Şeyhmus Diken - Kültür Servisi / DİLSİZ SÜRYANİ NASRA ŞAMMASHİNDİ
Dünyanın her yanındaki Hıristiyan toplumu, her yıl mart başında başlayıp nisan sonuna kadar süren “Büyük Perhiz”i yaşar. Büyük Perhiz bir nevi bedeni terbiye etme orucudur. Finali, İsa Mesih’in Yeniden Dirilişi anlamına gelen ve pazar gününe denk düşen Paskalya Bayramı’dır. Paskalyanın kutlandığı Pazar’dan önceki Cuma günü İsa’nın Hıristiyanların tabirince haç’a, yani çarmıx’a asıldığı acı, ıstırap ve yas günüdür.
İşte Mardinli Süryanilerin, tabii yalnız Asurî-Süryanilerin değil, onu tanıma ya da namını duyma şansını yakalayabilmiş her dinden ve her etnisiteden şahsiyetin adeta sevgili “teyze”si olmuş Nasra Şammashindi 92 yaşında Mardin’de hayata gözlerini yumdu.
Böyle bir günde öte yakaya göçmüş olması nedeniyle mezarlıktaki defin sonrası görüşlerine başvurduğum Mardin Kırklar Kilisesi’nin papazı Peder Gabriyel Akyüz şöyle diyordu: “Biz Süryaniler için Paskalya Bayramını kutladığımız sevinç günü olan pazarla ondan önceki cuma gününe denk gelen hüzün ve acı günlerinde Nasra Hanım’ın vefatı aslında hüzünle sevincin birlikte yaşandığı çok farklı ve anlamlı bir gün oldu. Ve değil mi ki, yasla sevinç birbirinin kardeşidir. Bu da Nasra Şımmeshindi’ye nasip oldu.”
Mardin’in upuzun caddesinin Diyarbakırkapı’dan girildiğinde hemen en başındaki sokaklarından birinin girişinde yer alan ünlü Kırklar Kilisesi bir dönem dünya Süryanilerine ruhani merkezlik de yapmış bir mekân. Yine tarihi günlerinden birine tanıklık ediyor(du). Mardin Deyrul Zahfaran ve Diyarbakır Süryani Metropoliti Saliba Aktaş ve Kırklar Kilisesi Papazı Gabriyel Akyüz öte yakaya göçen Nasra Çilli (Şammashindi) için son görevlerini yapmak üzere ayini/töreni yönetiyorlardı. Çok haklı olarak; “Sadece Süryaniler değil, Araplar, Kürtler, Türkler, Ermeniler de burada Nasra Hanım’a son görevlerini yapmak üzere gelmişler” diyorlardı.
Ölene kadar çalıştı
Mıxsi/ Mıksi/ Mıhsi kelimesi Süryanilerde Kudüs Hacısı anlamını taşır. Şammas ya da Şımmes ise kilisede papaza yardımcılık yapandır. Bu sebeple kendisi de bir Mıxsi olan ve kilisede papaz yardımcılığı da yapmış olan Mıxsi İshak Şammashindi’nin üzerine titrediği kızı olarak nüfustaki kaydına göre 1924 yılında dünyaya gelir Nasra. Kim bilebilir ki! Belki de Kudüs’ü görmüş ve inançlı biri olan baba İshak “Nasıralı İsa”dan etkilenerek kızına Nasra adını koymuştur!
Okula göndermez babası üzerine titrediği Nasra’yı. 12 yaşında nişanlarlar. Kendi ifadesiyle nişanlısı onu sever ama o nişanlısını hiç görmediği için sevmeden evlenir. İki yıl nişanlı kalır ve ondördünde de evlenir. Yine kendi ifadesine göre eşi çalışmayı sevmediğinden “tembel biri olduğundan” Nasra hep çalışır. Halı, kilim dokur, babası ve amcasından öğrendiği basma işlemeciliği ve Süryani boyama sanatını öyle bir yapar ki ömrünü tükettiği son elli yıl içinde sanatı dünyanın her yerinde kendi adıyla birlikte hayli ün kazanır.
Mardin coğrafyasında geçmişi 2500 yıl evveline dayanan kalıpla ve kök boyayla tasvirlerden, dini motiflerden yola çıkarak bez üzerine kalıp ve fırçayla yapılan bezemeler, Nasra Teyze’nin namıyla dünyanın her yanındaki kiliselere yollanır.
Melekler, Süryani Metropolitler, İsa ve 12 Havarisi, Matta, Luka, Markos ve Yuhanna İncilleri, İsa’nın doğumu, son yemeği ve ölümü; perdeler, yazmalar üzerinde kadim doğuya ait renkler üzerinden yeniden hayat bulur Nasra Çilli’nin el işinde…
Torunu ve dostum İbrahim Ezilmez “Bizim için otoriter bir anaydı. Aile içinde otoritesi tartışılmazdı. Ama şefkatli ve sevgi doluydu da. Bu da kiliseye olan bağlılığı ve inancından kaynaklanıyordu” diyordu. Diğer torunu Metin ise; “O denli inançlı biriydi ki, İsa’yı hep çok güzel resmederdi, etrafındakileri ise yamuk yumuk çizerdi. Neden böyle çiziyorsun dediğimizde ise, ‘İsa’nın yanındakiler onu çarmıha gerenlerdi, elim gitmiyor onları düzgün çizmeye’ dediğini”aktarıyordu.
‘Coğrafya kaderdir’
Peygamberlerin vatanı, dağı manasını da taşıyan Mardin, Midyat, İdil arasındaki Turabdin kadim coğrafyasından Arjantin’den tutun, Kanada’ya, oradan İsveç ve Amerika’ya kadar yayılan kalabalık ailesinin ziyaretlerinde “buralarda bizlerle kal”diye ısrarlarına, “Mardin dışında yaşayamam, Mardin’den uzak düşersem kendimi mahpus sayarım” sözleri aslında kendisinden asırlar evvel yaşamış filozofun“coğrafya kaderdir” sözlerinin Nasra Şammashindi’nin şahsında simgeleşmiş haliydi.
Her yıl kendi üzüm bağlarının bağbozumunda kendi üzüm sularından pekmezlerini, kırmızı şaraplarını yapan bir gelenekten geliyor Süyaniler. “Bu geleneği gerçekleştiremediğimiz yıl bize uğursuzluk getirir” sözü yıllarca büyüklerince hep dillendirilmiş…
Bu sebeple üzümün kıymetini bildikleri gibi çalışmanın ve sanatlarının da kadrini kıymetini hep bilmişler. Bu işbilme becerisinin simgesi olmuş Nasra Teyze; “İşimi çok seviyorum. Sevmeseydim gece gündüz çalışmazdım. Yemeği bile unutacak kadar seviyorum işimi. Ölene kadar çalışacağım. Bir gün ölürsem ardımda ceviz ve armut ağacından yapılma ve elli, hatta yüz yıl öncesinden babamdan kalma baskı kalıpları ve fırçalarım kalacak geriye…” demişti.
Geriye sanatı kaldı
Öyle de oldu. Kalıpları, fırçaları, kökboyaları ve dünyanın dört bucağındaki kiliselere dağılmış Nasra Teyze’nin ellerinden çıkmış basma sanatının ürünleri kaldı geriye…
Sağlığında kalıplarının bir kaçını Mardin Müzesi’ne bağışlamıştı. Şimdi kalan diğerleri torunları ve torunlarının çocuklarının elinde yeniden hayat bulacak mı?
Yaşı, kimliği, sanatı, çalışkanlığı, gayreti ve zekâsıyla Mardin yüzyılının simge şahsiyeti öte yakaya göçmüş oldu.
Mardin merkezinin baskın bir Arap kültürü altında olması nedeniyle Nasra Şammashindi-Çilli kendi anadili olan Süryaniceyi hiç konuşamadı, bildiği tek dil Arapçaydı. Bu sebeple definden sonra mezar başında sohbet ettiğimiz ve kendisini çok yakından tanıyan bir aile dostu dil söz konusu olduğunda “Yöre kurbanı”ifadesini gayet masumane bir üslupla kullandı.
Derler ki; insan soyunun yaşadıklarına dair bütün hikâyesi hafızalardadır. Hafızada olan hikâye anlatılır ve paylaşılırsa “efsane” olur. Birilerince kayıt altına alınırsa “belge/belgesel” olur…
Onu tanıyanların Nasra Teyze’si, Nasra Şammashindi Çilli, Mardin göğüne İsa’nın kuşlarından biri olarak uçup gitti. Şimdi “gündüzü mezarlık, gecesi gerdanlık” diye dillendirilen Mardin Ovası’na tepeden bakan 18 asırlık Mor Mihail Kilisesi’nin arka bahçesindeki incir, nar, mahlep ve dut ağaçlarının gölgesinde yatıyor.
Geride sanatı kaldı, sürdürücülerini bekleyerek…
Yazı ve Fotoğraflar Kaynak: Kültür Servisi , Şeyhmuz Diken ; Güncelleme Tarihi: 2 Mayıs 2016
Nasra Şammashindi Anısına Hakan Aytekin'in 2001 yılında çektiği IŞIK SESİNİ ARIYOR BELGESELİNDE yer alan bölüm: