Antakya'da banka hesabı açmak isteyen Mardinli Süryani Saad Abdunnur, 5 saat bekletilir. Abdunnur nedenini sorunca, durumun banka tarafından MASAK'a bildirildiğini öğrenir. Cebinde severek taşıdığı Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna rağmen maruz kaldığı bu muamele karşısında dakikalarca ağlar. İşte 100 yıldır değişmeyen bir 'sakıncalı vatandaş' hikayesi daha...
Saad Abdunnur diğer Hıristiyanlar gibi ‘tasfiye yüzyılı’nın tüm travmalarını yaşamış Mardin asıllı bir Süryani. 13 Haziran 1970’de Halep’ten çıkıp Doğu Ekspresi ile Haydarpaşa Tren Garı’na indiklerinde babası Basil Abdunnur “Bu toprağı sevmeyeceksen burayı terk et, başka bir ülkeye git” demişti. Basil, Baas Partisi ile ters düşmüş ve bütün mülklerini geride bırakıp topu topu 8 valizle Türkiye’ye sığınmıştı. Kendi öz ülkesine, babasının vakti zamanında terk etmek zorunda kaldığı Türkiye’ye… Basil Abdunnur’un Fırat kıyısında geniş toprakları vardı. Babası Selim Abdunnur’un Mardin’de arkada bırakıp gittiklerinden daha fazla.
MARDİN’DEN SÜRÜLÜP TARIM MEDENİETİ İNŞA ETTİLER
Ekim 1914’te Basil’in babası Selim, Mardin’den 80 aile birlikte sürüldükten sonra Suriye’de sınıra yakın Karamaniye’ye yerleşmişti. Bir süre sonra ikinci durakları Dirbesiye oldu. 10 Kürt aileyle birlikte Dirbesiye’yi kuran da bu 80 Hıristiyan aileydi. Selim, Dirbesiye’nin ilk belediye başkanıydı. Zamanla aileler Kamışlı, Rakka ve Halep’e dağıldı. Aile, Şemmar gibi Arap aşiretleriyle ortaklaşa araziler satın alarak ya da kiralayarak tarımcılıkla işi ilerletti.
Sadece Süleyman Şah Türbesi’nin eski yeri Caber Kalesi civarında ekip biçtikleri arazilerin büyüklüğü 6 bin dönümü bulmuştu. Basil ve kardeşi Moris’in Batıdan getirdiği modern aletler ve kurdukları tohum geliştirme merkeziyle Suriye tarımında kendilerinden söz ettirecek noktaya ulaştı. Tarımda ‘Marisi hattı’ diye isimlendirilen tekniği geliştiren Moris idi. Suriye’nin ‘pamuk kralı’ unvanını alan Basil, 1966’da devletten ‘en iyi pamuk yetiştiricisi’ ödülü aldı. Baas rejimiyle birlikte millileştirme başlayınca önce fabrikalar sonra topraklara el konuldu. Ardından toprak üzerindeki ürünler de millileştirilince ve baskılar tırmanınca Şark Ekspresi’ne biletler alındı.
ŞARK EKSPRESİ: TÜRKİYE TADLARINI TAŞIYAN TREN
Şark Ekspresi trenden fazlasıydı. Ailenin Türkiye özlemini giderdiği bir eğlence aracıydı. Basil bazen İstanbul’dan Şark Ekspresi’yle Halep’e gelecek olan arkadaşlarına özlediği tatların siparişini verirdi. Trenin İstanbul’dan kalktığı günleri ve Suriye’ye girdiği saatleri de iyi bilirdi. İstanbul mutfağını, özellikle balık çeşitlerini tatmak için trene binmek bir eğlence haline gelmişti. Basil, ailesi ve arkadaşları trene Suriye içindeki ilk durakta trene binerdi. Hat boyunca defalarca sınırın Türkiye ve Suriye tarafına girip çıkaran trende 4-5 saat boyunca lokantanın tadı çıkartılırdı.
‘TOPRAĞI SEVECEKSİN’
Çocuklarına “Türkiye’de yaşayacaksanız bu ülkeyi seveceksiniz” diyen Basil 1986’da ölünceye kadar fırsat buldukça Antakya’ya gider sınırın öte tarafındaki Suriye topraklarını solurdu. Baas rejiminin verdiği korku yüzünden sınırı geçemezdi. Toprağı koklar sessizce dönerdi.
Basil’in Halep’te doğan oğlu Saad vatandan söz açtığımda babasının nasihatlerini şöyle anımsattı: “Yaşadığı toprağa bağlıydı. Bize Suriye’deyken her defasında ‘Yaşadığın toprağı seveceksin, sevmiyorsan terk edeceksin’ derdi. Aynı nasihati İstanbul’a ayak basar basmaz yapmıştı. Suriye’deyken biz ‘Mardinli’ diye anılırdık. Ben babamdan şunu öğrendim: Toprak küstü mü çok kötü küsüyor. O yüzden toprağa sırtını dönmeyeceksin. Dedelerimin yaşadığından dolayı Türkiye’ye karşı düşmanlık da yoktu. Fırat Nehri’nden eşekler üzerinde haftada iki ya da üç kez Süleyman Şah Türbesi’ne su taşıyan Türk askerlerine hiçbir sorun yaşamazdık. Düşmanlık da etmezdik. Biz çocuklar olarak askerlerle birlikte şehitliğe gider, karakolun içine kadar girerdik. Biz ayrıldıktan sonra türbe yeni yapılan barajın suları altında kaldı. Hafız Esad biraz ötede bir toprak parçası verdi ve oraya daha heybetli bir türbe yapıldı.”
EŞEKLERE EŞEKLİK EDİNCE…
Sürülmüş halkın çocuklarının Türkiye hassasiyetiyle ilgili Saad Abdunnur’un bana anlattığı bir anekdot daha var: “Ben çocukken Caber Kalesi’nin eteklerindeki Süleyman Şah Türbesi’nde nöbet tutan Türk askerleri Fırat’tan eşeklerle su taşırdı. Eşeklerin semerlerine vurulmuş ağzı açık tenekeleri kullanıyorlardı. Eşeklere taş atıp ürkütürdük, tenekelerden sular dökülünce eğlenirdik. Askerler de aşırı tepki vermezdi. Bir gün üç kuzenimle yine eşeklere taş atarken babama yakalandık. Bizi azarladı, iki gün evden çıkmama cezası verdi.”
VATANINDA KAÇAK YAŞADI, ÖLDÜKTEN SONRA İKAMET ÇIKTI
Basil’in Suriye’ye giderse Baas’la başının belaya gireceği gerçeğine ilaveten bir korkusu daha vardı: Türkiye’den kovulmak. Oğlu Saad Abdunnur, Türkiye vatandaşı olarak utancımı katlayan yaşanmışlıklara dair şunları anlattı: “Babam Türk vatandaşı değildi. Ama babam, amcam ve dedem vatandaşlıktan habersizce çıkarıldı. Bir gün Halep’teki Türk Konsolosluğu’ndan dedeme bir telefon geldi, Suriye’de mi Türkiye’de mi yaşamak istediği soruldu. Dedem tabi ki aile Suriye’de olduğu için ‘Suriye’de yaşayacağım’ diye cevap verdi. Bu telefondan sonra ailemin kaydı silindi ve vatandaşlıktan çıkarıldı. Annem Mardin doğumlu olduğu için onunla birlikte çocuklar olarak biz de vatandaşlık hakkımızı koruduk. Daha komiği 1967’de yaz tatili için İstanbul’daydık ve Türkiye’den çıkışımıza izin vermediler.
Vatandaşlık muamelesi bitinceye kadar ve kimliklerimiz verilinceye kadar bizi salmadılar. Ama babamın vatandaşlığını geri vermediler. Sadece kardeşler olarak biz Türk pasaportlarıyla çıkış yaptık. 1970’de temelli Türkiye’ye yerleştiğimizde babam hariç hepimiz Türk vatandaşıydık. Suriye ile herhangi bir politik sürtüşme olduğunda babam da fatura kesilenler arasında olurdu. Ona ikamet bile vermediler ama yine de Türkiye’yi seviyordu. Hatta bir gün babamı sınır dışı etmek için nezarethaneye aldılar, Adalet Partisi’nden bir milletvekili araya girmeseydi uçağa bindirip göndereceklerdi. Tek suçu Hıristiyan olmaktı. Aynı adam 20 sene Türkiye’nin reklamını yaptı, hala tanıdıkları bana der ki ‘Baban bir İstanbul aşığıydı, bir Türkiye aşığıydı’. Babaannem 1974’te Türkiye’ye geldiğinde sınırdışı etmek istediler. Gerekçe ‘eski vatandaş’ olmasıydı. Üzüntüden kısmi felç geçirdi, zar zor İtalyan hastanesine kaldırıldı. Ve o yaşlı kadının odasının kapısında polis bekledi, yurt dışına çıkacağına dair taahhütname verilince polis
ayrıldı. Hastaneden çıktıktan bir hafta sonra Lübnan’a amcamın yanına geri gönderildi. Onun da tek suçu eski bir Hıristiyan vatandaş olmasıydı. Bazı eski vatandaşlar Türkiye’yi ziyaret etmek istediklerinde vizeyi bir şartla veriyorlardı; eski haklarınızdan vazgeçtiklerine dair bir belge imzaları gerekiyordu. Babam vefat ettiğinde kendi ülkesinde kaçaktı, yani hala resmi ikamet alamamıştı. Yakalandığı yerde sınır dışı edilecekti. Müracaatımız olduğu halde ikamet bir türlü çıkmıyordu. Hatta yabancılar şube müdürü bu durumdan utanıyordu.
Aramız iyiydi. Babamın vefatından sonra bir gün Sirkecide tesadüfen müdürle karşılaştım Bana, ‘Baban gelsin, ikamet izni çıktı’ dedi. Ben de ona ‘Babam tek yönlü bilet aldı’ dedim. Sadece üzülerek ‘Özür dilerim’ dedi ve uzaklaştı. Bunlar aklıma geldikçe üzülüyorum ama ben hala bu toprağı seviyorum ve oğluma aynı şeyleri aşılıyorum. Başka bir memleketim yok.”
HESAP AÇMAK İÇİN MASAK SORGUSU
Bunlar üç neslin yaşadığı travmadan birkaç kesit. Bitti mi, hayır. Onlar için yaşam bir güvercin tedirginliği içinde belirsiz bir geleceğe doğru akıyor. Size tarihin acılarından beslenen travmayı depreştiren son bir kesit aktarayım; geçenlerde Saad Abdunnur boğuk bir sesle aradı: “Antakya’dayım, bankada hesap numarası açtırmak istiyorum ama ‘MASAK’a (Mali Suçlar Araştırma Kurumu) bildirmemiz gerekiyor’ dediler. Ben doğduğum günden beri Türkiye vatandaşıyım. Sonradan vatandaş olmuş değilim. 14 yaşında bu ülkeye geldim, 44 yıldır kendi ülkemde yaşıyorum. Sonradan vatandaş olsam bile ne fark eder? Hesap
açan hangi Türk vatandaşını şimdiye kadar MASAK’a sormuşlar? Biliyorum bütün bunlar Hıristiyan olduğumuz için başımıza geliyor. Aslında yabancısı olduğumuz muameleler değil, neden şaşırdığımı da bilmiyorum."
YARALARA DOKUNAN ANORMALLİK
Saad daha fazla konuşamadı ve kapattı. Saad’ı 5-6 saat bir hesap numarası için bekleten, sakıncalı insan muamelesi nedeniyle sinirden ağlatan bankaya ya da o bankaya bunu yaptıran kamu yetkilisine sormak lazım: Bırakın Türkiye vatandaşlarını Suriye krizinin patlak verdiği günden itibaren Antakya’da rahatlıkla hesap açtırıp para transferi yapabilen binlerce yabancıdan kaçına bu muameleyi yaptınız?
Banka hesap açmayı reddedebilir, bu normal. Peki, MASAK’a sormak normal mi? Değil. Hesap açarsın, müşterinin yaptığı transfer işlemini şüpheli bulursan MASAK’a bildirirsin! Yoksa hesap açmak için ‘MASAK’a bildirmemiz lazım’ deyip MİT’e mi sordunuz? Her halükarda normal bir muamele değil. Son yıllarda ülkede tonlarca anormallik normalleşirken bir kişinin nedensiz MASAK’lık yapılmasını yazmak gereksiz gelebilir. Ancak muhatap bir Hıristiyan olunca bu anormallik geçmişin yaralarına dokunuyor.
Mardin’den sürgünle sıfırlanan, Fırat havzasında tekrar can bulan, Halep’te zirve yapıp sönen ve İstanbul’da yeni başlangıç yapan bir hayat artık fazlasını kaldırmıyor. Devlete sorum da şudur: Bir insanın yaşamı kaç kez sıfırlanır?
Yazı ve Fotoğraf: Radikal, Fehim Taştekin ; Güncelleme Tarihi: 5 Ocak 2015