mara

             
 
GÜNCEL
ARAMA MOTORU

Web'de Ara Site içinde Ara
 
Forum sözleşmesi


E-posta: Şifre: Şifre Hatırlat | Üye Ol

KONUYU AÇAN: buket 85.105.62.3***
16.09.2009 21:22:59
Konu: ZERDÜŞTİLER
Ateşe Tapmayanlar: Zerdüştiler kitabının yazarı Sami Solmaz 1963 Diyarbakır doğumlu. 1984 yılında fotoğrafa başladı. Uzun yıllar free lance gazetecilik ve reklam fotoğrafçılığı yaptı. 1995 yılından bu yana Ortadoğu ile ilgili çalışmalar yapmakta.


Önce Zerdüştiler’in ateşle bağlantılarından başlayalım isterseniz…Ateş Zerdüştiler için ne anlam ifade eder? Kitabınızdan ateşe tapmadıklarını öğrendik.

Özellikle kitabın ismini Ateşe Tapmayanlar koymamın nedeni, ateşe tapınma olmamasından kaynaklanıyor. Sadece İslamiyet’in ve diğer semavi dinlerin Zerdüştlüğü yok saymak ve bir şekilde kendi müritleri arasında tepki duymalarını sağlayacak bir isimlendirme sadece. Ateşe Tapanlar diye bilinmelerinin nedeni bu. İslamiyet’in yakıştırmasıdır bu.

Aşağılamak için mi?

Aşağılamak için evet. Çünkü üç semavi din de Tanrı’ya tapınmayı savunur. Bunlar da bu tanrıya tapıyorlar.

Ahura Mazda’ya…

Ahura Mazda’ya evet. Üç din de tüm kaynaklarını bu dinden aldığı için onu bir biçimde yok saymak durumundalar. O yüzden insanların gözünde küçültme amaçlı ortaya çıkan bir söylem var. Zerdüştler’de ateşin önemi şu: İyilik ve kötülük her zaman savaşım halindedir. Aydınlık ve ateş iyiliğin sembolüdür. Dünyayı yaratan iyiliğin sembolüdür. İbadetlerinde olsun, evlerinde olsun, ya da her tür törenlerinde olsun, ateş olmasının nedeni, aydınlığın dünyaya hakim olmasını istemeleridir. Bu sadece bir semboldür.

Bunu gittikleri her yere götürüyorlar.

Evet. Ateşin bir özelliği de şu, Zerdüşt döneminde, özellikle M.Ö. 5., 6. yüzyıllarda yakılan ateşler var. Zerdüştilerin yazata dedikleri melekler var. Bu yazatalara adanmış ateşler var. Kırallara adanmış ateşler var. Din adamlarına adanmış ateşler var. Halka adanmış ateşler var. Böyle değişik türde ateşler var. Ama onlar için en önemlisi zafer ateşi. O da 30 tane yazataya adanmış ateş. O dönemlerden kalan ateşler, özellikle bir tanesi, zaten milattan öncesinden hiç ateş kalmamış ama, 1500 yıl öncesinden kalan ateşler var, özellikle bir tanesini İran’ın Yezd kentindekini özellikle koruyorlar. 60 yıl önce bir başka yerden Yezd’e getirirken bile söndürmeden getiriyorlar. Öbür taraftan Anadolu Aleviliği’ne baktığınızda, ateş kutsal. İslamiyet’te de kutsal…

Şamanizm’de de kutsaldır…

Şamanizm’de de öyle. Bütün dünyada ateş kutsal. Ateş suyla söndürülmez. Ateşe işenmez. Ateşi ancak toprakla söndürebilirsin. Ya da kendiliğinden sönecek. Bütün dinlerde ateşin belli bir önemi varken bu adamlara Ateşe Tapanlar diye saldırıyorlar. Bu olacak bir şey değil yani.

Zerdüşt’ün doğumuyla ilgili olarak çeşitli söylentiler var. M.Ö. 6.yüzyıl hatta tam olarak 683 yılını zikrediyorsunuz siz, ya da 1100’lü yıllardan söz ediliyor. Nereden kaynaklanıyor bu fark? Hangisi doğru?

Bakın tarihte kesindir diye bir şey yok. Bilgilerin bugüne gelmesini sağlayan vakanüvisler var. Yazılı bir kültür olmadığı için sözlü anlatımlar, daha sonra birileri çıkıp yüz hatta binlerce yıl önce olmuş şeyleri o anki mantığıyla yazmaya çalışmış. Bizim yaptığımız gibi. Biz de aynı şeyi yapıyoruz aslında. Bizim avantajımız şu, birçok veriyi alabiliyoruz. M.Ö. 683 yılını ileri sürmemin nedeni, İran’daki Persepolis’in yapım tarihi olması..Kıral Darius zamanında yapılıyor. Kıral Cemşid ve Zerdüşt’e adanarak yapılıyor. Persepolis’in yapım tarihi M.Ö. 5. yüzyıl. Karıl Cemşid’in Pers imparatoru olarak yaşadığı dönem, 600’lü yıllar.

Ola olsa o yıllar olabilir diyorsunuz…

Bana en mantıklı gelen yıllar bunlar.

Örneğin M.Ö. 9.yüzyıla tarihlenen bir olay, anekdot falan yok mu?

1200’lü yılları iddia edenlerin de çok fazla anlattıkları bir şey yok. Zerdüşt Medler arasında kabul görmüyor. Kutsal Kitap Avesta’da Kıral Cemşid’den Yima (doğru mu?)

diye bahseder. Bir söylenceye göre Tanrı Ahura Mazda peygamberliği Yima’ya buyurur ama o kabul etmez. Kutsal Kitap’ın bazı bölümlerinde böyle şeyler de var.

Zerdüşt yedi yaşında eğitim almak için Burzin Kurus’un yanına gider ve sekiz yıl sonra evine döndüğünde ülkesi Aria’nın vatanları Moğolistan Dağları ve kuzeydeki ovalar olan Turanlılar tarafından işgal edildiğini görür diyorsunuz kitabınızda. Bu tarihi kayıtlarda da var mı, eğer varsa oradan da 6.yüzyıl savı güçlendirilebilir…

Öylesine çok kesin tarihi kanıtlar yok. Bunlar efsanevi anlatımlardan benim çıkarsamalarım.

Peki kim bu Turanlılar?

Moğollar… Moğollar o dönemlerde Afganistan’ın alt tarafına kadar İran’ın büyük bir bölümünü istila ediyor. ………….

Benim bildiğim Moğollar çok daha sonra ortaya çıkıyor.

Sadece Turanlılar diye geçiyor. Mesela bir Tir efsanesi vardır. Turanlılar’dan Afrasiyap’tan bahseder.

Evet evet, Türkler de ona sahip çıkar, İranlılar da, hatta Kürtler de değil mi? İnsan kahraman olunca sahip çıkan çok oluyor.



Peki Zerdüşti kadınların başlarını örtmesinin nedeni nedir acaba?

Zerdüştlük’te kapanmak yok. Ama şu an İran’daki rejimden kaynaklı. Başlarını örtmek zorunda kalmışlar. Mesela Hindistan’daki Zerdüştiler örtmüyor başlarını.

Günde beş kez ibadet olayı İslamiyet tarafından alınmış bir şey olarak yorumlanabilir mi?

Evet. Çünkü ibadet zamanlarına baktığınız zaman ilk ibadet, gün doğmadan önceki 36.dakikadan başlayıp öğlene yakın bir saate kadar sürüyor. Bu süre içinde sabah ibadetinizi yapabilirsiniz.

Zamanlar da uyuşuyor.

Zamanlar bire bir aynı.

Hıristiyanlar da Zerdüştiler’in üç kez çan çalmasını almış galiba.

Hayır Zerdüştiler günde kaç kez ibadet ediyorsa o zamanlar çan çalıyor. Her ibadet öncesi üç kez çan çalıyor.

O zaman beş kez yani öyle mi?

Evet beş kez.

Ama bu da bir simge olarak Hıristiyanlığa geçmiş gibi… Aslında bunu biraz konuşalım isterseniz. Zerdüştiler zaten iddia ediyorlar ki, “Bizim âdetlerimizi siz bizden aldınız” diye. Hakikaten bunu doğrulayacak şeyler var, neler söyleyeceksiniz bu konuda…

Zerdüştler’in Kutsal Kitabı Türkçe’ye çevrilmedi. Başka da bir tek İngilizce’ye 1895 yılında çevrildi.

Çok geç bir tarihmiş… Özel bir nedeni var mı?

Hep yok saymışlar. Kimse ihtiyaç da duymuyor böyle bir şeye. Onun için de karşılaştırma yapma şansımız yok. Üç din de birbirini kabul ettiği için Kutsal Kitapları karşılaştırsanız da örneğin İslamiyet “Biz diğer dinlerin devamıyız, en son ve tek kutsal din biziz” der. Yahudiler farklı söyler, Hıristiyanlar farklı söyler. Ama hiçbir Yahudi İslamiyet’i de yadsımaz. Sonuçta Museviler şunu söyler: “İslamiyet ve Hıristiyanlık bizlerin devamıdır, bizlerden almışlardır her şeyi.” Onun için kutsal kitapları koyup karşılaştırmak gerekiyor. Bu da çok uzun zaman alacak bir şey.

Çok iyi bilmek de gerekiyor.

Bir de o var tabii. Böyle başladığım bir çalışma var. Temel olarak dört tane kutsal kitabı alıp, yazılış tarihlerine göre önce Avesta, sonra Tevrat, İncil ve Kuran’ı incelemek istiyorum. Örneğin Nuh Tufanı. Her birinde nasıl yazıyor? Eski mitolojideki karşılığı ne? Sırat Köprüsü örneğin, Cennet-Cehennem, Yaratılış… bu konularda yazılanları kutsal kitapları karşılaştırarak, onları yorum bile yapmadan alıp alt alta koymak istiyorum. En alta da mitolojideki karşılığını koyacağım. Yorumu okuyucuya bırakacağım.

Ne kadar birbirlerine benzediği ya da benzemediği çıkacak değil mi?

Evet.

Bir de 21 Mart olayını konuşalım istiyorum. Tüm kültürlerde olan bir şey bu 21 Mart.

Özellikle Ortadoğu’da birçok kültüre girmiş olmasının nedeni, Zerdüştiler’de ve eski İran takvimi de 21 Mart’ta başlıyor. Çeşitli rivayetler var bununla ilgili. Newroz dediğimiz şey var. 21 Mart İran topraklarının kurtulduğu gün. 21 Mart Demirci Kawa’nın Kıral Dehak’ı öldürdüğü gün. Böyle bir sürü efsane var. Zerdüştiler için 21 Mart’ın önemi, Zerdüşt’ün peygamberliğini ilan ettiği gün olmasından kaynaklanıyor. Kürtler’in Kıral Dehak, İranlılar’ın Zohak dediği, Kutsal Kitap Avesta’da da Azdehak diye geçen kıralın öldürüldüğü gün aslında 21 Mart. Yeni yılın başlangıcı olarak da kabul edildiği için de Ortadoğu’da birçok millete de geçmiş durumda. Özellikle Persler’in o yayıldığı dönemlerde… Çünkü Persler’in Yunan üzerine seferleri var. Hep bu topraklardan geçmişler. Mardin’de Kıral Darius’un yaptığrdığı ve sadece o seferlerde kullanılan bir konak var. Dara harabeleri denilen şey. Hindikuş’tan Nil Nehri’ne kadar, Ege Denizi’ne kadar sürekli seferler var. Bütün coğrafyayı uzunca bir dönem, yüzlerce yıl etkisi altına almış olduğu için, Pers İmparatorluğu’nun da resmi devlet dini olduğu için tüm kültürlere bu yansıyor. Bir şekilde kılıç zoruyla yansıyor ama daha sonraki zamanlarda çeşitli kültürlerde bu değişime uğruyor.

Ama sanki insanlar 21 Mart ile doğanın uyanışını epey bir zaman önce algılamışlar. Çok eski çağlardan beri sanırım.

Zerdüştilik’teki en önemli şeylerden bir tanesi de o dönemde… Örneğin Medler göçebe olarak yaşıyor. Persler daha yerleşikler. Medleri o göçebe yaşamdan kurtarmak için toprağa dayalı, tarıma dayalı bir yaşam kurmuş Zerdüşt. İnsanları göçebe hayattan kurtarıp yerleşik hayata geçirmek için toprakla tanıştırmış onları. Her taraf çöl, düşünün. Öyle şeyler yapmış ki her doğan, her ölen insan için bir tane ağaç dikmek gibi bir gelenek var. Bu halen sürüyor mesela. Çölü başka türlü nasıl yeşerteceksiniz? Tek tek bireylere bu bilinci aşılayacaksınız ki çöl de adam olsun.

Peki Zerdüşt’ün genel olarak hayatın tüm alanlarını düzenlememek gibi bir ilkesi var. Yani insanları daha serbest bırakmaktan, daha sonraki dinlere baktığımız zaman insanları daha zapturapt altına almaya doğru bir gidiş var gibi. Böyle bir süreci siz de algılıyor musunuz?

İslamiyet’i ele alalım mesela. Bir çocuk suçlu doğuyor mesela. Her doğan çocuk suçlu doğuyor. Eğer Adem ve Havva’nın çocukları isek suçluyuz. Cennet’ten kovulduk bir kere. Öbür taraftan baktığınızda kader denen bir şey var. Tanrı kaderimizi belirliyor, biz doğmadan önce belirlemiş. Yani benim hata yapacağımı da biliyor. O zaman tanrıyı ciddi anlamda sorgulamak lazım. Zerdüştlük’te de Tanrı insanları iyi bir akılla yaratıyor. Zerdüşt’ün hayatın bütün alanlarını belirleyecek yasalar koymamasının nedeni bu zaten. İnsanları özgür bırakıyor. Ama temel şeyleri veriyor. İyi Düşünce, İyi Söz, İyi İş. Zaten dinin temel felsefesi bu üçleme. Düşünce iyi düşünülsün, söz iyi söylensin, iş iyi yapılsın. Tanrı size o aklı verdikten sonra sizi sınıyor. Bu ama İslamiyet’teki gibi bir sınama değil. Size doğru bir yaşam veriyor. Ama öbür taraftan Şeytan’ı da yani kötülüğü de gösteriyor. Kötülüğe karşı savaşımda seni serbest bırakıyor. Hayatın diğer alanlarında da “ne yiyeceksin, ne içeceksin, ne giyineceksin, karınla nasıl yatacaksın falan hiçbirine karışmıyor. Daha sonraki dinlere bakıyorsun, Yahudilik’te de böyle, 1948’de İsrail kurulduktan sonra biraz değişim var… Eski Ortodoks Yahudiler’e bakıyorsun, giyimlerine, yaşamlarına, cinselliği nasıl yaşadıklarına bakıyorsun, hele hele cinsellik… Cinsellik sadece üreme amacıyla yapılması gereken bir şey dinlerine göre. Karınızla yatacağınız zaman beden bedene değmeyecek. Yahut bir çarşaf koyacaksınız araya. Amaç bedensel zevklerden vazgeçmek. İslamiyet’te de benzer şeyler var. Bunlar ne kadar uygulanıyor, tabii bu sorgulanabilir bir şey.

Yahudiler’de de bunun uygulandığını zannetmiyorum.

Uygulayan çok. İsrail’de bunu uygulayan çok. Katolikleri alın…

Katoliklik’te bir kere evleniyorlar, bir daha boşanmıyorlar. Zerdüşlük’te de aynısı var. Galiba Zerdüştilerden almışlar bu ilkeyi.

Evet oradan alınma.

Yakın akraba evliliği var Zerdüştlük’te, neden böyle bir şeye ihtiyaç duymuşlar?

Sanıyorum o İslamiyet’in yayılmaya başladığı dönemden sonra daraldıkları için, daha kapalı bir toplum oluşturdukları için ortaya çıkmış bir şey.

Zerdüşt böyle bir şey söylemiyor yani…

Yok hayır. Şu anda yaşayan Zerdüştler’e ilişkin bir şey bu. Düşünün dünyada yirmi ülkede sadece 170 bin kişiler. Bunun 50 bine yakını İran’da. Dininizi de korumak gibi bir derdiniz var. O yüzden Müslüman olarak biriyle evlenmek yerine yakın akraba ile evleniyorsunuz.

Tüm peygamberlere dayandırılan bazı söylenceler var. Ateşle bağlantılı efsaneler bunlar. Acaba bu söylenceler onlara kutsiyet kazandırmak için midir?

Evet. İbrahim peygamber ile ilgili olarak anlatır tüm kitaplar. Kıral Nemrud İbrahim’i ateşe atar ve ateş onu yakmaz.

Zerdüşt ile İbrahim arasında bir bağ var mı?

Bir rivayete göre İbrahim ile Zerdüşt aynı kişidir. Bana da mantıklı geliyor.

Tarihsel olarak örtüşüyor mu peki?

Örtüşüyor. Anlatım aynı. İbrahim doğmadan önce büyücübaşı, Kıral Nemrud’a der ki, “Bir çocuk doğacak ve bu çocuk seni tahtından edecek.” Onun üzerine Nemrud tüm hamile kadınlar doğurdukları an tüm çocukları öldürtüyor. Bir tek İbrahim’in annesi gidiyor ve mağarada doğuruyor. Zerdüşt’te de aynı şey var. Çok sağlam olmamakla beraber İbrahim’in Zerdüşt ile aynı kişi olduğuna dair savlar da var.

Tanrı ile konuşma tüm dinlerde vardır. Hep dağa çıkılır, bir mağaraya girilir, sonra ortak efektler vardır. Önce korkunç bir gök gürültüsünü andıran ses, sonra çok parlak bir ışık içinde kalma hali… En son da ya aklî olarak, ya da gerçek bir ses duyularak bir şeyler tebliğ edilir. Böyle bir ritüele ne gerek vardır bütün dinlerde?

Ben din uzmanı değilim ama sanırım insanlara daha inandırıcı gelmesi için. Aslında orada Tanrı’nın kelamı yok. Ben Muhammed’e de bakıyorum, İsa’ya, Musa’ya da, kutsal kitaplarında yazmış oldukları şeylerin hepsi, kendi kafalarında oluşturdukları ama benim düşüncem diye insanlara sunduklarında kabul görmeyeceğini bildikleri şeyler. Hele o dönemde… Mucizevi şeylerle anlatmanız gerekiyor ki insanlar kabullensin. Daha da komedisi, 1847 yılında İran’da Bap diye bir adam çıkıyor, (bap kapı demektir) bir yıl boyunca İran’ın her tarafını, kasaba kasaba, köy köy dolaşıyor hem de yürüyerek. Her evin kapısını çalıyor ve bir şey söylüyor. “Mehdi gelecek” diyor. Zaten kutsal kitaplarda bin ya da iki bin yıl sonra yeni bir Mehdi’nin geleceğini yazıyor. Bu adam 1848 yılında, yani tam bir yıl sonra bir adam çıkıyor, kendi ismine Bahaullah diyor. Ve dinini kuruyor.

Şu an dünyada en hızlı yayılan tek din. Türkiye’de de sayısı azımsanmayacak kadarlar. Bu adam doğrudan ortaya çıkıp “Ben mehdiyim” dese, kabul görür müydü? Söylediklerine bakıyorsunuz, Budizm’i bile yadsımıyor, Şamanizm’i bile yadsımıyor. Hatta Hazreti Buda, Hazreti Şaman diyor. Böyle söylemleri de var. Eski dönemlerde ise daha mucizevi şeylerin olması gerekiyor. Daha önce söylenmiş hiçbir şey yok. Ne tanrı kavramı var, ne kutsal kitap var. İnsanlar ancak mucizelere inanıyor. Bir mucize olacak ki insanlar “haa tamam o zaman” demeliler. Bahailik onlara bakınca daha kolay bir ortaya çıkışı var. Zaten kutsal kitaplarda var. Mehdinin geleceğini yazıyorlar. Onun hazırlığı yapılmış yani. Şimdi Muhammed olsun, Zerdüşt olsun, peygamberliğin tebliği bire bir aynıdır. Bakıyorsunuz, Zerdüşt Muhammed’ten tam bin yıl öncedir. İnsanlar kendileri sorgulasınlar…

Ateş tapınaklarındaki küllerin içinde insan kemiklerinin bulunduğundan söz ediyorsunuz kitabınızda…

Ateş tapınakları değil, kül tepeleri var. Zerdüştlük’te gömme yok. Yakma da yok. Yırtıcı hayvanlar parçalıyor cesedi. Sessizlik Kulesi dedikleri bir yer yapıyorlar, yerleşim yerlerinin dışında. 100-150 metre yüksekliğindeki bir tepenin üzerine kuruluyor bu kuleler. 30 metre çapında dokuz tane platform var. Üçü erkek, üçü kadın üçü de çocuklar için. Değişik boylarda yapılıyor ki 1,90 metre boyundaki insan da sığabilsin, daha küçükleri de. Yırtıcı hayvanlar parçalıyor bunları. Bunun mantığı, çürüyen bedenin toprağı ve suyu kirletmesini önlemek. Geriye kemikleri kalıyor. Kemiklerin de bir biçimde yok edilmesi gerekiyor. Kemikler bir süre güneşte bekletiliyor kirece bulanarak. O süreçte un ufak oluyor kemikler. Kemiklerden arta kalanları da belli yerler var, kül tepeleri denilen. Ya da Sessizlik Kulesi’nin içine atılıyor, dibindeki kanallara suyla bırakılıyor. Bazen de bu kemik kalıntılarına özel bir yer yapıp oralara gömüyorlar. Kül tepeleri dedikleri yerler de bunlar.

Türkiye’de var mı Zerdüştler?

İslamiyet ile beraber Anadolu’dan gitmişler. Çok eskiden… İslamiyet’in yayıldığı döneme kadar Ortadoğu’daki en baskın din bunlar.

Zerdüştiler’de evlilik törenine ilişkin yazdıklarınızda şöyle şeyler vra. Kızın yani gelinden beklenenlere baktım. Nezaket, kibarlık, itaat bekleniyor. İyi huylu, sevimli olması isteniyor. Kadının yeri bu dinde de ikinci sırada gibi bir hava var. Yanılıyor muyum?

Bir biçimde…

Bütün dinlerin söylemi bu mudur? Kadın hep ikinci planda…

Evet, ataerkil düzen..

Zerdüştiler’de bir kez evlenince bir daha boşanamamanın nedeni nedir sizce? Neyi korumaya çalışıyorlar bunu yaparak?

Birincisi dinlerini korumak sonra da kendilerini korumak adına yapıyorlar. Aynı insanla evli olmak da sadakati getiriyor.

Çok mantıklı bir açıklaması yok ama değil mi?

Mantıklı bir açıklaması yok evet.

Dua okuma törenlerinin çok katı göründüğünden söz ediyorsunuz. Çok mu uzun sürüyor bu ibadetler?

Hayır hayır. Norma ibadetleri en fazla 10 veya 15 dakika sürüyor. Ben kitapta bu törenleri anlatırken öyle bir hava çıkmış olabilir. Ama öyle uzun şeyler değil bu törenler. Örneğin sabah gün doğmadan önceki bir zamanda başlıyor sabah ibadeti, öğlene kadar sürüyor. Bu süre içindeki herhangi bir zaman ibadetinizi yapabilirsiniz. Bu da 10 ya da 15 dakika sürüyor. İbadet sırasında da dualar okuyorlar, dinin sembolü olan kemeri çıkarıp o kemer üzerinde yemin edip tekrar takıyorlar. Ama din adamlarının kendi aralarında yaptıkları törenler uzun sürüyor. Ya da kemer takma töreni, üç saat falan sürüyor. O da çok özel bir durum. İnsanın hayatında bir kere yaşayacağı bir şey bu. O yüzden görkemli törenler yapıyorlar.

Hiçbir insanın gece gömülmemesi var dinlerin neredeyse tümünde. Yani toprağa gömülme âdeti olan dinlerden söz ediyorum tabii. Bunun amacı da ölenin vücudunu güneşe göstermek. Güneşin özel bir anlamı var insanlık için.

Ateş ne anlam ifade ediyorsa güneş de o anlamı ifade ediyor.

Aleviler’de de var bu. Güneşe dönerler yüzlerini. Hatta Güneş’in Hazreti Ali’nin simgesi olduğu söylenir.

Değil işte. Anadolu Aleviliği’nin İslamiyet ile hiçbir alakası yoktur incelerseniz. Ali ile de alakası yok aslında. Bölge bölge alırsanız, Tunceli tamamıyla Zerdüştlük var. Bingöl, Muş oralardaki Alevileri alırsanız, tamamıyla Yezidilik var. Tokat, Çorum, Kırşehir, Nevşehir’i alırsanız tamamıyla Şamanizm var. Tunceli’de, Bingöl’de, Muş’ta, bütün eski yerleşim birimlerinde evlerin kapıları doğuya dönüktür. Güneşin doğduğu yere dönüktür yani. Sabah kalkar kalkmaz güneşe karşı dua edilir. Danslı ya da müzikli ayin İslamiyet’te asla yoktur. Zerdüştler’de İslamiyet’in yayılmaya başladığı dönemde göç edebilenler ediyor. Anadolu’da da aynı şey. Özellikle Osmanlı’nın Hilafeti devralmasından sonra bir şekilde bu coğrafyada yaşamak gibi bir derdi var insanların. Terk edecek durumları yok. İslamiyet’e entegrasyonun en kolay yolu Ali taraftarı olmak olduğu için Alevilik diye farklı bir şey oluşuyor. Anadolu Aleviliği, tamamıyla İslamiyet’e Şamanistlerin, Zerdüştilerin, Yezidilerin entegrasyonunun bir biçimi.

Zerdüştiler’de de Humata, Hukhata, Hawaraşta diye adlandırılan, İyi Düşünce, İyi Söz ve İyi İş olarak Türkçe’ye çevrilen birdüşünce sistemi var. Hıristiyanlığa da, İslamiyet’e de baktığımızda tüm dinlerin insanların genel olarak kötü olduğu ve iyi yola çevrilmesi gibi bir amacın olduğu görülüyor. Sizde de böyle bir sezgi oluştu mu…

Din sosyolojisiyle uğraşan bir arkadaşımın çok hoş bir tanımlaması var. Adı Ulus Paker. ODTÜ’den. O diyor ki “Eğer tanrı On Emri Musa’nın kulağına fısıldadıysa bunu Hammurabi’den çalmış demektir.” Yani Hammurabi’nin kanunlarını alın ya da Sumer mitolojisini alın, göreceksiniz ki bütün dinlerin kaynağı oradadır.

Bütün dinler birbirinden alıntı gibi.

Zerdüştlük de bana göre Şamanizm’e bir tepki olarak ortaya çıkmış. Şamanizm’de olan bir sürü şeyi yadsı****** onu tek tanrılı hale getirip oluşturulmuş bir din.

Zerdüşt’ün Kürt kökenli olduğunu öne sürüyorsunuz kitabınızda. Bu sonuca nasıl vardınız?

Kürtler’in kökeni Medler’e dayandırıyorum. Hatta kitapta Medler’in boylarından söz ediyorum. Magi diye bir boy var. Zerdüştler’e Mecusi denmesinin nedeni Arapça’da g harfinin olmamasındandır. Büyü ile uğraştıkları için bu boy, Magi sözcüğü batı dillerine de magic olarak geçmiştir. Magiler de Medler’in bir boyudur. Bu yüzden Zerdüşt Kürt’tür.

Zerdüşt biliyor muydu kendisinin böyle ayrı bir boya ait olduğunu?

Tabii, mesela Medler arasında kabul görmüyor. Pers İmparatoru Kıral Cemşid’e gidiyor ve Persler’in arasında daha çok kabul görüyor. Sonra Persler’le birlikte yaşamaya başlıyor. Persler’in de resmi dini oluyor Zerdüştilik. Med kökenli olduğu kesin ama.

zerdüstlükle ilgili paylaşımlara devam edecem. tabii zaman buldukça çünkü bu her kürdün bilmesi vede öğrenmesi gereken bir milli kültür (inancı ne olursa olsun)

SEVGİ VE SAYGILARIMLA YAŞASIN MEZEPOTAMYA YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ....SHALOM..
 
Kimden: buket  85.105.62.3***
16.09.2009 21:38:36
Cevap: ZERDÜŞTİLER
KÜRT MİTOLOJİSİ
ATEŞ KÜLTÜRÜ

Kürt kültürünün temelinde, güneş ve su var. Güneş, kürtlerin kollektif bilincinde ve kollektif sosyal pisikolojisinde çok önemli yer tutar. Bununda nedeni yaşadıkları coğrafyadır. Kürtlerin, yaşadığı toprakların iklimine ve uğraşlarına bakıldığında güneşin ve suyun belirleyici rolü hemen anlaşılır.

Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın, soğuk olmasından dolayı, halk bol yiyeceğe, sıcak barınaklara ve hayvanları için verimli otlaklara ihtiyacı vardı. Bütün bu gereksinimlerinin karşılanması için, güneş ve su gereklidir. Bereketin bu iki unsuru olmadan, zengin bir yaşamın olmıyacağını günlük yaşamlarındaki deneyimlerinden çıkaran Kürtler, hem güneşi hemde suyu yararlılıklarından dolayı kutsamışlar, tanrılaştırmışlar ve güneş ve suya bütün yaşamın ve canlılığın kaynağı olarak bakmışlar.

Güneşin doğuşu, yeni bir günün başladığını müjdelerken, sevinçin ve umutların kaynağı olmuş. İnsanlar, güneş enerjisinin yaratıcı özelliklerini, belki bilimsel verilerle açıklama bilgilerinden yoksundular ama, deneyimleri onlara güneşin yaratıcılığını öğretmişti.

Kürt Mitolojisinde, güneş tanrısı MİTRA su tanrısı ise güzelliği ile ünlü ANAHİTA dır. Güneş, Zerdüşt dininde de önemli bir yer tutar. Ahura Mazda’nın özelliklerinde sayılan yaratıcı güç Vohumanah (Ameşa Spenta-Ölmez Azizler) dünyaya mutluluk veren güneşin ışığıdır.

ATEŞ KÜLTÜRÜ,

Kürtlerin, ateşi kutsal bir varlık olarak görmelerinin tarihi temeli, Medleri oluşturan kabilelerden biri olan magaların, eski dini olan Magilikten kaynaklanmaktadır. Magalar, diğer dinlerde olduğu gibi, tanrıya kayıtsız şartsız teslim olma sözkonusu değildi. Magalar, yaptıkları sihirlerle (MAGİ) tanrıları etkiliyeceklerini düşünüyorlardı. Bundan dolayı yaşam için gerekli olan aydınlığa ve ısıya kavuşmaları için, ateşler yakarak güneşi taklit ederlerdi. Böylece, tanrıları etkiliyerek, güneşin sürekli doğmasını sağlıyacaklarını ve arzuladıkları sonuca ulaşacaklarını sanıyorlardı. Bundan dolayı ateş, sürekli yanardı. Zerdüşt, ekonomik ve sosyal koşulların zorlamsı sonucu ari dinlerini, yeniden günün ihtiyaclarına göre düzenlemeye başladığında, eski dinleri tamimiyla dışlamamış, zamanın koşullarına göre yararlı olan bazı özelliklerini yeni dine aktarmıştır. Ateşin güzelliklerini Mazdaizme entegre etmiş ve Ahura Mazdayı, ışık ve ateşin tanrısı olarak nitelemiştir. Ateş kulelerinde, sürekli ateşler yanar. Ateş kulelerinde yanan ateşe dokunulmaz ve kirletilmezdi. Ateşin sürekli yanmasını sağlıyan kişi, ateşi nefesi ile kirletmemek için ellerinde eldiven, ağzını kapattığı bir peçe bulunurdu.

Kürtlerin ateşi kutsamaları iki ana nedenden kaynaklanır.

1- Güneşin, yeryüzündeki simgesi oluşu

2- Günlük yaşamdan kaynaklanan kullanım değeri (ısınma-ışığından faydalanma) ve temizliğin, bilgeliğin sembolü ve kötülükleri ortadan kaldıran niteliklere sahip olmasından dolayı. İnsanlar, ateşi çeşitli sebeplerden dolayı yakarlardı.

A- Dönemsel ateşler. Her yıl, aynı günde yakılan ateşler (Newroz) . Hayvancılık ve tarım, yaşamın temelini oluşturduğu için, mevsimler, Kürt yaşamında önemli bir yer tutar. Bahar mevsimi, diğer mevsimlere göre bir ayrıcalığa sahip. Doğa yeniden canlanıyor. İnsanlar karanlıktan kurtuluyor. Kışın, yokluklarına karşın toprağa bereket düşüyor. İnsanlar baharı kutlamak ve ona hoşgeldin demek için büyük ateşler yakarlarladı.

B- Kurban olarak. Zerdüşt dininden kaynaklanan bir düşünce. Zerdüşte göre, kurban kesmek müsrüflük sayıldığından, dini ayinlerde, hayvanlar kurban edilmez, onun yerine ateşler yakılırdı. Bu davranış, hayvancılığın başlıca geçim kaynağı olduğu dönemde İçanadolu kürtleri tarafında uygulanırdı. İçanadolu kürtleri, büyük sürülere sahip olmalarına rağmen, islam dinin öngördüğü kuralların dışında, kendi özel zevkleri için hayvan kesmezlerdi.

C- Özel günlerde yakılan ateşler.

Özel günlerde yakılan ateş, bereket getirmesi ve kötülükleri savması için yakılır ve insanlar alevlerin üzerinde atlarlardı. İnsanlar, yakılan ateşlerin alevlerinin üzerinde fenalıklardan korunmak, mutlu, sağlıklı bir hayat ve günahlarından arınmak için atlarlardı. İçanadolu kürtleri arasında düğünlerde sin sin ateşi yakmak ve üzerinde atlamak, çok sıkça rastlanılırdı. Ama son yıllarda bu gelenek tam değilsede, terkedilmiş görülüyor. Günümüzde hemen hemen kitlesel olarak ateş, sadece Newrozlarda (21 Mart) yakılıyor. Halbuki, düğünlerde yakılan ateş, düğünlere ayrı bir heyacan ve güzellik katardı. Üç etek giymiş kızlar, kadınlar ve gelinler sin sin ateşinin etrafında halay çekerlerdi. Gecenin karanlığını, ateşin alevleri ve renga renk elbiseler süslerdi. İnsanlar topluca ateşin üzerinden atlar, türkü söylerlerdi. Yakın zamanlara kadar, İç Anadolu kürtleri Ateşi su ile söndürmek güneşten ferekat etme anlamına geleceğinden, ateşi kendi kendine sönmeye terkedilirdi.

Kultürümüzü ve kimliğimizi anlamak, tarihimize süreklilik kazandırmak, kültürel birliğimizi oluşturmak ve kültürümüzü diğer kültürlerden farklılıklarını anlamak için, kültür değerlerimize sahip çıkmak, tarihi bir görevdir. Özelliklede, asimilasyonun canavarlaştığı günümüzde, kültür mırasımıza sahip çıkmak, bizi yabancılaşmaktan, köksüzlükten, dengesiz davranışlardan kurtarır ve asimilasyona karşı güçlü kılar.

ATEŞLERİMİZ VE OCAKLARIMIZ SÖNMESİN!

 
Kimden: buket  85.105.62.3***
16.09.2009 21:41:08
Cevap: ZERDÜŞTİLER
Med Mezopotamya Kürtler


Medler’i Kürtler’e bağlayan zincirin bir halkası da MÖ’ki yıllardan beri varlığını sürdüren Azerbaycandaki bağımsız Kürt Devleti’dir. Bu devlet varlığını Sasani Hükümdarı Ardeşir ile yaptığı ve bir araştırmacı Kürt’ün çok esaslı delillerle gösterdiği gibi yenilmediği savaşlara girişir

Bana (MİT’in ve Özel Harb Dairesi’nin de katkısıyla) Türkler Tarafından gönderilen mailler’in çoğunda Kürtler’in tarihte hiç bir devlet kuramadığı, bir millet olmadıkları, Kökleri’nin olmadığı falan ileri sürülür. İşin garibi çoğınluk buna inanır.


Bir ara Welatparêz ve kendi Site’ımda Prof Üşümezsoy’un aynı ayardaki saptırmalarına ve hezeyanlarına bilimsel cevaplar vermiştim. Bu Zat vaad ettiği halde o cevaplardan sonra bir daha Kürtlük vadisine el atmadı.. Çok da gençti.. Galiba bunalıma girdi..


Kürt Milleti eğer çok büyük bir tarih mirasına sahip olmasaydı, herkes emin olsun ki şimdiye kadar çoktan teslim bayrağı çekmiş, asimile olup unutulan milletler kervanına katılmıştı. Türk İnsanı, dünyada görülmedik bir şekilde şartlandırılmış olduğu için, resmi tarih ve resmi tarihi de aşan çarpıtılmış “araştırmalar”ı okumakla yetindiği için objektif gerçeği göremiyor, tarih bilimi alanında ayağı yere basmayacak şekilde havada kalıyor.


Resmi Türk Tarihçileri, Atatürk’ün emri ile bir Türk Tarihi yaratmaya çalışırken, MS 400’lü yıllarda yakadıkları ve sahipsiz gibi görünen Hunlar’ın kurdukları devletleri ilk Türk devletleri olarak alırlar. Evet Hunlar ardlarında pek delil bırakmadan kaybolup gitmişler, ama yine de başka kaynakların kayıtlarından dilleri’nin Ural Bulgarcası olan Çuvaş Dili ve Macar dili olan Finno-Ugrik Dil ile aynılığını veya çok yakınlığını öğreniyoruz. Bu durumda Hunlar’ın mirasçıları’nın Macarlar ve Bulgarlar olduğunu söylemek, okuyucuyu yanıltmak anlamına gelmez. Pek çok ciddi Batılı kaynak da bizi doğruluyor. Bu durumda Türk tarihini yaratmaya çalışanların “onlar Türktür” şeklindeki ısrarları havada kalıyor. Bakınız: Otto J. Mänchen-Helfen: Huns and Hsiung-Nu (published in Byzantion, vol. XVII, 1944-45, pp. 222-243)


Eğer gerçekçi bir araştırma yapılmışsa Türkler’in gerçekte tarih Sahnesine çıkışları MS 8. Yüzyılın başlarına rastladığı görülecektir. Moğolistan çevresindeki yazıtlar ve ortaya çıkan Göktürk Devleti,Türkler’in tarih sahnesine çıkışlarının en eski delilleridir.. Daha önce, devlet düzeyinde Türk varlığına dair kanıt gösterilemiyor. Bunun anlamı, göçebe Türk Kabileleri daha henüz istilacı, talancı bir liderlik yakalayamamıştı.


Kürtler ise, Proto-Kurd olarak, sırasıyla Hititler’in, Mittaniler’in ve Medler’in tek mirasçılarıdırlar. Hititler, Batı’da Kürdistan’ın son noktası olan Enguru (Ankara) ve çevresine de hakim olmuşlardı (Enguru=Üzümlü, Kürtçe zazaki). Hitit’ler’in sembolu olan Güneş, Mithra’nın semboludur. Hititler, Mittaniler’le yaptıkları savaştan sonra Mithra; İndra, Nahaatyu (Nasatyu) ile Varuna’nın şahit tanrılar olarak gösterildiği yazılı bir antlaşma imzalamışlardı, ki, Mithracı Kürtler (Êzdîler), bugün de, baskılarla zedelenmiş, bir Mithra dinini sürdürüyorlar.. Bütün bu saydığım devletler, akraba sosyal gruplar tarafından kurulmuş, Aryani devletlerdir. Mittaniler’in hüküm sürdüğü coğrafya bugün de tümüyle Kürtler’le meskundur. Medler’in coğrafyası ise Millatan öncesinden başlayan zora dayalı bir asimilasyon sonucu daralmış olmasına rağmen, o coğrafyanın yarısından fazlası hala Kürtler’le meskundur. Hititler’in kaybolduğu alanlara da bakarsak, büyük asimilasyon ve katliamlara rağmen hala hala Kürt köy kümeleri varlıklarını sürdürmektedirler.


Medler’i Kürtler’e bağlayan zincirin bir halkası da MÖ’ki yıllardan beri varlığını sürdüren Azerbaycandaki bağımsız Kürt Devleti’dir. Bu devlet varlığını Sasani Hükümdarı Ardeşir ile yaptığı ve bir araştırmacı Kürt’ün çok rsaslı delillerle gösterdiği gibi yenilmediği savaşlara girişir.


Çoğu Kürt İnsanı tarafından bile bilinmeyen bu savaşların ilki hem Firdowsi’nin Şahnamesi’nde, hem de Kârnâmag-î Ardaşîr î Babagân adlı Pehlevi yapıtta geçer Yani savaşla eş zamanlı olarak yazılmış bir Şahnamede (Kârnâmag) geçer. Bu yapıtlarda Kürt Kralı Madîg ile Sasani Kralı Ardeşir arasında geçen bir savaş anlatılır (MS 226). Madig’in kralı olduğu bu Kürt Devleti Azerbaycan’da kurulmuştu. Bu devletin önemi; tarihi olarak şöyle açıklanabilir:


-Milat yıllarında “Kürd” İsmini taşıyan ilk Kürt Devleti’dir, ki Kürt Milleti’nin Düşmanları bunu inkar ederler.


-Proto-Kürdler’in başka ad kullanarak kurdukları devletlerden çok daha berrakça Med Devleti ile Kürdler’i bağlar.


Bunların dışında önemli olarak gördüğüm dokuz Kürt Devleti daha var, şöyle:


Alamut Ziyar’ı Devleti

Hamdani Devleti

Daysam

Mervani devleti

Sedadi Devleti

Hasanveyh Devleti

Eyyubi Hanedanlığı Devleti

Alamut Devleti

Gor Devleti


Ayrıca eğemenliğin simgesi olarak, Sasani dönemine ait sikkeler (para) ve daha sonra Daysam Devleti ile Mervani Devleti’ne paralar bugün dünya müzelerinde ziyaretçi bekliyor. Bunun dışında Kürtler’e Düşman Güçler’in neler sakladıkları belli değil.


Bu durumda Türkler’in sürekli olarak ve inanarak ileri sürdükleri “Kürtler tarihte hiç devlet kuramadılar” tezi havada kalıyor. Kürt Milleti’nin gerçekten muhteşem bir geçmişi vardır ve bu muhteşem geçmişleri olmasaydı bunca katliama, sürgüne, zora dayalı asimilasyona dayanamaz dağılırlardı..............
 
Kimden: buket  85.105.62.3***
16.09.2009 21:43:22
Cevap: ZERDÜŞTİLER
Yunanlı tarihçi ve komutan Ksenefon’un (Xenophon) milattan önce 401 yılında yazdığı Anabasis adlı eserinde “Kardukhi” dediği Kürdler tarafından Korduene Krallığı adında kurulmuş bir krallık vardı. Bu krallık Hakkari ve Diyarbakır arasında kurulmuştu. Kurduene krallığı Kürt prensleri tarafından yönetiliyordu. Ksenefonun dediğine göre bağımsız yaşayan bir halkdı ve Akamenid kralına bağlı değildiler. Daha sonra ise Ermeni olduğu sanılan Kral Tigranesin hükümdarlığını kabul etmiş Kürdler. Modern Ermeni tarihçilerinden Nicholas Adontz (Armenia In The Period Of Justinian, 1970) ve Cyrıl Toumanoff (Studies In Christian Caucasian History, 1963)’un görüşlerini de kısaca not etmek gerek. Toumanoff, lokal “Kardukhi hanedanlıkları”ndan, bir “Gordyene Krallığı”ndan ve “Korduene prensleri”nden, 298 yılından sonra onbeş kalesi bulunan Korduene prensliğinde/devletinde Roma kontrolünden sözeder (a.g.e., s. 181-182).

Adontz, Tigran’ın ordusundaki etnik gruplar arasında “Gordyen’ler”i de sayar (s. 318), modern Kürtler’in atalarının “Kurti”ler olduğunu söyler. Kürtler Kral Tigranesin ordusunda yer alıp birçok yerleşim yerini o dönemlerde hakimiyeti altına almıştır. Bunlar Mezopotamya, Azerbaycan, Suriye, Kapadokyadır. Kürtlerin orduda yer alması sayesinde Ermeni Kral İmparatorluğunu genişletebilmiştir.

Kral Tigranesin Kürt olduğuna dair iddialarda vardır. Tigranes adı Kürtçe kökenlidir. Kürtçede, Tir ve Tigr “Ok” demektir. Bu isim Dicle nehriyle bağlantılıdır. Avrupada Dicleye Tigris denir. –is eki ise Yunanca kelimelerin sonuna gelen ekdir ve –is eki çıkarılınca geriye “Tigr” kalıyor. Yani nehirin ok gibi gidiyor olmasından kaynaklanıyor Dicle nehrinin adı.
Yunancada j harfi yok ve yerine g harfı kullanılır, ondan Tij Tig olmuş olabilir.

Tij-Tijr-Tig-Tigr-Tigris.

Tij-Dij-Dic-Dicle

Tij ve Tir kelimeleri Kürdçe kökenlidir; keskin sivri ve ok anlamına gelmektedir. Yani Dicle nehrinin özellikleri.

Daha sonra ise Korduene Krallığı Roma imparatorluğunun bir eyaleti oldu ve Romalılar döneminde Kürt prensler tarafından yönetilmeye devam etti.

== STRABON ==

Ünlü coğrafyacı ve tarihçi Strabon (Latince: Strabo) M.Ö. 63 Amasya da doğmuştur.
Amasya dan ayrılıp Nil boyunca gezmiştir. Kendisi batıda Sardunya ya, kuzeyde Karadeniz den güneyde Etiyopya nın sınırlarına kadar seyahat ettiğini söylemektedir.
En ünlü eseri o dönemin bilgisine göre dünya coğrafyasını anlattığı "Coğrafya"dır (Geographika). Dünyanın ilk coğrafyacısı olarak da bilinen Strabon un bu ünlü eseri bir çok dile çevrilmiştir. Yunanlı Strabon Geography adlı kitabındada Kürdlerden bahsetmektedir.

Geography Of Strabo, 14. Kitap, s. 161-62, Suriye başlıklı bölüm).

İngilizce metni:
24. Near the Tigris lie the places belonging to the Gordyaeans, whom the ancients called Carduchians; and their cities are named Sareisa and Satalca and Pinaca, a very powerful fortress, with three citadels, each enclosed by a separate fortification of its own, so that they constitute, as it were, a triple city. But still it not only was held in subjection by the king of the Armenians, but the Romans stok it by force, although the Gordyaeans had an exceptional repute as master-builders and as experts in the construction of siege engines; and it was for this reason that Tigranes used them in such work. But also the rest of Mesopotamia became subject to the Romans.

Eskilerin Kardukhi dediği halka kendisi Gord diyor. K G dönüşümü var. Yunanlılar Kürdçedeki ‘u’ harfini telaffuz edemedikleri için Straboda Kürd yerine Gord demiş.

*Dicle nehrinin bulunduğun yerlerin Kürtlere ait olduğunu söylüyor. Gordyaei (Gordyaea) bölgesine de değinen Strabon, bu bölgenin antiklerin “Kardukhi” dedikleri aynı yöre olduğuna işaret eder. Strabon, Gordyaei’ye dahil yerleşmeleri Sareisa, Satalca ve Pinaca şeklinde saymakta, yapı ve kuşatma tekniğinde usta olan Gordyaeiler’in bu sebeple Artaxiad hanedanlığının en ünlü kralı olan Tigranes (Tigran II) tarafından hizmete alındıklarını, Gordyaea ülkesinin en büyük ve en iyi parçasının Roma generali Pompey tarafından Tigranes’e verildiğine işaret etmektedir.

Bugün tarihi Kurdistanda bulunan yapıtların önemli bir kısmıda Kürdler tarafından inşa edilmiştir. Ermeni yapıtlarının bazılarınıda Kürdler inşa etmiştir.

==DİON CASSİUS==

II.Yüzyılda yaşayan Romalı Tarihçi Dion Cassius’da Kürdistana, “Gordyen” (Gord-Yurdu); 359 yılında, Sasanlılar tarafından Romalıların Amida (Diyarbakır)da kuşatılması sırasında bu şehirde bulunan A.Marcellinus ise, “Korduen” (Kord Yurdu) diyor.

Tarihçilerin kullandığı Kard, Kord, Gord ve Gordyaea adları Kürd ve Kürdistan adlarıyla aynıdır.

Kürd Yurdu – millattan önce 63 yılı

==KOMAGENE KRALLIĞI==

Kommagene krallığı MÖ 162 - MS 72 yılları arasında Anadoluda bugünkü Adıyaman ili cıvarlarında Kürtler tarafından kurulmuştur. Nemrud Dağı Kürt krallığının en önemli merkezi, başkentiydi. Bu krallığın en ünlü ismi kuşkusuz Kral Nemruddur. Kral Nemrud Kürd olup adıda Kürtçedir. Nemrud kelimesi Kürtçedeki “Namır” kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir ve “ÖLÜMSÜZ” demektir. Yani Nemrud ölümsüz kraldır. Bu yüzdendir ki kendisinin heykellerini ve mimari eserlerini Nemrud dağının tepesine kendisini ölümsüzleştirmek için inşa ettirmiştir. Kürtlüğün tüm kriterlerini üzerinde taşıyan yuvarlak tepe, örnek inşa planları ve karmaşık renkli duvarlarıyla dizayn edilmişti. Kürtler in tüm tarih, gelenek, görenek ve kültür mirasları Kürtçe nin derinliklerinde gizlidir.
Yazılı belgelerde MÖ. 850 yılında görülen krallığın ismi o dönemlerde “kummu” olarak geçer.
Kral 1.Antiokhos un (Tanrılar Dağı) Nemrud dağına yaptırdığı görkemli kutsal alan, kendi heykeli ve herbiri 9 m yüksekliğinde olan Tanrı heykelleri 1987 yılında UNESCO tarafından “insanlığın kültür mirası” listesine alınmıştır.
Yüzyıllardır ışık Anadoluya Tanrılar dağı Nemruddan doğar ve tüm dünya uygarlığa uyanır.

Kommagen Kralı bir keresinde Asurlulara başkaldırır. Asur kralı Sargon Kommagenleri yener ve yenilen asi kralı: “Tanrılardan korkusu olmayan tanrısız bir adam bu. Sadece kötü planlar yapan bir hilekar,” diyerek suçlar. Kral Sargon’un nitelemesi fazlasıyla öznel görünebilir. Ancak Sargon sözlerine söyle devam eder: “karısını, oğullarını ve kızlarını, malını ve hazinelerini aldım ve son olarak halkını aldım ve onları Mezopotamya’nın güneyine (bugün Irak) sürdüm.” Anlaşılan, yerleşik halkları yurtlarından topraklarından sürmek o zamanlarda da uygulanan bir yöntemdi.

===Komagenenin Tarihi Eserleri===


Gündoğumu ve günbatımının tüm ihtişamıyla izlenebildiği bu tepede, Kommagene Kralı 1. Antiochos kendisi için görkemli bir anıt mezar, mezar odasının üzerine kırma taşlardan oluşan bir tümülüs ve tümülüsün üç tarafını çevreleyen kutsal alanlar inşa ettirmiştir
Doğu ve batı teraslarda; sıra halinde dizilmiş blok halinde 8 yontma taşın üst üste oturtulmasıyla oluşturulan 8-10 metre yüksekliğinde muhteşem heykeller, kabartmalar ve yazıtlar bulunmaktadır. Heykeller, bir aslan ve bir kartal heykeliyle başlar ve aynı düzende son bulur. Hayvanların kralı olan aslan yeryüzündeki gücü, tanrıların habercisi olan kartal ise göksel gücü sembolize eder. Heykeller her iki tarafta da şu şekilde sıralanmıştır:


==MİTANİ KRALLIĞI==

Mitaniler, Hurri konfederasyon denemesinden sonra kurulan daha güçlü bir federasyon konumundadır. Habur çayının doğduğu yerde Vaşukani adlı bir kent merkezine sahip olduğu, buradan çıkan tabletlerden anlaşılmaktadır. Hurri dil grubu konuşulmakta, ağırlıklı olarak orta Mezopotamya da, bugünkü Urfa, Mardin ve Şırnak bölgelerinde hüküm sürmektedir. M.Ö 1500-1250 yılları arasında yaşamıştır.Demiri kendi tekelinde tutmuştur. At yetiştiriciliğinde meşhurdur.Asur ve Hititlerle sürekli ve şiddetli bir çatışma ortamını yaşamıştır. Mitaniler Suriye, Amuriye, Asur memleketiyle Kurdistanin Kerkük bölgesine kadar olan topraklara hüketmişlerdir. En son Asur İmparatoru Salmanassar tarafından varlığına geçici olarak son verilmiştir.

Mitanilerin başkentinin adı Vaşukanidir. Kürtçede başikani veya hoşkani “güzel pınar” demektir. V-B-H harflerinin sesleri birbirine çok benzer. Zamanla ses değişimi olmuş olması yüksek olasılıktır. Belkide Kurdistanda halen V harfini kullanıyorlardır. Mitanilerin aryen kökenli oldukları biliniyor. Büyük olasılıkla Mitaniler Kürdlerin atalarıdır.

==GUTİ KRALLIĞI==

Zagros dağları ve Aşağı Zap nehrinin kıyılarında yaşayan ve bu günkü Kürtlerin atalarından biri olan Gutiler, M.Ö. 2700 yıllarında müstakil bir devlet kurar, Mezopotamya ve çevresindeki verimli topraklara yerleşirler.

Mezopotamya kuzeyindeki Akad memleketlerini M.Ö. 2649 yıllarında işgal edip tam iki asra yakın, Sümer ve Akadları idare ettiler. Gutiler daha çok Sümerlerin doğusunda Zagros eteklerinde yaşayan Aryen kökenli bir etnik gruptur.

“Guti” kelimesi Sümer kökenlidir ve manasıda (Gud=öküz, sığır) bugünkü Kürtçe’de yer alan “öküz, sığır sahibi halk” anlamına gelmektedir.

En son Guti kralının adı Tirigandır. Tir Kürtçede “Ok” demektir. Tirigan ise “Okçu” demektir.

==SUBARLAR==

Subarlar ın yazılı tarihi hakkında ilk bilgileri Hitit tabletlerinden almaktayız. Buna göre yörenin ilk sakinleri Mitanni adında bir devler kuran Huriler olmuştur. M.Ö.3000 ve 4000 bin yıllarında bölgede Subarlar ın yaşadıkları ve Fırat isminin bunlar tarafından verildiği ileri sürülmüştür. Subarlar ın Huriler le aynı kökten geldikleri ve yeryüzünde madeni ilk işleyen kavim oldukları bilinmektedir. Hatta işlenen madenlerin Mezopotamya ya da ihraç edildiği anlaşılmaktadır. Mezopotamya da gelişen kültürlerin kökenini burada aramanın daha doğru olacağı kanaatindedirler.
M.Ö.3000 ve 4000 bin yıllarında Yukarı Fırat boylarında Subarlar ın yaşadıklar Fırat adının bu kavim tarafından verildiği de ileri sürülmüştür. Subarlar Huriler le aynı kökten geldikleri ve yeryüzünde madeni ilk işleyen kavim olduk bilinmektedir. Hatta işlenen madenlerin Mezopotamya ya, da ihraç edildiği anlaşılmaktadır. Bundan dolayı bilginler, Mezopotamya da, gelişen kültürlerin kökenini burada aramanın daha doğru olacağı kanaatindedirler . M.Ö. 17. yüzyıl içindede Subariler Mitanni Krallığı’nı kurdu......
 
CEVAP YAZ - Onaylı Üyelik Gerektirir
isim:
konu:
cevap:
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım