Renkler Solmasın Kültürler Kaybolmasın

             
 
GÜNCEL
ARAMA MOTORU

Web'de Ara Site içinde Ara
 
Forum sözleşmesi


E-posta: Şifre: Şifre Hatırlat | Üye Ol

KONUYU AÇAN: Özcan 88.247.129.***
18.03.2009 11:02:39
Konu: İlginç bir Arkaik İnceleme Oğul Kurban
İlk Oğul Kurbanından ‘Yaş Günü’ne...

Safa Kaçmaz

Akado-sammaru toplumlarında ‘ilk doğan’ (‘büyük’) oğul’un temel kategorik bir sınıflama oluşturduğunu görmüştük. Bu ‘büyük’ oğul ile öteki erkek ve kız evlatların, o topluluklarda, miras ve öteki hak ve yükümlülükler bakımından eşit hale gelme süreci hala devam etmekteydi.



‘Büyük oğul üstünlüğü’nün, Eski Ahit’te veya bir takım sosyologlar tarafından “yaşça büyüklüğe, tecrübeye, babanın ilk mürüvvetine” bağlanarak açıklanması, sonradan ‘yaratılan ( aslında uydurulan da diyebiliriz) gerekçelerdir. Çünkü hem Eski Ahit’in Yaratılış bölümlerinde, hem de başka bazı toplumlarda, “büyük oğul üstünlüğü”ne tam olarak karşıt olan, ‘küçük oğul üstünlüğünün’ de bulunduğunu,farklı topluluklarda,başka ‘gerekçeler’le , baba mirasçısının “küçük oğul” olduğunu biliyoruz.



Bir topluluk,baba bakımından ‘büyük oğul’a önem verir, onu kendi mirasçısı kabul ederken, ittifak kurduğu öteki topluluk (örneğin karısının topluluğu), ana bakımından ‘küçük oğulu’ mirasçı kabul eder ve onun üstünlüğünü anlatmak üzere kendine göre bir takım gerekçeler yaratabilir. Nitekim “küçük oğlu” mirasçı kabul edenler de, onun öteki kardeşlerinden daha uzun yaşayacağını, ‘ocağı daha uzun sürdüreceğini’ vb., vb. gibi gerekçeleri ileri sürmüş olabilirler. Bunlar doğal. Fakat bizim inanmamızı gerektirmiyor.

“Büyük ve küçük oğul” ayrımı, oğulların baba ve ana yanlı topluluklar arasındaki paylaşım sisteminin ürünleriydi ve ‘anası’ küçük oğul’u çok ‘seviyorsa’ bu oğul ister istemez, amcakızlarıyla evlilik sürdürmek zorundaydı. Ya da, eğer “büyük oğulu babası çok seviyor” ise, bu “büyük oğul” da anasının topluluğunun, yani dayılarının, kızlarıyla evlenmek zorundaydı. Daha sonra, önceki ilişkiler kopuşmaya başlayıp anlamsızlaştığında bile, önceki töreye bağlı olarak hareket eden toplum birimler bu davranışlarını, miras ve evlilik kuralları olarak sürdürürler. Eğer Osmanlı’da, başlangıçta, “küçük şehzade”nin padişah olması bir töre idi ise; eğer İngiltere’de kıral, “uyuntu bir içgüvey” derecesinde ele alınıyor ve kız evlat’ın Kraliçeliği çok daha fazla önemseniyorsa, nedenlerini buralarda aramak gerekir.



“Büyük ve küçük oğul” ayrımının tanınmış biçimi, Habil/Kabil-Kâin üzerinden günümüze ulaşmış ise de, bunun erken ön biçimleri, “Dummuzi ile Enkidum’lar arasındaki, yani giderek ‘Âdem’ ile ‘Şeytan’ olarak adlandırılacak olan bu ilk ‘oğul’lar arasındaki ilişkiden başka bir şey değildir.



Bu ilişkilerde bir topluluk için ‘insan’ olan ‘âdem’-edom (ki bu bizi Arami topluluğuna, Mardin civarına, Süryanilere kadar taşır), öteki topluluğun ‘şeytanı’ olarak beliriyordu. Gerçekten de bu ‘şeytan-insan , Akado-sammaru topluluklarının içindeki ateş kültünün erken dönemlerinin ilk oğulu Alulim’i, ‘Aleluya’sı idi; daha sonra, Aleluya’ya göre küçük ve yeni olan , sonradan Toprak’tan yaratılan’ Âdem’in üstünlüğünü kabul etmemek için tanrıya diklenen ve tanrının da ona hiçbir şey yapmayıp üstelik aklından yararlandığı, ‘ateşten yaratılmış’ büyük oğul’un ta kendisi idi.



Eski toplumun gerçek ilişkilerinin tanınmaması, kutsal kitapların “gökyüzü”nde gezen anlatımlarının ‘kutsal masal’ olarak algılanmasına yol açmaktaydı, ama bütün Akado-sammaru kaynakları, eski ilahilerde gerçek toplulukların gerçek tarih argümanlarını ve anlatımlarını bulmamız gerektiğine, tarihteki ilişkilerin yaklaşık bu şekilde geliştiğine kuşku bırakmaz.



Bunları uzun uzadıya ele almıştık zaten.



Toplumbilimcilerimiz tarafından Büyük ve Küçük Oğul arası ilişkilerin, eski toplumun gerçek, kategorik bir ayrımını ortaya koyduğunun yeterince saptanamaması, eski toplumun iç örgütlenmesini tanımayanların, onları adeta bir “hayvan sürüsü yaşamı”na sahip olarak kavramaları, konumuzun bu netlikte daha önce ortaya konulmasını engellemiştir. Eski dinsel ilahilere “söylence”, “hurafe” diye yaklaşan sözde bilimcilerimizin, eski insan toplumu tarihinin nasıl ve hangi kurallar etrafında yaşanmış olduğuna dair,somut olarak,dişe dokunur şeyler söyleyememe ‘cehaleti’ birbirini tamamlamaktadır.



İncelediğimiz bütün eski yazılı yasalarda “Büyük oğul”, “İlk doğan oğul”un, erken dönemde, ‘babanın tek mirasçısı’, ‘babanın asıl mirasçısı’ olarak bulunduğunu, miras hak paylarının önce tamamını, sonra ise öteki oğullara göre çift hisse alma üstünlüğünü korumaya devam ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Onun bu toplumsal konumu, en azından Mezopotamya topluluklarının çoğunluğunda, bir ‘anayasal hak’ gibi onun tarafından, yakın yüzyıllara kadar, korunmuştur. Eski yazılı yasaların dışında, elbette onlardan aktarılmış Musa yasalarında da bu durum tespit edilebilir:



“ Eğer bir adamın iki karısı varsa,

Birini seviyor, öbüründen hoşlanmıyorsa;

İki kadın da kendisine oğullar doğurmuşsa;

İlk oğul hoşlanmadığı kadının oğluysa;

Adam malını miras olarak oğullarına bölüştürdüğü gün

Sevdiği kadının oğlunu kayırıp ona ilk oğulluk hakkını veremez.

Hoşlanmadığı kadının oğlunu ilk doğan oğul olarak tanıyacak

Ve ona bütün malından iki pay verecektir.

Çünkü bu oğul babasının gücünün ilk ürünüdür.

İlk oğulluk hakkı onun olacak.” (Eski Ahit)



Tarihin bu ‘büyük oğulu’, dayının kız kardeşinin evli olduğu toplum biriminin elinden, 40 basma dönemlerinde zorla çekip aldığı oğuldu. Bu oğul, önce ‘babanın tek mirasçısı’,sonra mirastan “iki pay sahibi” ve payları kuraya sokmadan istediğini çekip alabilen üstün oğul olarak kalabilmesinin ceremesini en fazla çeken, bu üstün oluşa giderken, kurna edilen, ‘çükü-kamışı kesilen’, ‘hadım edilen’, ‘oğlan-ibn e’ edilen, kısaca büyük bedeller ödeyen oğuldu da aynı zamanda. Eski Ahit’teki tanrı, İsrael’in kendisinin “büyük, ilk oğulu olduğu” vurgusunda boşuna bulunuyor değildir.



Doğuran kadının bu evladının, kocasının ‘oğlu’ haline geçebilmesi için ve geçerken, o bir yandan ‘kurban’ edilmiş, bir yandan da ‘hadım’ edilmişti.



Kutsal çocuk kurban geleneği’nin ilk’i, bu ilk oğul’un kurban edimiyle başlamış olmalıydı. Aynı şekilde kurban olmaktan kurtulma aşamasında ise, kendini hadım eden, daha sonra hadım etmese-edilmese bile “hadım edilmiş anlamına gelmek üzere cinsel ilişki yasağına” tabi olan İsa’lar ve takipçisi dini kast görevlileri, tarihteki bu ilk oğulun öteki özelliğinin de bazı sembolleridir.



Şimdi tanıdığımız İsa, tarihteki yüzlerce İsa’nın yalnızca biridir ve öncekilerin geleneğine bağlı olarak, hem “hadım edilmiş” ( evlilik yasağı bu demektir) ve hem de “kurban” edilmiş olanların takipçisiydi..

Abraham, hadımlık edimini sünnet yoluyla (bu arada bütün oğullara genelleştirerek); “ilk oğul kurban geleneği”ni ise, incelediğimiz tarza, oğul’u hayvan kurbanla değiştirerek aşabilmiştir.



Eski toplumun karşılıklı ittifakının sembolü olarak kurban ettiği insanlar, onların tanrılarının ilk biçimleri de olmuştu.



Fakat toplum, “insan tanrıları”nı (bu ifade tarzı bize hiç yabancı olamaz, çünkü bizzat İsa, böyle bir ‘İnsanoğlu’ olan tanrı biçimidir ve Musa da aslında Eski Ahit’te elçilik-tanrılık arasında gider gelir; tercüme oyunlarıyla, bu özelliği günümüzün anlayışına uydurulmaya çalışılmış, elçi’liği öne çıkarılmıştır; onlar en azından “İbn’ullah” yani “tanrısal”, “Tanrı evladı” idiler…) ve tanrı olmayan insanlarını kurban etmenin artık taşınamaz bir ağırlık olduğunu; yamyamlıktan vazgeçmek gerektiğini anladığı anda, bütün kutsal insan varlıklarını “kutsal hayvan ve bitki totemler”le yer değiştirmeye çalışmış ve bizim artık yakından tanıdığımız ‘kutsal öküz’, ‘kutsal inek’, ‘kutsal dana, kuzu,sıpa’ türü tanrılar ilişkisine geçmişti.



Eski tarihi yeterince bilmedikleri ve atalarının bu tercihlerinin nedenlerini anlamak için gerekli çabayı sarf etmedikleri halde, eski toplumun bu tutumunu ‘ilkel’likle, ‘cahil’likle açıklamanın kendisini artık bir ilkellik ve bilgili görünüm altındaki cahillik olarak nitelememiz gerekiyor.



Ayni dönemde sadece bütün topluluklar arasında “hayvan totem”lerin değil, “bitki, meyve, ağaç” totemlerin de ortaya çıktığını görüyoruz. Bugün bile, Ermeni kilisesinin sembolü bir yanda ‘buğday demeti’,öte yanda ‘üzüm hevengi’ ile ifade edilir ve yine bildiğimiz gibi şimdiki dinlerin kutsal Nuh’u, Tufan’dan sonra ‘uzum yetiştiriciliği’ mesleğini seçmişti. Suryani kilisesi hala, “ilk üzüm salkımı ayinini” sürdürmektedir. Asur toplumunun Aşuresinin 7–9 çeşit tahılını falan da eski toplumun “kutsal totem” tahıl ürünleri arasındaydı.



Şimdiki toplumun bir insana, “öküz, inek, dana, eşek, deve, aslan, sıpa, fıstık, piliç” gibi hayvan-bitki isimlerine ‘uygun’ nitelemelerde bulunmaya devam etmesinin tek tarihsel gerekçesi, eski toplumun bu tür totemlere ayrışmış insan toplulukları olmasındandır.



Bütün bu nedenlerle tanrıların, ilahların, mabutların, bu duruma bağlı olarak bitki-hayvan sembol ve isimleriyle tanınmasında ve onlara o şekilde tapılmasında hiçbir cehalet, hiçbir ilkellik, hiçbir açıklanamazlık bulunmaz.


Eski insan toplumunun kendini, epeyce hızlı bir şekilde, hayvan ve bitki dünyası ile ifade etmeye başlaması, kendi içinde olan evvelki ilişkilerin ve yasakların, hayvan ve bitki dünyasına aktarılmasına yol açar. Ve aynı biçimde, böylece, önceden kurban edilen ‘ilk oğulların’ da birden bire ‘kuzu’, ‘sıpa’, ‘dana’, ‘oğlak’ gibi hayvanlarla yer değiştirebilmesinin önü açılmış olur.



Kurban hayvan ve bitki sunuma geçiş, ‘cehalet’ şurda kalsın, insan toplumu bakımından tarihin tanıdığı en büyük devrimdir!


 
Kimden: Arkaik  88.247.129.***
7.04.2009 17:31:54
Cevap: İlginç bir Arkaik İnceleme Oğul Kurban
Dumuzi den Adem e İlk Oğul

Safa KAÇMAZ




Bütün bir kültür birikimini sonraki nesillere devreden “Sümer” adı verilen topluluğun, konu dinsel alana gelince, sadece bir uydurmalar toplamını miras bıraktığını düşünemeyiz.



Eski toplumun en gerçek halinin bir tarih anlatım biçimi olarak şekillenen başlangıçtaki ilahi veya şarkılarda yer alan çeşitli kavramların, birçok halde sonradan anlam bozulmasına uğraması, dönüşmesi toplumsal gelişmenin doğal bir sonucuydu. Sonraki torunlar, çoğu kavramı bozulmuş haliyle tanımışlardı. Bu torunlar, yaşadıkları toplumu eski yamyam, yarı-yamyam uygulamalardan uzaklaştırırken, eski uygulamaları olabildiğince sembolik kılar ve gerçek yaşamın dışına itmeye uğraşırlar. Din’lerin oluşma sürecinde sembolizm önemli bir unsurdur.



Sümer-Babil tarihinde, iki toplum birim arasındaki kardeşleşme-evlilik ittifakı anlatımlarında karşılaştığımız İnanna, Dumuzi, Gılgamış, Enkidu, Kişzidum... bir şahıs veya bu şahsın özel ismi değildi. “Sümer oluşumu” ve Akkad ile konfederal ittifak döneminde, her bir toplum birimin, kendisinin kutsal fahişe’si ve kendi baba mirasçısı Dum u (Sümerce) veya Maru (Akadca), oğul’u vardı. Bu terimler, bu dönemdeki toplulukların “ilk oğul”larını tanımlamaya başlayan, sınıflayıcı akrabalık kavramlarıydı ve “yaşayan oğul”, “gerçek oğul”, “takip eden döl”, “Enki’nin oğlu”, “Kiş’in (Ağacın, Ormanın) yaşayan (gerçek) oğulu” … gibi anlamlara sahipti. Aynı zamanda Baba mirasçısı Oğul’un ifadesi olan Dumuzi ile karşı toplum birimin erkeklerine ayrılmış kadınların ifadesi olan İnanna, birer temsilci kavramdı. Bunların, karşı toplum birimde bir başka kavramla da tanımlanabilen eşdeğeri, ikizi, iki toplum birim arasındaki ittifaka bağlı olarak kurulmuş olan akrabalık sisteminin işlemesini sağlıyordu.



Dumuzi, Etana, İnanna, İştar, Gılgamış... gibi kavramları, eski toplumun örgütlenmesinde tayin edici rol oynadığını gördüğümüz, baba mirasçısı oğul’un iki toplum birim arasında gerçekleştirdiği aidiyet değiştirme süreci içinde anlamaya çalışmak zorundayız. Tapınakta yabancı erkek ile çiftleşme yükümlülüğünde olan ve öteki kadınlardan baba mirası hakkı ile ayrılan kadının toplumsal hak ve yükümlülüklerinin incelenmesi bize İnanna’yı verir. Bu iki kavram, eski toplumun akrabasal ittifakının temel koşullarını yaratmıştı. Kendi kız kardeşini, ittifak kurarak kardeş saydığı karşı toplum birimindeki erkeğe veren bu toplum birim aidi erkek, kardeş saydığı erkeğin kız kardeşini alıyordu. İki topluluk birbirini kardeş kabul ettiğine göre, kardeş akrabalık terimi, evlilik ilişkisi içinde olsun veya olmasın, bu dört bireyi de kapsar.



Eski toplumun bir tarih anlatım biçimi olan Gılgamış destanının veya öteki Dummuzi-İnanna, Enkidum tabletlerinin kullandıkları kavramları, ilk hallerindeki eski anlamlarına yaklaşmaya çalışarak inceledikçe, Sümer-Babil toplumunun gerçek fotoğrafı, biraz daha netlik kazanmaya başlayacaktır. Bununla birlikte, hiçbir toplumsal süreç, burada kategorik halde sunduğumuz ölçüde durağan değildir. Bir önceki koşul içinde giderek olgunlaşan kurumlar, bir sonraki koşula kendisini uyarlayarak yola devam ederler.



Mezopotamya toprakları çevresindeki toplulukların ittifak düzeninin aşağı yukarı artık yerleştiği dönemde Dumuzi, Enkidum, Kişzidum, Gılgamış, İşagga, Enmerkar, Gibil (Habil?),İsummud, Nusku... tanımları, farklı toplum birimlerde birbirinin eşdeğeri olan, biri olmadan diğerinin işlerliği olmayan, ikiz kardeşlik aşamasında ortaya çıkmış gibidir. Dumuzi, Enkidum, Kişzidum, Gişbilgameş, ya anlatıcı toplum birimin kendi oğluna verdiği sınıflayıcı tanıma bağlı olarak oluşmuştu; ya da burada anlatıcı, karşı toplum birimin kullandığı tanımı kullanıyordu. Burada benzer temel özelliklere sahip çok sayıda tanımla karsılaşmamız bu nokta ile ilişkilidir. Ayrıca, sonraki tablet yazıcıları, uzmanlarımız ve Eski Ahit yazarlarının var olan isim ve birey lerin çoğaltılmasında sağladıkları hatırı sayılır katkıyı da unutmamak gerekir.



Eski Sümer tabletlerini ve Kıraliyet Listesini dikkatlice izlersek, tarihte farklı özellikteki toplum birimlere ait olan, dolayısıyla birden fazla “Dumuzi” bulunduğunu göreceğiz. Sümer Kıraliyet Listesi nde Dumuzi kavramına, “Tufan’dan Önce”ki 5 Kutsal şehirden Badtibira ( Pantibibla -Berose) kıralı olarak rastlıyoruz. “Tufan’dan Sonra”ki dönemde ise, Eanna’da, Anna Evi nde “Kenti Kua olan balıkçı Dumuzi” kıral olmuştu. Çoban ve-ya Balıkçı Dumuzi, daha sonra Tammuz haliyle ve asıl olarak çiftçi özelliğiyle de tanınacaktır. Demek ki, Sümer-Babil toplumunda farklı özellikteki bazı toplum birimler Dumuzi ortak tanımını kullanıyorlardı. Bu durum, daha sonra Dummuzi’nin efsaneleşmesinde rol oynayan faktörlerden biri olmalıdır.



Farklı toplum birimler, aralarında kardeşleştiklerinde yani akrabalık ittifakı kurduklarında, bu ilişki bize birbirinin eşdeğeri anlamındaki iki temsilci kardeş, ‘ikiz’ler üzerinden yansıtılmaktadır. Burada her durumda geçerli olan kural, hiç olmazsa erken dönem bakımından, temsilcilerin birbirine zıt toplum birimlerden oluşmasıydı. “İkiz kardeşler”den biri “çoban” ise, öteki ya “balıkçı” , ya da “çiftçi” idi. Tanıdığımız tabletlerde bu ikilik genellikle “çoban-çiftçi” biçiminde şekillenmektedir. Eski Ahit in Âdem’inin de birbiriyle “düşman oğul”ları; Kabil-Kayin ile Habil de bir çeşit Dumuzi-Enkidu ikilisini anlatır. Âdem ve Havva’nın bu ilk oğulları, kendilerine çobanlık ve çiftçilik mesleğini seçerek, tıpkı Dumuzi ve Enkidu gibi, biri çoban öteki de çiftçi olmuştu.(1)



İkiz motifi bu topluluklarda MÖ.3500 yıllarından itibaren kullanılmaya başlanmış görünüyor. Başlangıçtaki ilkel desenlerden başlayarak, ikiz ler veya daha sonra kadın temsilcinin iki yanında yer alan iki ikiz erkek motifi, erken Sümer döneminden geç batı Anadolu toplumlarına ve Romus-Romulüs lü Roma ya değin yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Aşil’in Patroklas la olan bağlılık ilişkisinin gerisinde de, artık tarihte kalmış bu ikizleşme kardeşlik türünün belirgin izlerini buluruz. İki erkeği birleştiren “kadın+ ikiz” sembolü, eski toplumun akrabasal ittifakının yönetim düzeyindeki yansımasını da anlatır. Bir kadın aracılığıyla, “kıral koca” ile “kıral kardeş” arasında sağlanan ittifakın deseni olmalıydı. Eski toplumun, bazı hallerde, bir çifte kıraliyet sürecinden geçmiş olduğunu görmüştük.



Sonraki gelişmesi içinde, ‘ikiz kardeşlik te ifadesini bulan çift başlı rotasyonel yönetimden, tek merkezli hanedanlığa geldiğimizde, baba’nın ilk , büyük oğlu olan kıralın elinde tutmaya özen gösterdiği “çift ağızlı balta”, “çift başlı kartal”, “çift ağızlı kılıç”, eski toplumun “ikiz kardeşlik” ittifakının artık “tek el”de bütünleştiğini müjdeler. Almanların çift başlı kartal bayrağı, Mezopotamya’dan başlayan bir yolculuğun anısıdır. Ali’nin “çift başlı kılıcı” da geçmişteki bu ittifak geleneğinin ateş kült topluluklarındaki bir yansıması olarak kalmış olmalı.



1950 li yıllarda, Audin AMABLE ve David MADLEINE in “Gilgameş ile Enkidum” arasındaki ortak özellikler ile onların ikiz görüntüleri üzerine çalışmalarını burada anmak yerinde olacak. Özellikle A. AMABLE, eski “ikiz figürleri”nden başlayarak yapmış olduğu araştırmada, daha çok el yordamıyla, Gılgamış ve Enkidu tanımlarının eşdeğer (karşıt) özelliklerini görebilmişti. Bununla birlikte o, bu araştırmasında varabildiği en ileri noktayı, bir soru şekliyle, Enkidu ile Gılgamış’ın, birbirlerinin aynısı mı, yoksa aslında karşımızda iki Gılgamış ile iki Enkidum bulunduğu, sorusuyla ortaya koymuştu.(2)



Bu soruyu artık yanıtlayabiliriz.



Başlangıçta, Karabaşlı Sümer topluluğunun “ilk oğul” kurumunu ifade eden Dumuzi, kısa zamanda, onlarla ittifak kurmakta olan topluluklarda oluşan karşıt eşdeğeri ile buluşmakta gecikmez. Uruk’lular kendi Gılgamış’larının tek yetkili kalmasının uygun olmadığını anladıklarında, hayvani, yabani, ateş kültünün parçası Enkidum’un, Enki-oğlu’nun, yaratılmasını istemişlerdi. Böylece bu Dumuzi, kendi topluluğunun kadınları ile cinsel ilişki yasağına tabi kılınır ve onun biriminin kadınları, “yabani, ateşe tapan, çiğ et yiyen, evi olmayan Enkidum”a sunulur. Böylece sadece kadının değil, erkeğin kaderi de belirlenmiş oluyordu..



Dummuzi’nin toplum biriminin kadınlarının temsilcisi İnanna, eski alışkanlıkla Dumuzi ile yatmak istediğinde, Dumuzi onu bu yüzden terslemiş olmalı.



Dumuzi, Enkidum ile dost olabilmek için, eski düşmanlığın anısını sembolik bir kavga ile aşmak zorundaydı. Günümüzde dostlaşmanın bir göstergesi olan “el sıkışma”nın tarihsel geçmişinde eski dönemin zorunlu savaş ve kavgasının sembolik dile getirilişi bulunur. İki bireyin, savaşma zorunlu aşamasını “el sıkışma” yoluyla aşmalarından sonra dostluk kurmuş olmaları gibi, ikiz’leşme kardeşliği de, ancak, artık sembolik hale dönüşmüş zorunlu bir savaşın ardından gelebilirdi.



Destanında, Oğuz Kağan, baba toplum birimine geçme töreninde, bir boğa ile savaşmış ve ancak ondan sonra ad’lanıp, Oguz’lanmıştı. Geçiş ritüellerinde, hayvan veya hayvan insan ejderhalarla gerçekleşen bu sembolik (başlangıçta gerçek) kavga gösterileri, erkeğin savaşma ve bir yabancı öldürme eski yükümlülüğünün sembolik yerine getirilmesini sağlar. Eski toplum, en az bugünkü toplum kadar, kuralları aşabilmek için metotlar bulma ince zekâsına sahipti.



Sümer-Babil ve çevre toplum birimleri, birbirleriyle kardeşleşmelerinin, kız alıp vermelerinin, ürün takasının ve doğan çocukların paylaşımının, barışçıl ve herkesin üzerinde hemfikir olabildiği bir miras sistemi yoluyla ancak bu oğullar üzerinden etkili bir şekilde yürüyebileceğini görmüşlerdi. Her toplumun kendi baba mirasçısı oğulları böylece yücelir. Dumuzi, Enkidum, Kişzidum veya Gılgamış... her toplum birimin dayı’ların kendi karılarının doğurdukları oğul’un baba’lığına adım attıkları dönemin bir ürünüdürler. Dayı’lar burada artık yeğenlerin baba’sı sayılma devresini kapatarak, karısının doğurduğu evladın baba’sı olmak üzeredir. Bu noktadan itibaren artık erkek, karısının doğurduğu oğul’un babalığına geçmeye başlar. Fakat bu durum, ne dünün dayısı olan eski baba ve ne de oğul için kolay bir işlemdi.



Baba, dünün dayısı olarak kız kardeşinin doğurduğu oğulu kayınbiraderinin evinden alıp kaçırmasının nedenini biliyordu; çünkü onu kendi “kız kardeşi” doğurmuştu. Demek ki, şimdi artık, kayınbiraderinin kız kardeşi olan karısının doğumunu gizlemeliydi. Hatta, hamilelik ve doğum süreci, eğer bu erkek tarafından bizzat “yaşanır”sa, çocuğu erkek doğurmuş olacaktı! Bazı eski Türk toplulukları ve Afrika kabilelerindeki erkek, bu nedenle “erkek hamileliği” ve “erkek lohusalığı” kurumlarını yaratmakta gecikmez.



Öte yandan oğul, Baba’nın İbila’sı, Dummuzi’si, Enkidu’su, Gılgamış’ı haline bir anda değil, asırlara yayılan bir süreç içinde gelir. Bu İlk oğul, “ilk oğul yamyamlığı”, “ilk oğul kurbanlığını”, kısır’lığı , önündeki bu tip engelleri aşmak zorundaydı.



“İlk oğul kurbanı”nın Abraham ve Musa döneminde bile, sürdüğünü görmüştük. Musa döneminde, “ilk oğul”un kendi yaşamı karşılığında sunulan “oğlak” veya “kuzu”nun pişirilme ve yenilme biçimi, ilk oğul yamyamlığının Musa dönemine pek uzak olmadığını ortaya koyuyor.



Osmanlının “hadım etme” uygulaması da, akrabalık ve miras düzeni ile ilgili bir uygulamaydı. Erken Sümer döneminde, Sümer-Babil yaratılış anlatımlarında, kadın ve erkeğin yanı sıra, ne kadın, ne de erkek olan “yaratık”ların bulunması, “ilk oğul”lar bağıntısında keşfedilen bir uygulama gibi görünüyor. İlk oğul’ların karşı toplum birimden alınıp baba toplum birim aidiyetine geçirilmesi, bu ilk oğul’un evlilik ve dolayısıyla miras düzeninde yeni bir olgu ortaya çıkarıyordu. Bu oğul, baba toplum birim aidiyetine geçtiği anda, kaderi değişecek, evlenme yasağı içinde bulunduğu dayıkızları ile evliliği artık zorunlu olacaktı, vb. Hadım etme uygulaması, işte böyle zor bir dönemin ara çözüm biçimi olarak ortaya cıkmış olmalıdır. Kız evlada benzetilerek giydirilen, saçı uzatılan adaklı erkek çocuk geleneğinin yakın zamana değin Mısır’da uygulandığına bakılırsa, eski Mısır, “ilk erkek çocuk kurbanı” bakımından daha köklü bir geleneğe sahip olmalı. Öte yandan, evlilikten uzak tutabilmek için kısır kılmanın gelişkin sembolik biçimi olarak erkek sünneti de, daha çok bir eski Mısır kurumu gibi görünmektedir.



Hadım etme uygulaması, orada bir sünnet yoluyla aşılmış olmalı. Sümer-Babil toplumunda varlığına pek rastlamadığımız sünnet sahneleri, eski Mısır piramitleri üzerindeki çizimlerde resmedilmişti. Eski Ahit’te, kendilerini sünnet eden Abraham ve Musa, Mısır ile yakın ilişki içindeydiler.



safakacmaz@yahoo.com



(1)"Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin i doğurdu. "RAB bin yardımıyla bir oğul dünyaya getirdim" dedi.

Daha sonra Kayin in kardeşi Habil i doğurdu.

Habil çoban oldu, Kayin ise çiftçi."

(Yaratılış.4.Bölüm)



(2) [("On en arrive à se demander,d une part si Gilgamesh n était point initialement identique à Enkidou,d autre part s il n exista pas deux Gilgamesh et deux Enkidou."

(Archiv Orientalni, March 1949, p.269, 1953-XXI, 1949 Vol-XVII)]
 
CEVAP YAZ - Onaylı Üyelik Gerektirir
isim:
konu:
cevap:
   

   


© Copyright 2008 www.suryaniler.com
tasarım: Web Tasarım