Renkler Solmasın Kültürler Kaybolmasın

             
 
SÜRYANİ TARİHİ
Süryaniler Kimdir?

Eski Tarih

Süryani Tarihinde Bölünmeler

Sessiz Sedasız

Kültür

Risk Altındaki Süryani Mimari Mirası İçin Çağrı

Avrupalı Süryanilerden Orman Bakanına Çağrı

Süryanilerden Tur İzlo'da Yeni Yatırımlar

Malfono Mor NARSAY ve Kendini Tanımak

Kadim Halk Süryanilerden Şlomo yani Selam var

Papaz Diril: Cevap Bekleyen Çok Soru Var

Süryani Göçüne An'larla Tanıklık

İsveç'ten Dünyaya Ezilen Halkların Haberleri

hepsi

 
 
David Vergili / SAYFO 1915 VE SONRASI DOĞU-BATI SÜRYANİLER

Süryaniler ve onların yaşadığı soykırım (Sayfo) konusunda araştırmaları olan İsveç'te yaşayan Hanna Bet-Şawoce ile Süryani gazeteci ve Avrupa Süryani Birliği üyesi David Vergili'nin 1915 Sayfo Soykırımı üzerine yaptığı röportajı sizlerle paylaşıyoruz;

1915 öncesi genel olarak, farklı coğrafyalarda ve birbirinden uzak bulunan Süryaniler’in durumu nasıldı? Süryaniler nerelerde yaşamaktaydı ve sayıları ne kadardı?

Başlıkta deǧinilen Doǧu-Batı Süryani deǧimine raǧmen, burda bir parantez açma gereǧini duyuyorum. Daha doǧrusu, ben Batı Süryanileri ele almak isterim. Yani Yakubi, Melkit ve Maruni topluluklarına baǧlı kalanları.

Doǧu Süryaniler ise, günümüzde Nasturi ve Kildani topluluklarına baǧlı. Aynı coǧrafyayı paylaşmalarına raǧmen aralarında farklı bazı politik yol ve yöntemler sergilendi. Bu yüzden bu son grubu ayrı ele almakta bence yarar var, sanıyorum.

1915 öncesi, iki tümceye sıkıştırılamıyacak kadar, çok geniş bir konu. Bunun çok geniş bir coǧrafyası, uzun bir tarihi, demografisi, zengin bir kültürü, kitaplıkları, arşivleri, folkloru, dili, dilleri, şiveleri,... var. Bunlar ne yazık ki, tarafımızdan henüz araştırılmış, irdelenmiş ve incelenmiş konular deǧil. Bu yüzden onları bu ya da başka bir yöntemle kısaca anlatmak kolay deǧil. Bunları bugüne kadar az çok kilise ve onun dini-mezhepsel endeksi üzerinden aldık. Genelde de bu, politik olarak dinsel ve fanatik-sekterci bir içerikle sunulmuş.

Tarihte, bugüne kadar Yakubi kilisesinin politik çizgisi, hiç sorgulanmamış. Aynı konum diǧer kiliseler için de geçerli. Bu adlarla ortaya neden ve nasıl çıktılar? Ardılları, neden hep dini ve sekterci adla, anıla geldiler?

***
10. yüzyıldan itibaren, Yakubi Kilise, litürji dili olan Klasik Süryanice’ye (Urhoy şivesi) sırtını dönüyor, yerine Arapçayı alıyor. Bu yöntemle kilise içindeki “dil birliǧini” tahribe koyuluyor. Eli kalem tutan ruhbanlar Arapça yazıma hız veriyor. Kilise ardılları bu yönteme teşvik ediliyor. Büyük metropollere Arapçanın egemenliǧi böyle yerleşiyor. Kilise bu yöntemle kırsal alanla arasını açıyor ve bölgecilik ruhu gelişiyor. Doǧal olarak da zamanla kentli Süryani, kırsal alandaki Süryaniyi hor görmeye başlıyor. Bununla, dil birliǧi gibi “toprak birliǧi” de tahribe uǧruyor, etno-kimlik böyle kilise eliyle, başı alınıp kuma gömülüyor.

Bunlar kendiliǧinden mi oldu? Yoo, kesin kendiliǧinden olmadı. Bir kurum olarak kilise, tepesinde, kendine daima bir mekanizma bulundurdu. Bunu yönlendirecek birilerini de daima kendine seçti. Bu seçilenler, geleceǧe yürüyebilmek için, kendine yol çizdi. Bu yoldan da ardıllarını, ahiret yaşantısı ile, tehdit ederek sürükledi.

***

Yakubi Kilisesi gibi, genelde Doǧu-Batı Süryani halkına, özelde de ardıllarına karşı, ezeli düşman olma bayraktarlıǧını, kendine felsefik yöntem yapan, dünyada az dinsel kurum var. Yakubi Kilisesi hem içinde hemde dışında yarattıǧı çeşitli dini-mezhepsel sorunlar nedeniyle, önce Nasturi-Yakubi, sonra Melkit-Yakubi, ardından Yakubilikten kopan Maruni ve yarattıǧı Maruni-Yakubi çekişmesi ve Yakubi ardıllarının sürüler halinde İslama geçmek zorunda kalması konuları, tarih boyunca durmadı. Son konu ile ilgili, Mẖalmoye ve Turabdin kilisesinin ana kiliseden kopması, bunun bariz örnekleri.

***
Doǧu-Batı Süryaniler, başta Yukarı Mezopotamya, Doǧu-Batı Ermenistan, Orta Anadolu’nun sınırlarının dayandıǧı günümüzdeki Ege bölgesine kadar, Akdeniz bölgesi, Pontus ülkesi, Suriye, Irak, İran, Kafkasya, Mısır ve Kıbrıs’ta yoǧundu.

Demografi konusunda, şu an, bir şeyler söylemek bence zor. Sayfo araştırılarına katıldıktan sonra, Kilisenin bile, ardıllarını tanımadıǧını farkına vardık. Örneǧin ruhbanın bulunmadıǧı yerler, Paris Barış Konferansı’na sunulan belgelerde yer almıyor. Yukarı Mezopotamyalı Melkitler, Maruniler, Süryani Katolikler ve Süryani Protestanlar yine yer almıyor. Birde Türkçe, Ermenice, Kürtçe ve Rumca konuşan Süryaniler yine dışında. Bu kesim kilise tarafından tamamen dışlanmış, Süryani bile sayılmıyor.

Günümüzün Türkiye-Suriye sınırının her iki yakası, Kilikya (Çukurova), Akdeniz sahili Melkit ve Marunilerle yoǧun yerleşikti. Onlara ne oldu? Şu an elimizde bilgi çok az. 

1915 Sayfo öncesinde de Süryaniler farklı tarihlerde saldırılara ve katliamlara uğradı. Hakkari ve Diyarbakır bunların başında gelmektedir. 1915’e gelinen süreç nasıl işledi?

Sözlü anlatımın verileri bize, her 20 yılda bir Sayfo olduǧunu veriyor. Bugün bilindikler 1832, 1843, 1895, 1909, 1915 ve sonrası... Aslında bunların arasında da pogromlar söz konusu, araştırı yapılmadıǧı için örnegin 1. ve 2. Balkan Savaşı’nda ne oldu pek bilinmiyor? Bir sürü olayın olduǧuna dair, yavaş da olsa ip uçları artık bulunuyor.

Hamidiye Alayları örgütlenmesinden önce, devletin yine örgütlediǧi çeşitli katil sürüleri vardı. Yeni-çeriler bunlardan biri, daha sonra Başıbozuklar, yine Kürt ve diǧer halklara baǧlı olan aşiretler, bunlar yerel ve merkezi merciler tarafından harekete sokulurdu. Bilinilmeyen büyük kıyımlar yaşandı. Henüz bunlara bilimciler el atmış deǧil.

***
Osmanlı devleti, kurulduktan hemen sonra, demografik mühendisliǧe el attı. Önce Anadolu’da, Mezopotamya’da, Ermenistan’da ve Helenistan’da yoǧun yaşıyan Hıristiyanlar zorla türlü-türlü haraçlara baǧlandı. Bunu zorla islamlaştırma izledi. İslama geçenler bir daha dönmeden Türk, Arap, Kürt vb oldu. Hıristiyanların yoǧun bulunduǧu yerlere, uzak yerlerden yine Müslüman göçmenler getirildi. Ve zorba yöntemlere, her yerde mekanizma kuruldu. “Vur, kır, yak!” kültürü politik çizginin günlük yaşamı yapıldı.

***
Zimmilik sisteminin (Arapçası ahël al-ḏëmma, islam hukukuna göre, islam dinine baǧlı olmayanlara tanınan yaşam biçimi) konusu çok önemli, bunun yarattıǧı tahribat, tarafımızdan hiç bilinmiyor. Zimmilik sistemi ile Hıristiyan insan köle yapıldı. Baştaki Müslüman yöneticiye baǧlı olarak, istenilen zamanda sevildi, istenilen zamanda da kesildi.

Osmanlı devletinde, zimmiliǧin yerini alan Millet Sistemi, başaşaǧı gidişimizin modern dönemdeki startı oldu. Her kiliseye dini-mezhepsel adla “millet” statüsü verildi. Ben bu statüye kiliselerimizin Truvalılaştırılması, diyorum. İçte halk, bu felsefik böl-yönet politik çizgi ile, birbirine ezeli düşman yapıldı. Bu süreç Sayfo 1915’e kadar sürdü. Sayfo’da bu düşmanlıklar nedeniyle, genel bir direnme olmadıǧı gibi, katille gönüllü işbirliǧi ve yaygın jurnalcilik, kilise ve ruhbanları tarafından yapıldı. Bunun örnekleri boldur.

Osmanlı Türk yönetiminin amacı neydi ve bu amaç nasıl gerçekleşti? 

1915 Sayfo'dan Kareler

“Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları,” İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, Kasım 1986, s. 165-66. Adlı kitaptan alınan aşaǧıdaki alıntı, Sayfo’nun ne zaman tetiklendiǧi veriliyor ...

“Talat Bey hiyanetleri görülen unsurlardan memleketi temizlemeyi ön safa almıştı...

Edirne istirdad edilmiş (geri alınmış), (...) Dahil ve hariçte hükümetin mevkii kuvvetlenmişti. Talat Bey, Balkan Harbindeki hiyanetleri tebarüz eden anasırlardan memleketi temizlemeyi ön safa almıştı.

Alınan tedbirler şu oldu: Valiler ve diǧer memurin resmen işe müdahale eder görünmeyecek. Cemiyetin teşkilatı işi idare edecek. Bir vak’a ihdas edilmeyerek, yalnız Rumlar ürkütülecek, bu talimat dahilinde hareket başladı.”

***
Savaş başlamadan önce, İttihad ve Terakki Fırkası, Soykırıma giden yolun hazırlıklarına önce etnografik bir harita yapmakla başladı. Müslüman olmayan tüm ruhani liderlere, İçişleri Bakanı Talat’tan telgraf yollanır. Bu ruhanilerden topluluklarının nüfuslarını gösteren bilgiler istiyor. Vermiyenlerin aǧır cezalandırılacaǧını, eklemeyi unutmuyor. Kimin nerde, nüfusu ne kadar, ortaya dökülüyor.

23 ocak 1913 darbesinden sonra, İttihadçıların türkleştirme politikası hız alıyor. Teşkilatı-Mahsusa artık görevde. Büyük kentlerde ha bire politik cinayetler işleniyor. Muhalif gazteciler, politikacılar ve aydınlar suikastlerle yok ediliyor. Toplumda korku yaratılıyor.

2 Aǧustos 1914’te Osmanlı hükümeti Almanya ile gizli bir askeri antlaşma yapıyor. Almanya’nın yanında savaşa giriyor. Aynı günde Seferberlik ilan ediliyor. 20-45 yaş arası erkekler silah altına alınıyor. Osmanlı hükümeti 11 Kasım 1914’te savaşa, 23 Kasım’da cihat ilan eder.

1915 Sayfo döneminde Süryaniler neler yaşadı?

Geçmiş Sayfo´larda olduǧu gibi, 1915 Sayfo’sunda yine kilise Truva atı. Patrikhane Mardin’den kiliselere fetvalı bildiriler gönderiyor. Bu bildirilerinde, devletin yanında, iç ve dış düşmana karşı yer alınmanın önemine vurgu yapıyor. Buna karşı gelenlerin aforoz edileceǧi yer alıyor. Herkesin Seferberliǧe katılması isteniyor.

Seferberlik ilanından sonra, büyük kentlerde Müslüman güruh, sokaklarda Seferberliǧi davul zurna ve elinde kılıç ve hançerlerle karşılıyor. Hıristiyanların bulunduǧu semt ve mahallelere böyle gidiliyor. Burada ölüm dansı sergilemeleriyle Hıristiyanların yüreǧi daǧlanıyor. Aynısı geçmişteki kıyımlar sırasında da yapıldı. Hıristiyanlar bu eyleme hiç yabancı deǧildi.

Büyük kentlerde Seferberlik toplanmaya başlandı. Yaş 20-45.

Mardin’de Seferberlik ilanı sırasında, önce halka teskereler (nüfus cüzdanı) daǧıtıldı. Kim Hıristiyan, kim Müslüman belirlendi. Teskerenin taşınma zorunluluǧu getirildi. Tellallar aracılıǧı ile halka sürekli bildiriler duyuruluyor. Bu bildirimlerden biri: Askerliǧe gitmek istemiyen Hıristiyanlar, bunu bedel vererek yerine getirebilirler. Başvuru yapmak istiyenler, teskereleri ile birlikte, askerlik şubesine hemen başvursun dendi. 

Herkes panik içinde koşa koşa gidiyor. Yüksek toplam karşılıǧı, ellerine sahte belge iliştiriliyor, Hıristiyanlar askerlikten kurtulduklarını sandı. İkinci bir bedel istendi, yine karşılıǧı verildi. Bu yöntemle merciler, insanların cebindeki parayı boşalttı, kaçış olanaklarını kısıtlattı. Bedel ödiyenlerin tek tek cinayetine başlandı. Evlerine saldırıldı. Tutuklamalar başladı.

Diǧer birimlerde de Seferberlik için erkekler toplandı. Örneǧin Midyat gibi bir yerden 2 bin erkek, ellerinden birbirine baǧlı Hasan-Kale’ye, cepheye gideceklermiş. Midyat-H̱asno (Hasankeyf) yolu üzerinden yürüyerek yola koyuldu. H̱asno’ya varana kadar, grupta 500 kişi kalmış. Başlarındaki nöbetçiler, grup-grup onları elimine ediyor. Diǧer birçok yer için de konum aynı.

Sözlü tarih verilerine göre, askerlikte, Genel Kurmay’dan İsmet İnönü’den gelen bir emirle, silah altındaki Hıristiyan askerler geceleri yerlerinden “göreviniz var” emri ile alınıyor. Tenha ve sessiz yerlerde kurşuna diziliyorlar.

***
Teşkilatı Mahsusa’nın örgütlediǧi Kürt aşiretleri kırsal alanda örneǧin Amed’te “cendırmeyin bejik, eskerin bejik”, Mardin’de “Al-Xamsin”, Botan’da eski Hamidiyeler, “Hafif Süvari Fırkaları”, kıyıma 1914’te başlıyor. Canını zorla kurtaran birçok insan, daha büyük birimlere ulaştıǧında, olanları Hıristiyanlara anlatıyor, ama olana kimse inanmak istemedi. Hele liderler, anlatılana hiç inanmıyordu.

Sayfo nerelerde yaşandı ve Süryaniler’e demografik, sosyal, kültürel ve ekonomik etkisi ne oldu?

1915 Sayfo Sırasında Katledilen Masum İnsanlarDoǧu-Batı Süryanilerin yoǧun yaşadıǧı Yukarı Mezopotamya, Kilikya, Batı Ermenistan, Urmiye ve kırsal alanı, Kuzey Irak ve Suriye’nin kuzeyi, kıyımı iliǧine kadar yaşadı. Büyük bir yıkım ve alt-üst oluş oldu. Demografi tamamen olmazsa bile, ona yakın bir yıkımla sonlandı. Kültürel olarak bitme noktası, ekonomi tarumar ve el deǧiştirdi. Kısaca, Sayfo öncesi, toplumdaki yerleri sıfırlandı.

Halk içindeki liderlerin, Siirt metropoliti Aday Şer, Urmiye metropoliti ve aynı zamanda Süryanice sözlük yazarı Tuma Udo ve Ašur Yusuf, elimine edilmesini nasıl açıklamak gerekir?

İttihadçılar, Sayfo’dan çok önceleri, kim nedir, neyin nesidir, diye araştırı yapıyor. Talat Paşa bunu şöyle açıklıyordu: “... Anadolu bizim için kapalı bir kutudur, önce bunun içini tanımamız, sonra bu millete layık hizmetlerde bulunmamız lazım, geldiǧine inanıyorum.”

Örneǧin yıl 1906’da, Çerkez Ömer Naci Bey, İttihad’ın ilk kurucularından ve merkezde üye, Urmiye’ye geliyor. İnceleme yapıyor. Burda Doǧu Süryanilerin kültürel, dilsel, sanatsal, yayın,... çalışmalarını yakından görüyor. Bir rönesans yaşamını görüyor Doǧu Süryanilerin yanında. Sayfo’da, Urmiye’de Naci Bey’in kendisi, elindeki cezaevinden salınan katillerle beraber kıyım yapıyor. Ali İhsan Sabis Paşa, Savaş bakanı Enver’in Amcası Halil Paşa, Van valisi Cevdet burda yine elindeki Kasap Taburu ile kıyıma katılıyordu.

Buna benzer çalışmaları Enver Behnan Şapolyo, 1964’te yayınladıǧı “Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi” adlı çalışmasında ele alıyor. Örneǧin İttihadtan Baha Sait Bey, Kızılbaş ve Bektaşileri, Bursalı Mehmet Tahir ve Hasan Fehmi Hoca, Ahileri, Esat Uras Bey, Ermenileri tetkik ediyor.

Şapolyo’nun bu çalışmasında bir bölüm olarak da “Hıristiyanlık ve Musevilikte Mezhep ve Tarikatler” adıyla ayrı ele aldıǧı bu bölümde, Doǧu-Batı Süryanilerin içindeki dini-mezhepsel ayrılıklara da deǧiniyor. Ama bu çalışmayı kimin ve nasıl yaptıǧına deǧinmiyor.

Siirt’te Kildani Kilisesi metropoliti Adday Šer (1867-1915), Batı Avrupa’da yayın yapan çeşitli Doǧubilimi dergileriyle, doǧubilimcilerle ilişkisi vardı. Onun bu dergilerde yayınlanmış bir sürü çeviri ve yazısı var. Başında bulunduǧu piskoposluk makamı Mar Ya’qub Manastırı çok eski bir yer. İçinde çok zengin bir arşiv ve kitaplık vardı. Gün yüzüne çıkmamış, bir sürü ürünü onun çalışmaları sayesinde öǧreniyoruz.

1915’te bu kitaplık ve arşiv, devlete baǧlı Kürt katiller tarafından ateşe verildi. Piskopos Adday, yakın dostu Tanzeli Osman Aǧa’nın yanında bir süre saklı yaşamasından sonra yakalanıyor. Siirt’e getiriliyor. Kurşuna dizileceǧi meydanda, son duasını ve piskoposluk giysilerini, giymek için İttihadçı mutasarrıf Hilmi Bey’den ricada bulunuyor. Ricası kabul edildikten sonra, giyinip son duasını yapar, hazır olduǧunu iletir.

Kurşunlara hedef olmazdan önce Osmanlıca şöyle der: “Qahır ola müstemleke Osmanli! Çok yaşa Asuristan! Çok yaşa Kildanistan!” dedikten sonra üzerine kurşun yaǧar. Mutasarrıf Hilmi Bey, bununla yetinmiyor, ona piskoposun kesik kafası, bir tabak üzerinde getiriliyor. Kesik kafaya tükürüyor ve ona olan öfkesini “Kahpe kara cübbeli!” diye içindeki zehirini kusuyor. Kafasız kalan gövdesi, cani bir güruh tarafından, teşhir için sokaklarda sürüklendi.

Tuma Udo (1855-1918), yine birçok dilsel, dinsel ve kültürel ürünler verdi. Bunların başında onun 1890’da ürettiǧi ünlü Süryanice açıklamalı Süryanice sözlüǧü var. Udo, Urmiye’de direnen halkın yanında savunma savaşına katılıyor. Azgınlaşan düşman saldırıları önünde, kendini savunamıyacak duruma düşen Udo, diǧer bir çok Süryani ile birlikte ele geçiyor. Bir saldırganın yakından yüzüne ateş etmesiyle gözünü kaybediyor. Çırılçıplak soyuluyor, bu halde sokaklarda gezdiriliyor. Kan kaybından yere düşen Udo, yeniden kurşunlanıyor ve kaldıǧı yerde bırakılıyor.

Yine Ašur Yusuf (1858-1915), Xarput’ta ABD’li misyonerlerin kurduǧu Harput Kolejinde İngilizce dersler veriyordu. Muršid Ašuriyin adlı bir dergiyi 1915’e kadar yayınladı. Önce dergi yayını yasaklandı, hemen ardından da kendisi tutuklandı. İşkence ile öldürüldü.

Eli kalem tutan daha başka aydınlarda bu yöntemlerle ortadan kaldırıldı, Urhoy’dan Jorji Rassam, Omid’ten Hilmi Boyaji ve daha başkaları.

Soykırım esnasında Süryaniler’e yardım eden ve saklayan yönetici ve siviller de oldu. Bunlarla ilgili örnek verir misiniz ve bu insanlarla ilgili düşünceleriniz nedir?

Doǧal olarak, her toplumun içinde, varolan vahşete raǧmen, insanlıǧını yitirmemiş insanlara rastlamak olanaklı. Hemen hemen her yerde böylesi insanlar Sayfo sırasında vardı. Bunlar hem bürokrat ve hemde sıradan insan. Örneǧin Siirt’te Belediye başkanı Abdülrezzak, tutumu nedeniyle görevi elinden alınıyor. Lice kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey, Vali Çerkez Reşid’in çetesi tarafından öldürülüyor, Mardin mutasarrıfları Hilmi ve Şefik Beyler, Beşiri kaymakamı Sabit Bey gibi.

Turabdin’de örneǧin Hacoye Xortık, Marbobo’da Serẖano, Šigur (Sincar) daǧında Ezidi Şeyhi H̱amoye Šarro ve daha başkalarını anmak gerekiyor, bu deǧerli insanları unutmamak gerek.

Süryaniler’in Sayfo sonrası durumu nasıldı?

1915 Sayfo SonrasıSayfo’dan sonra her yer alt-üst olmuş. Talan nedeniyle evler çırılçılak, bomboş bırakılmış. Tarlalar, bahçeler ve baǧlar tahrip edilmiş. Sayfo’dan kurtulanlar, yaşama sıfırın altından başlamış. Hastalıklar her yanı sarmış, tek tek yine tutuklamalar, cinayetler ve ayakta kalan kadınlara tecavüzler başlamış. Bir lokma bulmak için her yanda dilenmeye gidilmiş. Yetimler, dullar ve kimsesizler çoǧalmış.

Büyük kentlerde ekmek uǧruna, birçok kadın vücudunu satmaya yönelmiş. Birçok yetim çocuk merciler tarafından yetimhanelere alınmış, hem Müslüman ve hemde Türk yapılmış. Bu çocuklardan Kazım Karabekir bir çocuk ordusu yapmış.

Hemen hemen her İttihadçı bürokratın yanında, kullanmak için, bir grup kadın bulunmuş. Bu kadınlardan kimi öldürülmüş, kimi satılmış, kimi intihar etmiş ve kimi de genelevini boylamış. Büyük kentlerin genelevleri, otel ve randevuları, 1960’ların sonuna kadar bu kadınlarla dolu imiş.

Yani Hıristiyanlar horlama, aşaǧılama, nefret ve toplumun kustuǧu kinle yaşamaya, Sayfo’dan sonra cumhuriyette de, devam etmiş.

Göç edebilenler, bu süre çeşitli ülkelere göç etmiş. Birçok insanda Kürtlerin yanında köle olarak çalışmak zorunda kalmış.

1915 Sayfo öncesi ve sonrasında Süryaniler’in bölgedeki halklarla ilişkileri nasıldı?

Sayfo’dan sonra, komşularımıza olan güven sıfırın çok altına düştü. Bu nedenle “Müslüman elma bile olsa, onu yırtık olan cebinize koyun” deyimi sık kullanıla geldi. Etkisi bugün bile, hafızamızdan silinmiş deǧil. Sıkıştıkça da deyime hemen sarılma oluyor.

1960’ların devrimci yükselişinin getirdiǧi düşün ve mücadele yöntemi, bizi az çok etkiledi. Daha sonra Kürt ulusal hareketinin verdiǧi mücadele, bunu daha da etkiledi. Etkilemeye de hala devam ediyor.

Yani bugün komşuluk ilişkimizin yanı sıra, ortak politik çıkara yönelik düşünce filizleniyor, ya da söz konusu olmaya başlıyor. Bu sevindirici!

Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan uluslararası toplantılarda Süryaniler de farklı zamanlarda ve farklı komitelerle toplantılara katıldı. Ancak herhangi bir kazanım elde etmediler. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Bu konuda ayrıca yazılmış yeni kitabınız var.

Bu konu üzerine olan bilgimiz, yok denecek kadardı. Paris Barış Konferansı’na sadece piskopos Afrem Barşom liderliǧinde bir delegasyonun gittiǧini önce öǧrendik. Araştırı çalışmaların devam etmesi nedeniyle, bugün daha başka delegasyonlarında, katıldıǧını öǧreniyoruz. Bunlar Amerika’dan, Kafkasya’dan, Irak’tan, İran’dan, Suriye’den ve Türkiye’den gittiǧini, Paris’te bir araya geldikleri, bir tek delegasyon “Assyro-Chaldean Delegation” halinde temsil edilmek için aralarında tartıştıkları, aralarında uyuşmasızlıkların, sorunların olduǧunu da öǧreniyoruz.

***

Benim bu konuda henüz yazılmış kitabım yok! Topladıǧım belge ve bilgileri antoloji şeklinde, seri yayınlıyorum. Şu ana kadar bu belge ve bilgiden 3 tane cild yayınladım. 3. şu an yeni çıktı. Bu bilgi ve belgeler çeşitli dilde, onları İsveççe’ye çevirip ve yayınladım. Ilk cild Amazon’dan İngilizce çıktı, istiyenler onu ordan satın alabilir.

İlke olarak bu antoloji çalışmasında Sayfo öncesi, sırası ve sonrası bilgi içeriyor. Bunların okunması ve bilinmesi önem taşıyor.

***
Yayınlanan diǧer bir önemli kitapta, Kerboranlı bir amcamızın Paris’te, 1919’dan 1925’e kadarki ulusal politik çalışması ile ilgili. Bu amca, Fransızca bir dergi yayınlaması yanında, Asur-Kildani halkı ile ilgili çeşitli raporlar ve memorandumlar kaleme aldı, kitap yazdı. Bu amcamızın adı Kerboranlı Ya’qub ve İbrahim’dir.

Kısaca, dünümüzü bilmeden, geleceǧe yürümemizin olanaksız olduǧunu itiraf etmek zorundayım. Yıllarca yaptıǧımız yayınlar nedeniyle Sayfo ve tarihimiz, az çok öǧrenilmeye başlanmış. Ama unutulmasın, yolumuz daha çok uzun ve ince. Herkes, olanakları çerçevesinde, üzerine düşeni ard niyetsiz yapabilse, sanırım bu çalışmalarımız, bizleri daha iyi bir zemin üzerinde oturtabilecek, diye düşünüyorum. Bu olgunluk için, mücadele vermek zorundayız.

Yüzyıl sonra Süryaniler Ortadoğu ülkelerinde tekrar soykırım tehlikesi altındadır. Süryaniler ne yapmalı sizce?

Sayfo’dan sonra Sayfo hiç durmadı, hep devam etti. Bunu kavramak için bilimsel araştırılara önem vermemiz gerekiyor. Konuyu sadece “öldürüldük” söylemiyle noktalamamak gerek. Bu konuda kilisenin ürettiǧi kader ve kaderci söylemlerden de uzak durmalıyız. Bu ve benzeri çalışmalarda, piyonculukta ün yapmış kiliseye ve kilisecilere öncülük verilmemeli, önem taşıyor.

Neden öldürüldük? Her yandan araştırılmalı. Bu konuda araştırmacılar çoǧaltılmalı. Onlara ve görüşlerine saygı duyulmalı. Bunları yapabilmemiz için içimizdeki feodalite, tutuculuk, sektercilik, apolitiklik,... iyi kavranmalı. Kilisenin tarihte oynadıǧı olumsuz rolü mercek altına almalı. Arşivlerini araştırmacılara açması için, baskı yapılmalı, bu istem sürekli ve her yerde dillendirilmeli.

Süryaniler ne yapmalı?

Bilimle uǧraşanlarımız, geleceǧin araştırıları için, şimdiden kurumlaşma düşüncelerini pratiǧe dökmeli. Yaratacakları böylesi kurum, politik olarak baǧımsız olmalı. Tutucu ve feodal-sekterci düşüncelere uzak durmalı.
Politik arenamızda varolan ulusal, politik, kültürel ve hümanist düşünceli kurumlara düşün üretmeli. Bilimsel yayınlar yayınlamalı. Çaǧdaş dilimizi, yani şurayt’a eǧilmeli, onu ulusal bir iletişim dili yapmalı, ve onu kesinlikle gerici ruhban ve šamošelerin tekeline bırakmamalı.

İsveç ve Ermenistan Sayfo’yu resmen tanıyan iki ülke. Bundan sonra nasıl bir yol alınmalıdır?

Doǧal olarak, Sayfo ile ilgili ürün ürettikçe, konu daha iyi anlaşılır bir hal alıyor. Bundan 20-30 yıl öncesine bir bakalım, durum bu sıra neydi? Şu an ne? Arada epey fark var! Geçmişte bilgi ve belge içeren ürünümüz yok denecek kadar!.. Aramızda sadece teselli anlamında, gece sohbetlerinde, evlerde birbirimize anlatır dururduk Sayfo’yu. Verilen mücadele nedeniyle, bugün Sayfo sözcüǧü politik bir anlamla yüklendi, dünya gündemine oturdu. Bu kendiliǧinden elbette olmadı!

Gelecek için baǧımsız ulusal bir kitaplık ve arşiv kurmak, bizim için zorunlu olmalı. Bunu Avrupa’nın her ülkesinde dijital ya da fiziki yapmak önem taşıyor. Böylesi bir kurumu yaratmak hiç zor deǧil! Bunu kurarkende içi boş, sekterci, mezhepçi, kiliseci, tutucu, feodal ve ailevi bir düşünle yapmamalıyız.

Röopartajı Gerçekleştiren: David Vergili Günceleme Tarihi:24 Nisan 2015  

 
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım