmalıydılar.
Sarkis Eken 80 yaşını geçmişti. Eşi Beyzar da onun yaşındaydı ve onu, hava güzelse eğer, geniş avluda komşu kadınlarıyla sohbet edip bir şeyler örerken görürdüm hep. Beyzar’ın isteği üzerine evliliklerinin üzerinden 60 yıl geçtikten sonra resmi nikah kıymışlardı. Büyük bir nikah töreni yapılmıştı. Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ile Fırat Anlı nikah şahitliği yapmış, konuklar Kürtçe ve Ermenice şarkılar eşliğinde halay çekmişlerdi. Beyzar, nikahtan iki ay sonra hayatını kaybetti. Çok geçmeden Sarkis de peşinden gitti.
Sarkis ile Beyzar Süryani değillerdi, Ermeni’ydiler. Otuz yıl önce Meryem Ana Kilisesi’nde kendilerine iki odadan oluşan bir ev vermişlerdi. Ömürlerinin son yıllarını bu geniş avluda uzaktaki akrabalarını özleyerek geçirdiler.
YAĞMUR SIKINTISI
Önce peş peşe geçen savaş uçaklarının sesleri avlunun sessizliğini bozuyor. Ardından uzak olmayan bir yerde gök gürlemeye başlıyor. Yağmur mu yağacak? Deminden beri toplanıp dağılan bulutlar avlunun üstünü kapkara örtmeye başladı.
“Yağmur yağacak” demeye kalmadan dolu yağıyor. Ardından sağanak patlıyor. Kilisenin içine sığınıyorum. Saliba ve ziyaretçiler de kapıya çıkarak yağmuru izliyorlar. İki sevgili yağmura çıkıyorlar, sarılıyorlar ve fotoğraflarını çeken arkadaşlarına poz veriyorlar. Fotoğraf çeken arkadaşları, “Yeter artık, hasta olacaksınız” diye ısrarla seslenmese, yağmurun altında dans edeceklerdi. Genç kadın bunu çok istiyordu.
“O boğucu sıcak” diyorum “Yağmur sıkıntısıydı. Nasıl anlamadım?” Kedi ortalıkta görünmüyor. Kim bilir nereye sığındı. Gül ağacı yağmura direniyor ama güllerin yaprakları toprağa, çamura düşmüş. Saliba, “Çocuğu okuldan almam gerekiyordu” diyor yağmura bakarak. Düşünceli görünüyor. Ama bu sağanakta dışarı çıkması akıl kârı değil. “Nisan yağmuru” diyorum, “Geçer birazdan.” Ama hiç dinmeyecekmiş gibi yağıyor yağmur.
MARDİN TÜRKÇESİ KONUŞAN DİYARBAKIRLI
Yağmurun dinmesini beklerken, “Saliba” diyorum, “Her gün birilerine kiliseyi anlatmaktan bıkmadın mı?” Önce gülüyor yine. Saliba kolay ve güzel gülen insanlardan. “İşim bu” diyor. “İnsanlar merak edip geliyor ben de yardım ediyorum. Bazen kalabalık gruplar geliyor, o zaman hepsine yetişeyim derken yoruluyorum.”
Saliba Açış Mardin Midyatlı aslında. 1999’da Diyarbakır’a gelmiş, Meryem Ana Kilisesi’ne yerleşmiş. Kilisenin bütün işlerini o görüyor. Aslında hâlâ Mardin Türkçesi konuşuyor olsa da “Artık soranlara Diyarbakırlıyım” diyor. Suriçi’ni o kadar benimsemiş.
Merakımdan “Mahallede herhangi bir nedenle Süryani cemaati bir sıkıntıyla karşılaşıyor mu?” diye soruyorum. “Yok” diyor Saliba ve deminden beri bizi dinleyen genç adamı göstererek, “Tam tersine bize yardım ediyorlar. Bak, bu arkadaş bana yardım etmek için geldi.”
Kiliseye neredeyse bitişik Alipaşa Mahallesi kentsel dönüşüm projesi marifetiyle yıkıldı. Buradan zorla göç ettirilenlere üzülüyor Saliba. “Evler kötüydü ama insanlar fakirdi, burada oturmaya mecburdu. Şimdi kim bilir nasıl yaşıyorlar? Devlet evlerini yıkmasaydı keşke. Biraz para verse evler daha düzgün olabilirdi, insanlar da gitmezdi buradan.”
Yıkılan evlerin yerine yenileri yapılıyor. Buna da içi elvermiyor Saliba’nın, “Keşke eski sahipleri gelse, yerleşse buraya. Ama bu evlerin çok pahalı olduğunu söylüyorlar, o fakir insanlar nasıl ev alsın buradan. Ama ben isterim ki eski komşularımız gelsin, yine burada yaşasın.”
Saliba’nın yanında duran genç adam, kendi kendine konuşur gibi, “Rant alanı burası, fakirleri buraya sokmazlar bile” diyor.
Kilise Süryani Vakfı’nın olduğu için emeğinin karşılığını da oradan alıyor. “Az ya da çok alıyorum, yapacak bir şey yok ki” diyor Saliba. Sonra, “Ne yapalım, devlet bize iş vermedi” diyor gülerek.
Yağmur dindi. Bulutlar usulca dağıldı. Sert bir güneş avluyu aydınlattı. Saliba’nın kızı yolumun üstündeki bir okulda öğrenci. “Birlikte gidelim mi? yağmur yeniden başlamadan” diyorum. “Sen beni bekleme” diyor Saliba, “Bir iki küçük işim var, onları bitirip öyle çıkarım.” İnsanın kendi içine eğilmesine olanak sağlayan şiirli avludan çıkıyorum. Yolumu uzatarak Suriçi’nin dar sokaklarından geçiyorum. Güneş yağmur suyunu buharlaştırmış, nem oranını yükseltmiş. Elimde taşıdığım ince mont hâlâ gereksiz bir ağırlık…
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’nin tarihçesi…
Milattan önceki yıllardan beri güneş tapınağı olarak kullandığı bilinen bir mabedin üzerine 3 yüzyılda kurulan Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi Ali Paşa Mahallesi’nde Ana Sokak’tadır. Süryani Ortodoks diye de bilinen “Yakubi” mezhebine ait olan bu kilise, bugün de varlığını faal olarak sürdüren kiliselerden biridir. Ana kiliseyle birlikte kütüphane, patriklik konutu, misafirhane ve lojmanlardan oluşan yapılar topluluğudur ve üç avlusu vardır.
Pek çok tarihi eseri bünyesinde barındıran kilisede, ceviz ağacından yapılmış kapılar, azizlere ait tablolar, el işi gümüş kandiller oldukça dikkat çekicidir.
Süryani kilise kültürünün bir parçası olan patrik mezarlarının kilise içine yerleştirilmesi geleneği, bu kilise için de geçerlidir. Çeşitli zamanlarda kilisede görev yapmış ve görevi başındayken ölen pek çok patriğin ve rahibin mezarları halen kilise içinde korunmaktadır.
Kilise, Patrik 4. Diyonosiyos’un, patriklik merkezini M.S. 1034 yılında Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi’ne taşımasıyla, 11. Yüzyıl’dan 19. Yüzyıl’ın sonlarına kadar çeşitli tarihlerde Süryani Patrikhanesi olarak cemaate hizmet etmiştir. 1933 yılında Mardin Abraşiyesi olan Mardin Süryani Kadim Metropolitliğine bağlanmıştır ve halen bu Metropolitliğin üyesidir.
Yazı ve Fotoğraflar: Gazete Duvar - Vecdi Erbay ; Güncelleme Tarihi: