Kaçak doğar. Kaçak büyür. Ve kaçak ölürler. Yıllarını yollara, ömürlerini yıllara ve yollara verirler. Tek bir şey için: evlerine bir lokma ekmek götürmek…
Çocuklarına yeni bir pabuç almak. Okula gitmeleri için kalem ve defter almak. Birde silgileri olsun ister çocuklar. Ve önlükleri… Yani okul üniformaları… Ama onlar kapıdan çıkarlarken de, girerlerken de çocuklarının korkulu bakışları altında olurlar. Çünkü gidip gelmemek, gelip de görmemek var onların hayatında.
Bu kaçak doğan, kaçak büyüyen, kaçak yaşayan, kaçak ekmek kazanan, kaçak yollardan geçen, sınırları tanımayan, kimliği kaçak, sevgisi ve aşkları bile kaçak olan ve kaçakça ölen Kürtlerin hikayesidir. Onların ve kendilerinden sonraki çocuklarının hazin mi hazin öyküsüdür.
İşin en hazin yönü ise kendi ülkelerinde böyle yaşıyor olmalarıdır.
Sınır boylarında sürüp giden bir hayat ve hayatlar mevsiminden geçip gidenlerin öyküsüdür bu.
Bu sadece kendilerinin değil, kendilerinden önce yaşayan babalarının, dedelerinin ve kendilerinden sonra doğacak çocuklarının da hazin öyküsüdür.
Yaşamları birkaç yıl önce biraz daha kolaydı. En azından ölüm birkaç yıl öncesine kadar onları belki biraz daha geç bulabilirdi. Son dört yıl içinde hayatları biraz daha zorlaştı. Çünkü İran PJAK gerillalarını da bahane ederek sınır boyunca olan karakollarına onlarca yenisini ekledi. Buda onların yollarının kapanması, yollarına atılan pusuların artması ve ölümün bir an önce gelip bulması demektir.
YOLLARI EVDEN KAÇAĞA, KAÇAKTAN MEZARA KADAR GİDER
Kaçakçılık yapanlar için zaman yoktur. Saatler onlar için çalışmıyor. Ne zaman yola çıkacaklar, hangi yollardan geçecekleri, hangi pusuları atlatmaları gerektiği hiç belli değildir. Bildikleri tek bir şey var: oda kaçak oldukları, üç beş kuruş kazanmak için başkalarına ait malları üç beş kuruş kazanmak için taşımları gerektiğidir. Mal sahipleri yada aracıları bir akşam üstü, yada gecenin herhangi bir saatinde ve sabahın erken saatlerinde kapılarını tıklayarak işe gitmeye hazır mısınız diye sorarlar. Onlar ise çoktan hazır olduklarını, ne zaman yola çıkmaları gerektiğini, hangi sınırları geçmeleri gerektiğini, getirecekleri malların ne olduğunu, kimlerin onlara malı teslim edeceklerini ve malları getirip nereye bırakacaklarını sorarlar. Ve başlarlar yola çıkış hazırlıklarına. Atla gidecek olanları atlarını hazırlar, araba ile gidecekler arabalarını, sırt taşıyıcıları ise çoktan hazırdırlar. Önce atlarını eyerler, arabalarına benzin koyar, kar kış günüyse yolda üşümemek için kalın giyinir, yaya gidenler yanlarına birde asa alarak yola çıkar. Sınırlar boyu kaçak malların taşıyıcıları kaçak insanları hazırlıkları bunlar bitmez. Bu hazırlıkların yanı sıra bu kez sıra bu kez yol azıkları için bir şeyler aranırlar. Kimisi evde akşamdan yapılmış pilavdan, kimisi sarmadan, kimisi biraz peynir birkaç ekmek yanına alır. Bu şekilde hazırlıklarını tamamladıktan sora artık yolların hakim onlar olmaya başlar. Uzun yılların kaçakçıları olarak yollar onları, onlar yolları iyi tanırlar. Kendilerinden önce o yollardan geçenleri ve kendilerinden sonrada gelip geçecek olanları bilirler.
Bu hazırlıklardan sonra yollar yine onlara ve kaçaklıklarına kalır. Çıkacağı yolları iyi tanırlar. Ve o yollarda onların bekleyenlerin neler olduğunu da iyi bilirler. O yüzden her yola çıkışlarında eş, dost, çocuk, ana, baba ve yakınlarıyla vedalaşarak çıkarlar.
Ne kar, ne kış, ne yağmur, ne pusu onları durdurabilir. Onları durdurabilen bir şey var: oda ölümdür. Ölüm dışında hiçbir şey onları yollarından etmez. Çünkü çocukları evde pabuç, şeker, defter kalem bekler, aileleri ise ekmek ve aş bekler. O yüzden bu yollarda olmaktan başka çareleri yok. Onlar için yollara çıkmanın zamanı yoktur. Çünkü yollara çıkmanın zamanını da onlar değil, kaçak malların sahipleri ile alıcıları belirler. Ne zaman mal varsa ve alıcı ne zaman mal isterse o zaman çıkarlar yola. Ya bir gece vakti, ya bir akşamüstü, ya bir tan atışında yola çıkmaları için kapıları çalınır. Onlarda evden artık neleri varsa yemek ve katık olarak alıp yola çıkarlar. Yolları iki yer dışında bir yere gitmez. Evlerinden kaçağa, kaçaktan ya tekrar geri evlerine döner yada bir pusuya düşmeleri durumunda vurulup mezara kadar gider. Yada bir kar fırtınası alıp götürür onları.
KAR YOLLARI TUTSA DA…
Kaçakçılar için mevsim önemli değil. İlkbahar yaz, sonbahar kış olsa da mevsim onlar için fark etmez. Çünkü onların bildiği bir tek şey var oda gitmesi gereken kaçak yolları olduğudur. Kaçak yollardan kaçak malları kaçakça geçirip çocuklarına bir lokma ekmek götürmeye çalışmaktır bütün çabaları. İlkbaharın karanlık gecelerindeki sağanak yağmurları, soğuk karlı kış gecelerinin karları altında da yaptıkları ve yapacakları tek bir şey var oda yol almak. Kar mı yolları tutmuş hiç önemli değil, bu durumda atlarının iş yapmaması demektir. O zaman atlarının yerine yüklerine sırtlarıyla taşımaya başlarlar. Zaten bazıları için kar olsa da olmasa da onlar yüklerini sadece sırtlarıyla taşırılar. Çünkü atları ya vurulmuş, ya yakalanıp İran devleti tarafından pazarda satışa sunulmuş ya da yoksulluklarından hiç atları olmamıştır.
Hazırlıklarını tamamlayan kaçakçılar ya gecenin bir vaktinde ya da bir sabah vakti çıkarlar yola. Yaptıkları kaçakçılık türüne göre yolları değişir. Arabayla yapanların yolları ayrı, atlarla yapanları yolları ayrı, sırtla yapanların yolları apayrı. Ancak hepsinin yolların ortak bir amacı, ortak bir noktaları var. Amaçları geçimlerini sağlamaktır. Evde ekmek, giysi, ayakkabı, okul defter ve kalemi bekleyen çocuklarının içine birkaç kuruş parayla gitmektir. Yollarının buluştukları yer ise ortak bir kaderdir. Hepsinin yollarının kesiştiği bir başka nokta ise kaçak olmasıdır.
Kaçak yolların kaçak insanları olarak kaçak malları taşıyarak yaşamaktır onların hikayesinin başlangıcı da sonu da. Yol boyunca hiç konuşmadan yürürler. Bu yürüyüşleri kaçak malları aldıkları yere kadar gelir. Oradaki birkaç saatlik dinlenmeden sonra yüklerini sırtlayıp, ya da atlarına yükleyip veya arabalarına alıp geri dönmektir.
“YÜREKLERİMİZDEKİ SINIRLAR ONLARIN ÇİZDİĞİ SINIRLARI AŞIYOR”
Kaçak yaşamak, kaçakçılık yapmak, kaçak mallar taşımak, kaçak insan olarak para kazanmak için yola çıkmadan önceki hazırlıkları ve yolculuklarını sırtla yük taşıyan Ömer Piro şunları söylüyor: “Mallarını taşıdığımız adamlar tarafından bize haber verilir. Bizde yol hazırlıklarımızı yaptıktan sonra yolun uzaklığına göre ya akşamdan ya da gece yarısından yola çıkıp malları alacağımız yere gideriz. Bizim için yolculuk gece başlar. Çünkü kendi ülkemizde, kendi topraklarımız üzerinde kaçak yaşadığımız, kaçak işler yaptığımızın farkındayız. Ama burası bizim ülkemiz. Yolları da, dağları da bizim. Başkaları gelip bu yolların üzerine biz bir umut yolculuğuna çıkanların yolunu tutmak için oturuyorlar. O yüzden yol boyunca ağızları bıçak bile açmaz. Çünkü bizi ölüm pusuları bekliyor. Gittiğimiz yolun herhangi bir yerinde yada geri dönüşünde vurulup düşmekte var. O yüzden, hiç konuşmadan etrafa kulak kesilerek yürürüz. Deyim yerindeyse gecenin sesini dinleyerek yürürüz. Bizim hayatımız böyle sınırları eritmekle geçer. Ki bu sınırlar da başkaları tarafından çizilmiş, topraklarımızı, ülkemizi dörde bölen suni sınırlardır. Bunları düşündükçe çıldırmamak elde değil. Ama ne yapabiliriz ki çağa çocuğa bakmak için bir ekmeğe muhtaç olmuş durumdayız. Onların karnını doyurmak için gece gündüz demeden, bizi bu sınırlarda bekleyen binlerce ölüm avcısına aldırmadan gidip geliyoruz. Bu biçimde de olsa onların çizdiği sınırları takmadığımızı, tanımadığımızı bazılarımız lastik ayakkabılarıyla, bazılarımız atlarının toynaklarıyla ve bazılarımız da araba lastikleriyle eriterek geçiyoruz. Çizdikleri sınarlar toprağın üzerinde bir formalite olarak kalmaktan öteye gidemiyor. Çünkü yüreklerimizdeki sınırlar onların çizdiği sınırları aşıyor.”
Ömer Piro yaşında, iki evli yedi çocuk babası aslen Güney Kürdistan’ın Ranya kentindendir. Daha önceki yıllarda KDP peşmergeliğini de yapmış. 16 yıldır sırtla yük taşıyarak kaçakçılık yapıyor. Sırtına vurduğu yüküyle üç gece yol yürüdüğünü belirtiyor. Bütün bunlara ekmek parası için katlandığını belirten Piro, 88 yılındaki Halepçe katliamından sonra Doğu Kürdistan’a geçmiş, birkaç yıl orada kaldıktan sonra geri Güney Kürdistan’a dönmüş. Hayatını göze alarak üç gecelik yükü sırtında sadece otuz yada kırk dolar kazanmak için taşıyor. Ama Doğu da olduğu gibi Güney’de de bir yaşam imkanı bulamamış. Çünkü Doğudaki yoksulluğun daha beteri Güney Kürdistan’da da yaşanıyor. O yüzden Enfal’dan kaçarak gidip geldiği yollarda daha sonra kaçakçılık yapmaya başlamış. Birkaç kuruş kazandıktan sonra ilk önce Güneyde evlenmiş. Ama evlenmesine rağmen yoksulluğu bitmemiş o yüzden de yoksulluğa son vermek için kaçak yollarda kaçak mallarla gidip gelmeye devam etmiş. Daha sonra Doğu Kürdistan’da da evlenerek orada da bir ev kurmuş. O yüzden şimdi bir evi Doğu Kürdistan’da bir tanesi de Güney Kürdistan’dadır. Her iki ülkede vatandaşlığı da var ama ekmek kazanacak bir işi olmadığı için kaçakçılık yapmaya devam ediyor.
“NE ARABAM VAR NE DE ATIM”
Sırtla yük taşıyıp birkaç kuruş kazanmaya çalışan binlerce Kürt’ten biri de 39 yaşındaki Piranşehir’li Rahim İsmail’dir. Rahim İsmail 39 yaşında ancak onu görenler elli ya da altmış yaşında olduğunu sanır. Çünkü tam yirmi yıldır sırtında yük sınırları geçmeyi çalışmış. Gece gündüz, kar kış, yağmur çamur demeden yirmi yıl boyunca o sınırlarda bir lokma ekmek için yük taşımak Rahim İsmail’i yaşından yirmi yıl daha fazla gösteremeye yetmişte artmış durumda. Beli bükülmüş, saçları ağarmış Rahim bu işi sırf iki çocuğuna yapmak için belirterek şöyle konuşuyor, “Kaçakçılığı atla yapmak ayrı, arabayla yapmak ayrı, sırtla yapmak ise apayrı bir şeydir. Çünkü yükü yük araçları yerine sırtınla taşıyorsun. Ben de atla yada arabayla yapmak isterdim. Ama ne arabam nede atım var. Bunlar olmayınca iş başa düşer. Yani atın yerini de arabanın yerini de sırtım almak zorunda kalıyor. Hayatımız bu yollarda geçiyor. Gecelerimiz, gündüzlerimiz bu yollarda geçiyor. Aylarımızı, yıllarımız bu yollarda geçiyor. O yüzden bazen iki üç ayda bir ancak evimize uğrayabiliyoruz. Çocuklarımızı ancak o zaman bir yada iki geceliğine görebiliyoruz. O bir iki gecelik görüşmeden sonra yeniden yollara dönüyoruz. Yani kaçağa ve kaçak yollara. Birde her an her yerden çıkabilen ölüme dönebiliyoruz. Böyle bir hayattır sürüyor. Ama her şeyi sırf çocuklarımız için yapıyoruz. Başka hiçbir şey için yapmıyoruz.”
KAÇAKÇILIĞIN YAŞI YOKTUR
Kaçakçılığın, kaçaklığın, kaçakçılık yapmanın yaşı yoktur. Kimliği ve bazen de mezarları bile yoktur. Çünkü hangisinin ne zaman ve nerede vurulduğu bilinmez. Ne zaman ve nerede vurulduğu öğrenilene kadar çoktan bedeni yabani hayvanlar tarafından bitirilmiş olur. Sekiz yaşından 80 yaşına kadarki insanlar, yaşadıkları ekonomik sıkıntı, devlet baskısı ve çektikleri açlıktan dolayı yaptıkları bir iştir. O yüzden kaçakçılarda bu iş atadan babaya babadan oğula geçen bir miras olur. Çünkü şu ana kadar iktidara gelen hiçbir güç onların da insan gibi yaşaması gerektiği, onların da çocuklarına, ailelerine bakmak için ekmek kazanmalarının en doğal hakları olduğunu kabul edip onlara bir iş alanı açmış değildir. Yaşı ne olursa olsun ağzı açılan her kaçakçı bu işi sırf ekmeklerini kazanmak için yaptıklarını söyler. Ardından hiçbir insanın bile bile ölüme gitmek istemediği bir doğru olarak kabul edilirse önümüzde duran ölümü görmemize rağmen aç kalmasak, çocuklarımıza ekmek götürmek için olmasa nasıl o ölüme doğru gideriz diye bir de soru sorarlar herkese.
Bu soru tüm insanların cevaplamasını isteyen 50 yaşında ve 20 yıldır aralıksız bir şekilde kaçakçılık yapan Şino’li Osman Mamal şunları söylüyor, “50 yaşındayım ve 20 yıldır aralıksız bir şekilde bu sınırlardan gidip geliyorum. Ben bu işe biraz geç başladım. Çünkü daha önce Peşmergelik yapıyordum. O zaman peşmergelikte bir iş olduğu için bir işim vardı o yüzden de o zamanlar kaçakçılık yapmıyordum. Ama bu işi 8 yaşından itibaren yapmaya başlayanlar var. Bu yollardan babası, dedesiyle gidip gelerek öğrenen yüzlerce insan var. Belki şimdi bizim geldiğimiz bu hatta şu an yaşı öyle küçük olanlar gelip gitmiyor. Ama şu an bile Zelê hattından kaçakçılık yapan yaşları 9 ile 13 arasında değişen yüzlerce çocuk var. Bu çocukların bir kısmının babaları vurulduğu için ev geçindirme yükü onların omuzlarına yüklendiği için yapıyorlar. Oysa akranları daha kaçakçılığın oyunun bile bilmiyorlar. Okullarına gidip geliyorlar. Ama onlar geceler boyu kaçakça ve önlerine nereden çıkabileceği ölümü düşünmeden sınırlardan kaçak mallarla geçiyorlar. Yazık değil mi bu çocuklara, yazık değil mi bu insanlara. Neden Kürtlere bu reva görülüyor diye soruyoruz bir yandan öte yandan hem kendimize, hem sistemlere sitem edip duruyoruz. Ama sadece sitem edebiliyoruz. Yani sitem etmek elimizde kalmış. Başka da elimizden bir şey gelmiyor.” Osman Mamal şu an Doğu ve Güney Kürdistan sınırlarında kaçakçılık yapan bir hayatı sürdüren Kürt çocuklarına dikkat çekerken, sınırlarda koyun koyuna yaşayarak büyüyen bir neslin yetiştiğini düşünmekten alamıyor kendini insan. Ve belki onlarda tıpkı babalarından öğrendiği gibi onlarda çocuklarına koyun koyuna büyümeyi öğretecekler…
KERVAN BAŞI, KAÇAK BAŞI..
Kaçakçılar başı boş bir şekilde kaçağa gidip gelmiyorlar. Onların tıpkı diğer iş alanlarında olduğu gibi sorumluları var. Diğer iş alanlarında yapılan işe göre sorumlularına isim verilir. Kaçakçıların da yaptıkları işe göre sorumlularına bir ad verilmiştir. Grup olarak en fazla at yada sırtla yük taşımak için gelip gittikleri için onların sorumlularına ad verilmiştir. Kaçakçıların sorumlularına Kervanbaşı denir. Bu ad tarihi süreç içersinde de sık sık kullanılan bir ad olmuştur. Çöllerde Arap bedevi tarafından develerle yapılan taşımacılığa kervan ve onların sorumlularına da Kervanbaşı denmiştir.
Bu gün kendi ülkesinin sınırlarında kaçakçılık yapan kaçakçıların sorumlularına da bu ad verilmiştir. Kervanbaşı olanların görev ve sorumlulukları büyüktür. Çünkü kendisiyle birlikte kaçağa gelen insanların her şeyinden sorumlu tutulur. Mal sahibi malın zamanında yerine ulaştırılmasından tutalım da sağlam bir şekilde ulaştırılmasına kadarki her şeyin kervanbaşını sorumlu tutar. Onunla kaçağa gelen arkadaşları da yük bulmalarından sağlam bir şekilde evlerine dönme ve taşıdıkları yükün kirasını almaya kadarki her şeyden yine onu sorumlu tutarlar. Kervanbaşları Kaçakçılarla mal sahibi arasında bir köprü rolünü oynarlar. Kaçakçıların çoğu malını tanıdıkları insanları tanımaz, onunla ilişkide olan kervanbaşıdır ve onları o malları alıp getirmek için götürün getiren de odur. Tabii bunca sorumluluğa boşuna girmez elbette. Kaçakçıların taşıdıkları yük başına aldıkları paradan belli bir yüzdelik alıyor, onun taşıdığı yükün ücreti de diğer kaçakçılardan bir kat daha fazla olur. Kervandaki kaçakçı sayısı kervanbaşının etki derecesi ve çevresinin genişliğine bağlıdır. O yüzden kervanlar bazen 300, bazen 500 attan yada sırtçıdan oluşabildiği gibi bazen de 15 yada yirmi at ile sırtçıdan oluşabiliyor.
ÜÇ GÜN ÜÇ GECE AT SIRTINDA…
Doğu, Güney ve Kuzey sınırları boyunca birçok noktadan kaçakçılık yapılıyor. Ancak kaçağa gelip giden sadece sınır bölgelerinde yaşayan Kürtler değildir. Sınırlardan çok uzak iç bölgelerde yaşayan Kürtlerden de yaşamlarını kaçakçılıkla sürdürenler var. Ki bunların sayıları sınır bölgelerinde yaşayanlar kadar çok olmasa da azımsanmayacak bir düzeydedir. Doğu Kürdistan’ın iç bölgelerinde olan Mahabad’dan da Güney sınırına kaçakçılık için gelip giden çok sayıda Kürt var. Bunların yol hikayeleri ise daha başka oluyor. Çünkü Mahabad’dan Güney sınırına at sırtında ancak üç gün üç gecede gelinebiliyor. Üç gün üç gece boyunca İran KDP’sinin merkezi olan Mahabad’dan Haci Umran sınırına kaçakçılık için gelen Kürtlerin de kaçakçılık yapmalarının temel nedeni yoksulluk olsa da onun dışında da bazı nedenleri olduğunu belirtiyorlar.
Üç gün üç gece boyunca at sırtında kaçak mal almak için Mahabad’dan Haci Umran sınırına gelen Kervanbaşı Halit Bağabani yoksulluk dışındaki nedenlerini şu şekilde açıklayarak çok daha önemli bir noktaya dikkat çekiyor:“47 Yaşındayım, 7 çocuk babasıyım. Ben daha önce İran KDP’sinin etkili bir peşmergesiydi. Hareketimiz tasfiye edildi. Hareket tasfiye edildikten sonra bazı peşmergeler gidip devlete teslim oldular. Teslim olanların hepsi bu kez geriye kalan peşmergelerin de tasfiye edilmesi, hareketin kökten bitirilmesi için devlet adına çalışmaya başladılar. Bazıları YNK tarafından Güney Kürdistan’a götürüldüler. Biz bir kısımda ne devlete teslim olduk nede YNK denetimindeki Güney Kürdistan topraklarına gittik. Birkaç yıl kendi başımıza evlerimize yakın yerlerde dağlarda kaçak bir şekilde yaşamaya devam ettik. Zamanla cezalarımız zaman aşımından dolayı af edilince toplumun içine karışmaktan başka çare bulamadık. Ama bu kez geçim sorunu yaşamaya başladık. Cezalarımız af edilmiş olsa da hala devletin gözünde birer hainiz. O yüzden bize herhangi bir iş vermesi de söz konusu olamaz. Bırakalım bizleri normal Kürtler için bile açtıkları istihdam alanı yok. Geçim sıkıntılarımızı aşmak için bizde kaçakçılığa başladık. O gün bu gündür üç gün üç gece at sırtında yürüyerek bu sınırlara gelip gidiyoruz. Güney Kürdistan’a geçen peşmerge arkadaşlarımızda ki çoğu partimizin merkez üyeleriydi onlarda orada kaçakçılık yapmaya başladılar. Yani anlayacağınız biz bu doğudan onlar güneyden kaçakçılık yapmaya başladılar. Ülkenin kurtuluşu için verdiğimiz kavgadan ekmek kavgasını vermeye geçtik. İnsana acı veren de budur. Yani bir zamanlar peşmergelik yaptığın yerde kaçakçılık yapmaya başlamak kadar acı bir şey daha olmaması gerekir diye düşünüyorum.”
Kaçak yolların, kaçak umutların, kaçak sevdaların, kaçak ülkenin, kaçak sevdaların, kaçak yüreklerinden ve eski bir KDP Peşmergesi olan Halit Bağabani kaçağa bir kervanbaşı olarak yirmi bir yaşındaki yeğenini de yanında getirir.
ESKİDEN PEŞMERGEYDİLER, GÜNÜMÜZDE KORUCU
Kervanbaşı ve Mahabad’dan üç gün üç gece at sırtında kaçağa gelen Halit Bağabani konuşmaları arasında çok önemli noktalara da dikkat çekiyordu. Bu önemli noktalardan biri peşmergelikten sonra koruculuğa başlayan eski peşmergelerdir. Bağabani koruculaşan peşmergelerin daha çok PJAK’ın İran’a karşı savaş açmasından sonra İran devleti tarafından aktifleştirildiğine de önemle dikkat çekiyor. Koruculaştırılan peşmergelerin İran da peşmergelikleri döneminde peşmergelikleriyle, koruculaştırıldığı dönemde de koruculuklarıyla ünlü kişiler olduğunu belirten Bağabani şunları söyledi, “Yıllarca bu dağlarda birlikte peşmergelik yaptığım bazı arkadaşlarım şimdi korucu olmuşlar. Gerçi zaten devlete teslim oldukları ilk gün böyle bir şey olacakları belliydi. Ama ben bu kadar da ileri gideceklerini düşünmüyordum. Çünkü korucu olanların hepsi şimdi korucu başı ve devletle birlikte Kürtleri öldürmeye çalışıyorlar. Bazıları birlikte peşmergelik yaptıklarımdır bazıları da yine peşmergedir ama birlikte kalmamışız.
Devlete teslim olduktan sora korucu olan eski peşmergelerin başında Hasılê Şêd, Hüseyin Papir, Mamendê Sor, Ebu Sêzde gibileri geliyor. Bu Ebê Sêzde’nin hikayesi ise daha ayrı bir şeydir. Ebu Sêzde denmesinin nedeni, hareket tasfiye sürecine girdiğinde bu bir gece on üç peşmerge arkadaşını, arkadaşımızı öldürerek gidip devlete teslim oldu. O yüzden o günden bu yana adı Ebu Sêzde yani on üç babası olarak kaldı. Bunlar şimdi yanlarına çektikleri çok fazla adları bilinmeyen peşmergelerle PJAK’a karşı savaşıyorlar. Yine devletle birlikte geceleri bizi vurmak için pusu atıyorlar. İşte bu yüzden insan bazı nereden nereye diye bir soruyu kendine sormadan geçemiyor.”
SINIRA YİRMİ BEŞ YENİ KARAKOL
Daha önce peşmegerlik yapıp şimdi de kaçakçılık yapan Doğu Kürdistanlı Kürtlerden biri de Şino’li Nasır Serdeşti’dir. Serdeşti evli ve iki çocuk babası ve otuz beş yaşında. Serdeşti yirmi yıldır kaçakçılık yapıyor. Yani çocuk yaşta kaçakçılığa başlamış Kürtlerden biridir. Serdeşti’nin ailesin birçok üyesi KDP peşmergeliğini yapmış ve hatta kendisi de dört yıl kadar İran KDP’si peşmergeliğini yapmıştır. Ailesinden KDP saflarında dört kişi şehit düştüğünü söylüyor. Serdeşti, amcalarından birinin yirmi yedi yıl KDP peşmergeliğini yaptığını, tasfiyeden sonra beş yılda İran cezaevlerinde yattığını, cezaevinden çıktıktan sonra kaçakçılığa başladığını söylüyor.
Serdeşti sınırlardan kaçakçılık yaptığı yirmi yıllık süre içersinde sayısını hatırlamayacağı kadar pusuya takılmış. Bu pusuların hiç biri canını almaya yetmemiş ama canın yongası olan malını alıp götürmüşler. Çünkü bu pusularda bu güne kadar dört tane atını yitirmiş. Dört atın dört bin dolar olduğunu belirten Serdeşti şunları söylüyor. Serdeşti Zelêden Kelareş’e kadar olan yaklaşık 150 km sınır boyunca kaçakçılık yapılan yerlerin hepsinden kaçakçılık yaptığını belirterek 2007 yılından bu yana bu sınırlar boyunca İran devleti tarafından yirmi yeni askeri karakol yapıldığını söylüyor. Yapılan karakolların PJAK’ın İran devletine karşı savaş başlatmasından dolayı yapıldığını belirten Serdeşti şöyle konuştu: “Zelê’den Kelareş alanına kadar olan yaklaşık 150 km’lik sınır hattının her yerinden kaçakçılık yaptım. Ki kaçakçılık öyle tarihi yeni olan bir şeyde değildir. Yani son birkaç yıldır başlayan bir olay değildir. Benim dedemin döneminden kalma bir şeydir. Kısacası Kürdistan’da suni sınırlar çizildiği günden bu yana yapılan bir şeydir. Eskiden sınırlar o kadar ciddi tutulmuyordu. Yani bu belirttiğim hat boyunca ki bu günlerce yol yürüyüş demektir, toplam on tane İran karakolu bulamazdım. Ama son iki yılda sadece yirmi karakol yaptılar. Önce sınır boyunca bir duvar yapmak istediler. Ama başarılı olamadılar. Yani yapmaları mümkün olmadı. Duvardan sonuç almayınca karakol yapmaya, karakolla birlikte geçici tutulan tepelere hız verdiler. Bu karakolları PJAK gerillaları için yaptılar. Ama gerillalar için olduğu kadar biz kaçakçıların yollarını da kapatmak için yaptılar. O yüzden eskisi kadar kaçakçılık yapılamıyor. Zaten İran devletinin gözünde gerillalarla bizim aramızda hiçbir fark yoktur. Çünkü onun sorunu sadece gerillalarla değil, tüm Kürtlerledir.”
“ESKİDEN BİZ DE SİLAHLIYDIK”
Dört yaşında sırtla yük taşıyarak kaçakçılığa başlayıp 15 yıldır aralıksız kaçaklık yapanlardan biri de yirmi dokuz yaşında evli iki çocuk babası Şino’lu Seyit Abdullah’tır. Seyit çocuk yaşta kaçaklığa başladı ancak şimdi kervanbaşıdır ve kervanı faz kalabalık olan kervanbaşlarından biridir. Zira Kervanında yetmiş at var. Kervanında onunla kaçağa gelip gidenlerden üçü de kardeşidir. Seyit Abdullah Kuzey Kürdistan’ın iç bölgelerinden günlerce at sırtında kaçakçılık için Doğu ve Güney Kürdistan’a gelip gittikleri günleri hatırladığını söylüyor. Kuzey’in iç bölgelerinden kaçakçılık için gelenlerin silahlı gruplar halinde gelip gittiklerini belirten Seyit Abdullah yakın bir döneme kadar kendilerinin de silahlı bir şekilde kaçakçılık yaptıklarını belirtiyor. Son yıllarda artık silahsız gelmemeye başladıklarını belirten Seyit Abdullah silahsız gidip gelmeye başlamalarının nedenlerini şu şekilde sıralıyor, “Eskiden tıpkı Kuzey Kürdistan’ın iç bölgelerinden silahlı bir şekilde gelip giden kaçakçılar gibi bizde silahlı bir şekilde kaçakçılık yapıyorduk. Daha beş yıl öncesine kadar da silahlı gelip gidiyorduk. Ama artık silahlı gelip gidemiyoruz. Çünkü devlet kendi adamlarını bizim içimize kadar sızdırdı. Öyle oldu ki şu an ben kardeşime bile güvenemiyorum. Silahlı gelmemiz durumunda onun bile biz daha sınırı geçmeden bizi yakalatabileceğini düşünüyorum. Yani İran devleti o denli bizim toplumla oynadı demek istiyorum. Bir ailede kardeşlerin bile artık birbirine güvenememesi o toplumun iliklerine kadar parçalanması demektir. Toplum olarak birbirine karşı güvensiz hale gelmesi demektir. Ne yazık ki İran devleti bu konuda Doğu halkımız açısından şu ana kadar büyük bir sonuçta elde etmiş itirafını yapmak zorundayım.” Seyit Abdullah silahsız gelemeye başlamalarından sonra yollarına atılan pusuların çoğaldığını, öldürülen arkadaşlarının sayısının da birkaç kat daha arttığına dikkat çekiyor. Zira silahlı geldikleri günlerde pusuya girmeleri durumunda çatışmaya girerek kendilerini koruduklarını o yüzden askerlerin üzerine gitmeye cesaret edemediğini belirtiyor.
SINIRDA TÜKENEN HAYATLAR…
Seyit Abdullah sınırlarda takıldıkları pusularda vurulan arkadaşlarından söz ederken gözleri doluyor. Çünkü her yıl onlarca kaçakçı arkadaşının bu sınırlarda silahsız ve savunmasız bir şekilde bur lokma ekmek için vurulması yüreğini incitiyor. Birde elinden bir şey gelmediğini düşününce daha fazla etkileniyor. Çünkü sonuçta oda hala bu sınırların bir kaçağı olarak yaşıyor ve arkadaşlarının yoluna çıkan ölüm bir gün onunda yoluna çıkabilir. Onun çocukları da tıpkı arkadaşları gibi yetim kalabilir. Ve büyüyüp bir gün onlarda kaçağa başlayana kadar. Seyit Abdullah her yıl ömürlerin tükendiği sınırlarda onlarca kaçakçının öldürüldüğünü ancak bunların yalnızca birkaç tanesinin kamuoyuna yansıdığını belirterek geçmiş yıllara ilişkin şu korkunç rakamları veriyor: “İki yıl önce yani 2007 yılında sadece Piranşehir sınırında 39 kaçakçı öldürüldü. Yine 2005 yılında sadece Serdeşt sınırında 96 kaçakçı öldürüldü. Kaçakçılık yaptığım 15 yıl içersinde sadece Piranşehirden 200’e yakın kaçakçının öldürüldüğünü biliyorum. Bunlar da aklıma gelenlerdir. Verdiğim rakam sadece bir kentin sınırında öldürülen kaçakçıların öldürülmesidir. İnsan kaçakçılık yapılan bütün noktalarda öldürülen kaçakçıların sayısını düşünmek bile istemiyor. Ama ne yazık bunların sadece birkaç tanesi kamuoyuna yansıyor. Dünyadan habersiz bir şekilde bu sınırlarda her yıl lokma ekmek uğruna tükenen yüzlerce yaşamdan dünyanın haberinin olmaması insanı üzüyor.” Seyit Abdullah’ı en çok etkileyen hususlardan biri sınırlarda tükenen yaşamlardan birçoğunu şuan hatırlamıyor olmasıdır.
Seyit Abdullah’ın Kervanında üç kardeşinin olması kaçak yüreğine bir gün mutlaka büyük bir acının düşeceğini de gösteriyor. Hiç birlikte bir pusuya girdiniz diye sorduğumda Seyit Abdullah bakışlarını kaçırırken ağabeyi Seyit Ahmet şunları söylüyor: “Evet birlikte birçok pusuya düştük. Ama Allaha şükür hepsinden hiçbir can vermeden kurtulduk. Yine her zamanki gibi olan mala oldu. Birinde atımız, birinde yükümüz, birinde öteberimiz ele geçti. Şu ana kadar canımızı kurtardık. İnşallah bundan sonra da böyle olur. Bir şey daha söylemek istiyorum. Seyit Abdullah bizim kervanbaşımız ama dördümüzün en küçüğü. Herhangi bir pusuya düştüğümüz üçümüzün de düşündüğü o oluyor. Çünkü en küçük kardeşimizdir. Zaten evden çıkarken de annemiz onu bize emanet ediyor. Onu sağ anamıza götürmekte bizim görevimiz oluyor. Ama oğlun babayı, babanın oğlu bırakıp kaçmak zorunda kaldığı pusuları da yaşadığımı hatırlıyorum. Kaçak böyle bir şeydir işte. Bazen baba oğula, oğulda babaya sahip çıkamayabiliyor.”
KAÇAĞA YOLCULUK, UMUDA YOLCULUK OLMUŞ…
Kaçakçıların anlattıklarına göre tarihi Kürdistan’ın parçalanmasının ardından çizilen suni sınırlarla başlayan kaçakçılık İran devletinin Kürtlere yönelik uyguladığı politikalar yüzünden günümüzde Doğu Kürtleri için kaçağa yolculuk umuda yolculuğa dönüştüğünü gösteriyor. Çünkü okuyanı da okumayanı da ekmek parasını kazanacak bir iş bulamıyor. Birçoğu de henüz çocuk yaşta evlendirildiği için erken yaşta da ev geçindirmekle yükümlü hale getiriliyor. Doğuda ekmek kazanmanın tek kapısı olarak kaçakçılık kalmış. İsteseler de istemeseler de sistemle bütünleşme noktasında çok ciddi sorunlar yaşadıklarını belirten yirmi altı yıllık kaçakçı kırk altı yaşandaki Mehmet Emin Talana şunları söylüyor, “Bize ekmek kazanma kapısı olarak bir tek bu kalmış. Yani nereden çıkacağı bir ölümü göze alarak dağ yollarından yürüyüp kaçağa gelmek. Bizim için adeta bir umut kapısına dönüşmüş. Buda olmasa herhalde açlıktan öleceğiz. Genelde şimdiye kadar hiç kimse açlıktan ölmemiş deniliyor. Ama ben bizim öleceğimize inanıyorum. Bir gün bir yerde vurulup öleceğimizi de biliyoruz. Ama başka bir çaremiz yok. “ Emin Talana’nın altı çocuğu var. Şimdilik hepsi okuyor. Okulu bitirseler bile bir iş bulamayacakları için onların da er yada geç bir gün kaçaklığa başlayacaklarını biliyor. Ama kendisinin yaşadıklarını çocuklarının yaşamasını istemiyor. O yüzden şimdiden kaçakçılık yapmalarına izin vermiyor. Ömrümün sonuna kadar onlara bakmaya kararlı. Ama ömrünün nerede ve ne zaman biteceğini kendisi de biliyor. Talana’nın başından çok şey geçmiş. Sınırların kaçakçılık yapılan her yerinden kaçağa gelip gitmiş. Bu yirmi yıl içersinde 12 kez pusuya düşmüş. Altı sefer yükü yakalanmış. Beş tane atı öldürülmüş. Ve birçok arkadaşı yanı başında vurulmuş. Yaşadığı bu acılara hiç kimsenin yaşamasını istemiyor ama başka çaresi olmadığı için başta yine kendisi yaşamak zorunda kalıyor. Çünkü hala her hangi bir arkadaşının vurulmadığı yada pusuya düşmediği gün yok.
KÜRTLERİN ACI KADERİ KAÇAK DOĞMAK, KAÇAK ÖLMEK…
Kaçak doğmak, kaçak yaşamak, kaçak ölmek, kaçak sevmek, kaçak yaşamak, kaçak yollardan yürümek ve kaçakça ekmek kazanmak Kürtlerin acılı kaderi olmuş durumda. Bu daha çok sınır boylarında yaşayan Kürtler için geçerli olan bir şeydir. Zira yaşadıkları süre boyunca ve yaşadıkları ülkede hep geçim sorunlarını yaşadıkları için bu kaçakçılık yapmaktan başka çareleri kalmıyor. Bu iş sadece kendileriyle sınırlı kalmıyor. Çünkü onlar dedelerinden babalarından devir aldılar ve kendilerinden sonra da çocuklarına devir edecekler. Kaçakçılığın atadan babadan devir alınan bir geçim kapısı olduğuna en iyi örnek 23 yaşındaki evli ve bir yıldır kaçakçılığa başlayan Rahman Kadiri verilebilir. Kadiri bir yıl önce evlenmiş ve bir tanede çocuğu olmuş. Altına girdiği bu yükümlülük onun geçim kaynağına da bir çözüm bulmasını gerekten bir yükümlülüktür aynı zamanda. Kadiri evlendikten sonra iki yıl boyunca aralıksız iş aramış. Herhangi bir iş bulamayınca boynunu eğip babasının atıyla bir yıldan beridir kaçağa gelip gitmeye başlamış. Kadirinin çocuğu şimdi bir yaşında.
Başkalarına boyun eğip bir lokma ekmek kazanmaktansa bu sınırlarda ömrünü tüketerek çocuğuna helal mama içirmeye çalıştığını belirten Kadiri şunları söylüyor, “Yaptığım iş için kendimle gurur duyuyorum. Çünkü hiç kimsenin minnetiyle yaşamıyorum. Çocuğuma minnetin parasıyla mama almıyorum. Alnımın teri ve koltuğumdaki kefenimle gelip geçtiğim yollardan kazandığım parayla onu büyütmeye çalışıyorum. Bu güzel bir şeydir. Ama daha çocuğum beni tanıyacak yaşa gelmeden bir gün bir pusuda vurulabileceğimi düşününce kötü oluyorum. Daha beni tanıyacak yaşa gelmeden ona kaçakçılığı devir ederek göçüp gitmek korkutuyor beni. Tek korkum budur. Başka da bir şey düşünmüyorum.” Kadiri kaçakça yaşayan ve kaçakçılıkla kazandığı parayla büyütmeye çalıştığı çocuğuna iyi bir gelecek hazırlayamamasının yüreğindeki sıkıntısıyla konuşuyor. Kadiri’nin bu sözleri Kürtlerin acılı yazgılarının ifadesi oluyor. Ve gerçekten de belki bir gün çocuğu onu tanıyacak yaşa daha gelmeden o bir pusuda vurulup gidecek. Kim bilir vurulurken çocuğuna aldığı mama da yanında olacak. Ve oda bir kaçak mal olarak onu vuran devlet güçlerinin eline geçecek.
KADINLAR VE ÇOCUKLAR GELECEK ACI HABERİ BEKLER..
Kaçakçılar hayatlarını, özlemlerini, sevgilerini, kaygılarını, korkularını heybelerine koyarak yola çıkarlar. Geride kalanlara ise daha büyük korkular bırakarak evden uzaklaşırlar. Onlardan geriye kalan eşleri, sevgilileri, çocukları, anaları ise onlardan gelecek acı bir haberi beklemeye başlarlar. Kaçakça yaşanılan ülkemin kaçak insanlarının hayat hikayelerinin en önemli parçalarından biride geride kalanların yaşadıkları acı, ızdırap korkulardır. Geriden kalanların payına hep hüzün düşer. Çünkü onlar gelecek bir acı haberi bekleyerek yaşarlar. O yüzden ölümlerini koynuna alarak yola çıkan eşleri, babaları, sevgilileri, kardeşlerinden daha çok onlar acı çekerler…
Kaçak hayatların hazin hayat hikayesidir bu. Daha doğrusu hayat hikayelerinin küçücük bir kesitidir bu. Çünkü bu hayatlardan herhangi birinde birçok hikaye vardır. Ama ne yazık ki hikayelerinin baş aktörü acıdır. Zira bu hikaye sadece acı üzerine kurulu bir hikayedir.
Çünkü her şeyine ölümün damgasını vurduğu bir hikayedir…
NOT: HABERİ KOPYALAMAK VEYA YENİDEN YAYINLAMAK YASAKTIR
ANF NEWS AGENCY
--------------------------------------------------------------------------------
© 2009 Ajansa Nûçeyan a Firatê
|