- Bugün Süryani ve Ermeni soykırımı 100. yılını doldurdu. O dönemde bölge nüfusunun %25'ini oluşturan Ermenilerden, kıyım sonrasında bölgedeki sayısı çok az, Süryanilerle birlikte birkaç bine düştü. Geri kalanın tümü öldürüldü, sürgün edildi ya da korkudan göç etti. Mal ve mülklerine el konuldu, kızların dini değiştirilerek evlendirildi. Kiliseler camiye dönüştürüldü, el konuldu. Sorun, uluslararası hukuk, insan hakları, soykırım ve insanlık suçuyla yakından alakalı olduğu için, BM ve AP gündemine geldi. Birçok ülke parlamentosunda tartışıldı ve soykırım olduğu kebul edildi. Türkiye'nin kendi tarihiyle yüzleşmesi istendi. Hükümet, değişik tarihi yıldönümü ve bayramları kutlayarak duymamazlıktan geldi. Konuyu zamana yayma siyaseti güdüldü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçen yıl 24 Nisan Olayları'yla ilgili yayınladığı mesaj, ülkede huzur ve kalıcı barışın sağlanılması, soykırımın tanımı ve diyalog yolu ile çözümü konusunda ümit vermişti. Bu yıl benzer açıklama Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından yapıldı. Çözüm için Erdoğan'ın mesajı gösterildi. Geçtığimiz yıl, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mesajı yeterince tartışılmadı. Sorunun çözümü için adımlar atılmadı.
Soykırımın 100. yılında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mektubunu yazar Feyyaz Kerimo ile tartıştık. Yazar Kerimo insan hakları, azınlıklar ve demokrasi konusunda yetkin. Bu konuda birçok konferansa katılmış, analizleri medyada paylaşılmış, tartışma konusu olmuştur.
- 24 Nisan 2014'te Başbakan sıfatıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın konuyla ilgili mesajı yayınlandı:
'Türkiye'de 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir... Türkiye Cumhuriyeti olarak 1915 olaylarının bilimsel bir şekilde incelenmesi için ortak tarih komisyonu kurulması çağrısında bulunduk. Bu çağrı geçerliliğini korumaktadır. Türk, Ermeni ve uluslararası tarihçilerin yapacağı çalışma, 1915 olaylarının aydınlatılmasında ve tarihin doğru anlaşılmasında önemli bir rol oynayacaktır.'
Açıklama özelde Ermenilere yönelik olsa da, bu süreçte yara almış diğer kültürleri de kapsaması gerekir, diye düşünüyorum. Özellikle Asuri Suryanilerin tarihçi ve hukukçuların konuya yaklaşımı ne? Barışçıl ve yumuşak bir zeminde sürecin başlangıcı adına, bir adım atılamaz mı? Devletin en üst yetkilisinin, konuyu hukuken ve tarihsel olarak tartışmaya hazır olmasına sıcak bakılması için, ne yapılması gerek?
Tarih, kurbanlardan değil, tabiri caizse ‘öldüren’ taraftan ‘merhamet’ yada sizin deyiminizle ‘barışçıl ve yumuşak bir zeminde sürecin başlangıcı’ adına bir girişim beklediğine tanık olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ülkenin bugün en yakıcı sorunu olan Kürt Sorunu’nda dahi saldırgan, provakatif ve ırkçı bir siyaset izlerken 1915 Soykırımı konusunda bir adım beklemek, en azından bugün için ‘şaka’ gibi görünüyor.
Geçen yıl o açıklamayı yapan aynı Erdoğan, son bir yıldır 2015’i Çanakkale çıkarması adında bir proje ile ırkçı ve gerici (bildiğimiz haliyle, ‘yani Türk-İslam Sentezi’) bir kampanyaya dönüştürdü!
Her konuda olduğu gibi bu konuyu da bir seçim malzemesi olarak gördüğü için Erdoğan (ve Davutoğlu Hükümeti), 7 Haziran’daki seçimler sebebiyle ülkedeki milliyetçi, muhafazakar ve kararsız seçmenlerin oylarına göz dikmiştir. 7 Haziran seçimlerinin propaganda aracı haline dönüştürülen 1915 Soykırımının 100. Yılı, Çanakkale Kampanyasıyla tamamen üzeri örtülmeye çabalanmış, gerek devletin bütün kaynakları gerekse bütün medya kanalları kullanılarak ırkçı ve hristiyan karşıtı bir histeri başlatılmıştır.
Ancak gerek Avrupa Parlamentosu’nun aldığı Soykırım Kararı, gerekse 1915 konusunda dünya çapında oluşan ‘olumlu’ hava nedeniyle Çanakkale Çıkarması Erdoğan’ın elinde patlamıştır! Büyük bir fiyaskoya dönüşmüştür! Ne yapacaklarını, nasıl viraj edeceklerini bilemiyorlar! Kendi yarattıkları ırkçı ve gerici havayı Davutoğlu’nun son yaptığı açıklamasıyla ‘yumuşatmaya’ çabalıyorlar! Ama nafile!
Bu saydığım sebeplerden dolayı, mevcut Hükümetin bu konuya kesinlikle samimi olarak yaklaşmadığını düşünüyorum. Bu 24 Nisan’da da, ne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne de Başbakan Davutoğlu’nun 1915 Soykırımını tanıyacağına kesinlikle inanmıyorum ve beklemiyorum.
- 'Bugünün dünyasında tarihten husumet çıkarmak ve yeni kavgalar üretmek kabul edilebilir olmadığı gibi ortak geleceğimizin inşası bakımından hiçbir şekilde yararlı da değildir', diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Karşılıklı güven ve barış içinde 'ortak geleceğin inşası'nı bende önemli görüyorum. Sizce öyle bir süreci başlatmak için şartların olgun mu? Bu şartların, karşılıklı özveride bulunarak hızlandırılması nasıl sağlanabilir?
Halkların birbirini boğazladığı ve internet üzerinden kafa kesme tekniklerini öğrenmek isteyenlerin bolca örnek bulabileceği bir süreçten geçiyoruz. Başımızı ne tarafa dönsek, kan ve açlık kokusu sarmış yerküreyi. İnsanlık, ilkel çağlarda dahi bu derece barbarlık herhalde görmemiştir. İnsanoğlunun freni patlamış! Böyle bir ortamda umutlu olabilmek, geleceğe dair bir çift olumlu söz söyleyebilmek, üstelik Ortadoğu coğrafyası üzerine, çok zor. Bir akıl tutulması yaşıyoruz çünkü.
Ükemizde de durum aynen böyledir. Maden İşçileri Soma’da can verirken, ‘bu onların fıtratında var’ denilerek olayın kendisi hakkında ‘normalmış’ algısı yaratılıyor. Alakasız bir mesele hakkında konuşurken bu ülkenin Cumhurbaşkanı, ‘..afedersiniz..Ermeni dediler..’ diyerek, tarihte kendisine karşı bir insanlık suçu işlenen bir halkın adıyla yüklü önyargılar daha da perçinleniyor, ırkçılık sıradanlaştırılıyor. Bir trafik kazası veya vahşice işlenen bir tecavüz vakası, ‘kaderi böyleymiş’ denilerek Tanrı’ya havale ediliyor.
Herşey gerçekten de dibe vurdu ya da vuracak gibi. Ancak bütün bunlara rağmen toplumlar, bazen herşeyin dibe vurduğu dönemlerde ayağa kalkarlar. İşte bu yüzden ben, ortak geleceğin inşası gibi çok iddialı bir toplum projesini iktidardan ve yukardan aşağıya doğru gerçekleştirilmesini bekleyen bir siyasal anlayışa sahip değilim.
Aksine, bu toplumsal inşa süreci, yanıbaşımızdaki komşumuzla birlikte, elele, iyiden güzelden yana ne varsa, cesaretle ve aşağıdan yukarıyı zorlayacak şekilde bir toplumsal mücadelenin geliştirilmesiyle münkün olabileceğini düşünenlerdenim. Mahallede, sokakta, okulda, fabrikada, tarlada ve toplumun her bir köşesinde bu gidişata ve çürümüşlüğe itiraz eden bir siyasal kültür ve mücadelenin geliştirilmesi bizi bugünden yarına taşıyacak güzelliklerin yaratıcısı olacaktır.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamsında ilgi çeken diğer bir nokta bu: 'Etnik ve dini kökeni ne olursa olsun yüzlerce yıl bir arada yaşamış, sanattan diplomasiye, devlet idaresinden ticarete kadar her alanda ortak değerler üretmiş Anadolu insanları, yeni bir gelecek inşa edebilecek imkân ve kabiliyetlere bugün de sahiptir.'
Turabdin'de en son Mor Gabriel davasında bir kısım arazileri iade edilmesi olumlu. Ancak tümü iade edilmemiş ve dava sürüyor. Öte yandan birkaç gün önce bi Suryani derneği kapatıldı. Orada yaşayan Suryanilerin üzerinde bir takım baskılardan söz ediliyor. Sizce Turadindeki Suryanilerin diğer halklarla beraber yaşaması için, yapılmayanlar neler? Hangi reform ve hukuksal değişikliklerin olması lazım?
Süryaniler, hem güçsüz, hem örgütsüz, hem ‘vatansız’, hem ‘bilinçsiz’ hem de sayısal anlamda çok küçük bir halk! Ülkede hepsini biraraya toplamak istesen, bir futbol stadyumunu bile doldurmazsın! Her anlamıyla kişiliği ve benliği kendine düşman hale getirilmiş bir toplum. İki Süryani bir araya gelip de bir işi ortak yapacak bir hamura sahip değiller. Bir ulusal demokratik haklar mücadelesi ve onun yarattığı toplumsal değerler sistemine sahip değiller. Oluşturdukları sıradan bir örgüt veya federasyonu bile, düşman ilan ettikleri diktatör ülkeler gibi tamamen ‘diktatörce’ ve ‘tekçi’ anlayışla götürüyorlar. Çoğulculuk, farklı fikirlere saygı, farklı kültürlere hoşgörü denen meziyetler bizim ne toplumumuzda ne de örgütlerimizde var. Halkın içinde bu yaygın olmasa dahi belli kesimlerde en azından bir hoşgörü var. Ancak örgütler, tam bir facia. Bu neden böyle diye sorulabilir?
Elbette bunun kökleri Soykırıma kadar uzanıyor. Çünkü bunlar da soykırımın birer sonucu. Soykırımın ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de, başkasına, ötekine güvensizliktir. Bu yüzden de, diğer halklarla birlikte yaşamdan bahsedeceksek, bu adım yada adımların ilk önce komşu halklardan gelmesi çok önemli.
Soykırım sonrası yaşanan travmalar üzerine önemli araştırmalar yapmış Suzan Kaplan, ‘Soykırımdan kurtulanlar, bu toplu cinayeti işleyenlerin, işledikleri suçu kabul etmeden ve bunun gereklerini yerine getirmedikleri sürece kurbanların torunları ürkeklikleri ve endişelerini devamlı muhafaza edeceklerdir’ diyor. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Soykırımda aktif rol almış bazı Kürt aşiretlerinin Soykırımı kabul etmeleri ve tanımaları bu nedenle çok önemlidir. Komşusuna güven vermesi ve Süryanilerin kendisine güvenmesi açısından bu sadece bir başlangıç olacaktır.
Ancak esas iş daha sonra başlayacaktır: Süryanilerin yaşadığı Turabdin bölgesinde aşiret yapıları halen mevcuttur. Feodal sistem olduğu gibi muhafaza edilmektedir. Kürt özgürlük hareketinin güçlü olduğu yerlerde bunlar büyük ölçüde aşılmıştır. Ancak geniş kitleler arasında gerici Kürt aşiretleri oldukça yaygın ve güçlü bir zemine sahipler. Bu aşiretler de Süryani halkına nefes aldırmıyorlar ve halen taciz etme, Süryani mal ve mülklerine el koyma ve Süryanileri korkutarak oradan kaçırmak için herşeyi yapmaktalar. Bu aşiret yapılarının çözülmesi veya etkisiz hale geitirilmesi sadece Süryaniler açısından değil aynı zamanda Kürt halkı için de büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu aşiretler, tarihsel süreçte hem devlet ile içiçe olmuş ve devletin bizim bölgemizdeki maşası (veya kolluk güçleri) rolünü üstlenmiştir hem de bölgedeki yoksul Süryani ve Kürt köylülerine daima zarar vermiştir. Son olarak Köy Korucuları sistemi bunun en somut örneğidir.
İşte bu nedenle, bölgenin ‘çehresinin’ değişmesi çok önemli olmakla beraber, esas olarak Süryanilerin bu ülkede rahat yaşayabilmeleri için hukusal açıdan faşist 1982 Anayasasının çöplüğe atılması gerekir.
Bunun yerine, herhangi bir etnisiteye öncelik tanımayan; bütün etnisitelere, dinlere, kültürlere ve renklere eşit mesafede yaklaşan; hamurunda çoğulculuğu esas alan; seküler bir devlet yapısına sahip; insanı ve ihtiyaçlarını odağına koyan; eşit yurttaşlık felsefesini kendine klavuz edinmiş demokratik, özgür ve eşit bir anaysa oluşturulmalıdır. Böyle bir anayasa olmadan bırakınız Süryani’yi, Türk emekçisi bile bu anaysayla baskı ve şiddet altında yaşamak zorunda kalıyor.
Bunlar yapılmadan, Süryanilerin bırakınız o topraklarda yaşaması, oraya turistik seyahat yapması bile çok risklidir. Bölgenin kalkındırılması, okuma yazma seferberliğinin açılması, anadilinde eğitimin sağlanması, iş sahasının yaratılarak istihdamın oluşturulması, diyasporadaki Süryanilerin geri dönmesi için Soykırımda ve sonrasında ellerinden alınan mal, mülk ve topraklarının geri verilmesi ve hayatlarının güvence altına alınması gibi daha birçok önlem paketi üzerine konuşmamız mümkündür.
- Asuri Suryaniler bir önceki seçimde Kürt ve Suryanilerin oylarıyla ile TBMM bir milletvekilini yolladı. Bir belediye başkanı seçildi. Belediye meclislerinde sayıları çoğalıyor. 'Federal Kurdistan' ve 'Rojava' bölgelerinde bir takım kültürel ve siyasi haklar tanındı. Bir kısım Kürt aydın ve siyasetçileri soykırım nedeniyle, ataları adına özür diledi.
Bu gelişmeleri nasıl değerlendirdiriyorsunuz? Kürt tarafındaki bu gelişmelerdeki eksiklikler neler? Bir de güven sorunu henüs tam olarak aşılmadığına dair işaretler var. Bu güveni sağlamak için hangi tarafın ne yapması gerekiyor?
Bu sorunuzun bir kısmına bir önceki soruda cevap vermiştim.
Devam edecek olursak, Süryaniler Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, Kürt özgürlük hareketinin sayesinde bir Süryani milletvekilini Meclise gönderdi. Bu bir ilkti ve her ilk gibi, naif ve olağanüstü bir şok etkisi yarattı kitlelerde. Süryaniler ilk defa kendilerinden birini, hiçbir emek sarfetmeden devletin en üst organına göndermiş oldular. Bunun Süryaniler açısından doğru bir şekilde yorumlanması çok önemlidir.
Bir Süryani milletvekilinin Meclise seçilmesi, Kürt Özgürlük hareketinin sayesinde ve onların bu onurlu mücadelesi sonucu gerçekleşti. Türk Devletinin ve hükümetinin hiçbir desteği olmamıştır bu konuda. Bu yüzden de bu olay, bana göre Kürt Hareketinin Süryanilerden geçmişte yaşananlardan dolayı bir özür dilemesidir ve bununla da kalmayıp dostluk eli uzatmasıdır. Dikkat ediniz, Kürt Hareketinin özründen bahsediyorum!
Buna saygı duymak ve uzanan ele karşılık vermek icap eder. Ancak Süryanilerin hala tereddüt ve endişeyle bu meseleye yaklaştıklarını ve ‘eğer bize milletvekili hakkı veriyorlarsa mutlaka bunda bir iş vardır’ kuşkusu ve kanaati en geniş kitlede çok yaygındır. Burada da yeniden, özellikle Bedirhan döneminden günümüze dek son 150 yılda Süryanilerin yaşadıkları katliamlardan kaynaklanan komşusuna güvensizliklerini görüyoruz.
Bu nedenle, bu kolay ve bir-iki yılda aşılacak bir konu değildir. Çok emek ister. Kürtler, komşularının güvenlerini kazanmaları için nakış örer gibi, dostlukta sürekli ısrarcı olmaları ve komşusunun kendine güvenmesi için hiçbir şeyden kaçınmamalıdır. Bu bir süreç işidir. Zamanla ve birlikte yaşanacak tecrübelerle bu güven ancak yeniden kazanılabilir.
Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik bizlerin hamurunda olmalı! Bunlar, bizlerin vazgeçilmezlerimizdir! Dostluk ve kardeşlikte, işte bu yüzden ısrarcı olmalıyız!
Kaynak: Tigrishaber, Gabar Çiyan ; Güncelleme Tarihi: